İlk yapı muhtemelen küçük bir zâviye niteliğindeydi ve kâgir duvarlı, çatılı bir tevhidhâne ile buna bağlı bazı müştemilâttan ve bir çeşmeden ibaretti. Ümmî Sinan'ın vefatını müteakip tevhidhânenin mihrap duvarının önüne bir türbe inşa edilmiş, zamanla türbenin güney ve batı yönlerinde küçük bir hazîre teşekkül etmiştir. Tevhidhâne-türbe binası II. Mahmud tarafından 1826-1839 yılları arasında temelleri korunarak yenilenmiş, tevhidhânenin doğu yönüne küçük bir hünkâr dairesi ve mahfili ilâve edilmiştir. XIX. yüzyılın son çeyreğinde II. Abdülhamid'in ve tekke mensubu bazı kişilerin yardımlarıyla bütün binalar esaslı bir onarımdan geçirilmiş, bu arada harem ve selâmlık bölümleri yeni baştan yapılmıştır. Tekkelerin kapatılmasından sonra harem ve selâmlık bölümleri son postnişin Şeyh Yahyâ Galib (Kargı) Efendi'nin (ö. 1942) ailesi tarafından ikametgâh şeklinde kullanılmış, tekke bu sayede harap olmaktan kurtulmuştur. 1980'de bazı hayır sahipleri tarafından tamir ettirilen tevhidhâne-türbe özgün ayrıntılarıyla bir müze gibi korunmakta, selâmlıkta tasavvuf mûsikisi çalışmaları yapılmaktadır.
Tekke arsası doğuda Ümmî Sinan sokağı, diğer yönlerde komşu parsellerle sınırlıdır. Kuzey sınırını bir istinat duvarı teşkil etmektedir. Cümle kapısı doğuda yer almakta, karşısında çeşme görülmektedir. Kapının güneyinde harem, tevhidhâne ve türbe bölümlerini barındıran esas bina yer alır. Halen mevcut olmayan hünkâr kasrının sokağın doğu yakasında bulunduğu ve üzeri camekânlı ya da pencereli bir köprü ile tevhidhânenin doğu kesiminde üst kattaki hünkâr mahfiline bağlandığı bilinmektedir. Arsanın güneybatı köşesinde bağımsız selâmlık binası yer almakta, hazîre dışında kalan kısmı asırlık ağaçların gölgelediği bir bahçe, güneydeki bir bölümü de bostan olarak değerlendirilmektedir. Cümle kapısı ile çeşme tekkenin ilk inşa edildiği devirden günümüze kadar gelebilmiş öğelerdir. Tekkenin ilk yapısında tevhidhânenin sokağa bakan doğu duvarı üzerinde tuğladan sağır bir sivri kemerin içinde bulunan çeşme II. Mahmud dönemindeki yenileme sırasında şimdiki yerine nakledilmiştir. Kitâbesiz olan her iki yapı da kesme küfeki taşından örülmüştür. Cümle kapısı kaval silmeli dikdörtgen bir çerçeve içinde bulunan basık bir kemere sahiptir. Çeşmede de kaval silmelerin teşkil ettiği bir çerçeve içinde kilit taşı "mühr-i Süleyman" kabartması ile süslü bir sivri kemer görülmektedir.
Tevhidhâne, türbe, harem ve mutfağın yer aldığı esas bina değişik malzemeye ve inşaat özelliklerine sahip, farklı dönemlerde yapılmış üç ana bölümden meydana gelmektedir. Kuzeyde yer alan ve batı yönünde kitleden dışarıya taşan iki katlı ahşap kanat giriş taşlığını, haremi ve mutfağı barındırmaktadır. Bunun güneyinde bulunan ve yapı grubunun çekirdeğini oluşturan tevhidhâne 12 × 11,5 m. boyutlarındadır. Güney ve doğu yönünde 85 cm. kalınlığındaki kâgir duvarların alt kesitlerinde ilk inşa döneminden kalma almaşık örgü sokak üzerindeki doğu cephesinin sıvandığı son restorasyona kadar görülebiliyordu. Haremle ortak olan kuzey duvarı ile batı duvarı ahşaptır. En güneydeki kâgir duvarlı türbe kısmı 10 × 7,25 m. boyutlarındadır. Bu üç ana bölüm arazinin eğimine uyularak farklı kotlarda inşa edilmiş ve kırma çatılarla örtülmüştür.
Yapının esas girişi kuzey yönünde bahçeye açılmakta, buradan dikdörtgen planlı, zemini iki kademeye ayrılan bir dikdörtgen taşlığa girilmektedir. Taşlığın güneyinde tevhidhânenin kapısı, batı yönünde hareme açılan ve şeyh efendi için harem-tevhidhâne bağlantısını sağlayan bir kapı ile pencere, doğu yönünde "paşa odası" denilen mekâna ait yine bir kapı ile pencere açılmıştır. Kareye yakın dikdörtgen planlı (10,75 × 10,25 m.) tevhidhânenin Ümmî Sinan sokağı üzerindeki doğu duvarında iki pencere bulunmaktadır. Bunların içleri şevlidir ve altlarında sağır basık kemerler yer alır. Türbe ile ortak olan güney duvarının doğu köşesindeki kapıdan sekiz basamakla türbeye inilir. Bu duvarın ortasında yarım daire planlı mihrap hücresi mevcuttur. Mihrabın sağında ve solunda türbeye bakan birer pencere, ayrıca bu güney duvarının türbeden ileriye taşan batı ucunda bir pencere açılmış, batı duvarı ise hazîreye bakan üç pencere ile donatılmıştır.
Tevhidhâne meydanı 7,5 × 6,5 m. boyutlarında olup kuzey, batı ve doğu yönlerinde erkek seyircilere mahsus mahfillerle çevrilmiştir. Zeminleri bir sekiyle yükseltilen mahfillerin sınır çizgisinde, üst kattaki kadınlar mahfilini taşıyan sekiz adet sekizgen kesitli ahşap sütun sıralanmaktadır. Sütunların üst hizasında ve yanlarda küçük ahşap konsollar görülür. Mahfillerin güneybatı köşesinde bir kürsü vardır. Kadınlar mahfili ikisi güneye, biri batıya açılan üç adet pencere ile aydınlatılmakta, kuzey kanadının ortasında iki sütun arasında kalan kısmı yarım daire planlı bir çıkma yapmaktadır. Sütunların arası zeminden tavana kadar ahşap kafeslerle kapatılmıştır. Mahfillerin kuzey kanadı sütunların hizasında kafeslerle bölünerek bağımsız girişleri olan üç bölüme ayrılmış, bu arada doğu kanadı kafesli bir bölümle sınırlandırılmıştır. II. Mahmud döneminde eklenen hünkâr mahfili ile buna bağlı hünkâr dairesi günümüze ulaşmamıştır.
Türbe 8,25 × 6,25 m. boyutlarında hafif yamuk planlı bir iç alana sahiptir. Ahşap tavanı son restorasyonda betona çevrilmiştir. Kuzey duvarında tevhidhâneye açılan kapı ile iki pencereden başka ikisi batı, üçü güney, biri doğu yönüne bakan altı adet pencere daha vardır. Dışarıdan dikdörtgen açıklıklı sövelerle çevrilen pencereler içeriden sepet kulpu kemerlerle donatılmıştır. Ümmî Sinan sokağına bakan bir niyaz penceresi niteliğindeki doğu penceresi dışarıdan çift kademeli mermer pilastırlarla kuşatılmış, sepet kulpu biçiminde kemerlerle süslenmiştir. Niyaz penceresinin üstünde günümüze ulaşmamış bir levhada şu beytin yazılı olduğu bilinmektedir: "Mürîd-i râh-ı Hakk'a kıblegâh-ı âşıkandır bu / Edeple gir gözün aç türbe-i Ümmî Sinan'dır bu." Türbede ikisi Nasuh Efendi ile Ümmî Sinan'a ait toplam on iki ahşap sanduka yer alır. Pîrin sandukası diğerlerinden daha büyük olup üstü yarım silindir biçimindedir. Sandukayı kuşatan empire üslûbunda ahşap parmaklığın köşelerine minyatür boyutlarda Sinânî taçları kondurulmuştur.
Yapıda ilginç süsleme öğelerinin başında ana giriş kapısının saçağında ve tevhidhâne tavanının ortasında bulunan tavan göbekleri gelmektedir. Birincisi ufak, diğeri nisbeten büyük olan bu göbeklerde Sinânî tacının tepeliğinden çıkan güneş ışınları tasvir edilmiştir. Geç devir tekkelerinde görülen tarikat sembollerini mimari süslemede kullanma eğilimiyle II. Mahmud döneminin empire üslûbuna bağlanan bu öğelerin üçüncü bir benzeri türbe tavanında yer almaktaydı. Duvarlarda herhangi bir bezeme yoktur. Ancak son tamirat sırasında mihrap nişinde II. Mahmud dönemindeki yenilemeye ait empire üslûbundaki kalem işi bezemeler ortaya çıkarılmıştır. Pastel renklerle kavsara kısmına perde kıvrımları, nişin çevresinde küçük yapraklardan oluşan bir kuşak, ortaya da kandil motifi resmedilmiştir. Giriş taşlığının batısındaki harem bölümü tevhidhâneye bitişik bağımsız bir mesken gibi tasarlanmıştır. Batı cephesinde bahçeye açılan bir kapı ile donatılan haremin zemin katında birbiriyle bağlantılı iki oda ile mutfak, üst katında doğu-batı doğrultusunda uzanan bir koridor üzerinde beş adet oda sıralanmaktadır. Taşlığın doğusundaki paşa odası, II. Abdülhamid dönemi ricâlinden tekkeye mensup bir paşanın buraya geldiği zaman dinlendiği ve şeyh efendi ile sohbet ettiği mekândır. Bağımsız bir ahşap mesken niteliğindeki selâmlık binası kıble doğrultusunda gelişen iki katlı bir kanatla buna dik açı ile birleşen büyük boyutlu şeyh odasından meydana gelir.
Şehremini Ümmî Sinan Tekkesi. Fatih ilçesinde Topkapı-Şehremini arasında Arpa Emini mahallesinde Kürkçü Bostanı sokağı üzerinde yer almaktadır. Tekke 958'de (1551) İbrâhim Ümmî Sinan adına inşa ettirilmiştir. Vakıflar Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi'nde bulunan bir kitâbede 1902'de Kādirî tarikatından Ahmed Süreyyâ Bey'in eşi Hatice Atiye Hanım tarafından ihya edildiği belirtilmektedir. İstifli sülüsle yazılan kitâbenin üzerinde, "Yâ Hazret-i Ümmî Sinan kaddese sırrahü'l-mennan" ibaresiyle bunun yanlarında sehpa üzerinde birer Sinânî tacı kabartması, üç satır halinde düzenlenen mensur kitâbe metninin yanlarında da servi kabartmaları yer almaktadır. Hazîresi dışında bugün tamamen ortadan kalkmış olan tekkeden artakalan yegâne mimari öğe bu kitâbedir. Tekke arsası ile Kürkçü Bostanı sokağının sınırında uzanan çevre duvarı son yıllarda bütünüyle yenilenmiş, hazîreden geriye kalan alan gecekondularca işgal edilmiştir.
Ümmî Sinan'dan sonra kızı Âbide Hatun'un eşi ve Ümmî Sinan'ın halifesi Mîr Ali Alemdâr 998 (1590) yılına kadar meşihat makamında bulunmuş, daha sonra Âbide Hatun'un damadı Halepli Şeyh Şerif Mehmed Efendi ile oğlu Şeyh Ced Hasan Efendi tekkenin postuna geçmiştir. Ümmîsinanzâde diye tanınan Ced Hasan Efendi aynı mahalledeki diğer bir Sinânî tekkesi olan Pazar Tekkesi'nin ilk postnişini, Ümmî Sinan'ın diğer damadı ve halifesi Harîrî Mehmed Efendi'nin vefatı üzerine bu tekkenin de meşihatını üstlenmiştir. İstanbul tekke mûsikisinin büyük ustalarından Ced Hasan Efendi aynı zamanda divan sahibi bir şair ve Mecâlis-i Sinâniyye, Künûzü'l-hakāyık fî rumûzi'd-dekāyık, Fezâilü'ş-şuhûr gibi eserlerin de müellifidir.
Ümmî Sinan Tekkesi ile Pazar Tekkesi'nin meşihatı XVIII. yüzyılın sonlarına kadar Ümmîsinanzâde ailesine mensup şeyhler tarafından yürütülmüş, Ced Hasan Efendi'den sonra oğlu Şeyh Hüseyin Hüsâmeddin Efendi, Hüsâmeddin Efendi'nin oğlu Şeyh Mustafa Efendi, Mustafa Efendi'nin oğlu Şeyh Hasan Efendi her iki tekkenin postuna geçmiştir. Hasan Efendi'nin ardından Ümmî Sinan Tekkesi'nin postuna Nizâmî Şeyh Mustafa Efendi ile Gülşenî şeyhi Ali Efendi, daha sonra Şeyh Mustafa Zekâi Efendi oturmuştur. Şeyh Hasan Simâvî'nin halifesi olan Üsküdarlı Mustafa Zekâi Efendi, Sinâniyye'nin yanı sıra Halvetiyye'nin Şâbâniyye koluna mensuptur. Ali Efendi'nin kısa süren meşihatı sırasında Gülşeniyye'ye bağlanan Ümmî Sinan Tekkesi 1804'ten itibaren bir Sinânî-Şâbânî tekkesi olarak 1925'e kadar faaliyetini sürdürmüştür. Bu dönemde Zekâi Tekkesi ve Zekâizâde Tekkesi adıyla anılmaya başlanan Ümmî Sinan Tekkesi'nin meşihatı M. Zekâi Efendi'nin neslinden gelen, Zekâizâdeler diye tanınan şeyh ailesinin denetiminde kalmıştır. M. Zekâi Efendi'yi oğlu Şeyh Hasan Aziz Efendi izlemiş, daha sonra Hasan Aziz Efendi'nin oğlu Mustafa Zekâi Efendi, M. Zekâi Efendi'nin oğlu İbrâhim Şükrullah Efendi şeyh olmuştur. Âyin gününden ötürü "Cuma Tekkesi" adıyla bilinen Ümmî Sinan Tekkesi'nin hazîresi 1950'lerden itibaren ilginç bir dinî folklor tezahürünün odağı haline gelmiştir. Ramazan ayının ilk iftarında niyetlerinin gerçekleşmesi için adak adayan kişiler iftar saati yaklaşırken Oruç Baba adını verdikleri Şeyh Mustafa Zekâi Efendi'nin kabrinin çevresinde toplanmakta, akşam ezanının okunmasıyla beraber birbirlerine sirke, şeker, zeytin, hurma, su, simit gibi yiyecekler ikram ederek iftar etmektedir. Çoğunluğunu kadınların meydana getirdiği bu kalabalık her geçen yıl biraz daha artmakta, son yıllarda Kürkçü Bostanı sokağından taşarak çevredeki birçok sokağı doldurmaktadır.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ