Burada Arapça'yı "Molla Câmî"ye kadar okudu. Mezun olduktan sonra gerek mevlevîhânede gerekse mevlevîhâne dışında pek çok kişiden ders alarak kendini yetiştirdi. Babasından Mes̱nevî ile beraber Celâleddin ed-Devvânî'nin ez-Zevrâʾ ve'l-Ḫavrâʾ adlı eserini okumasının yanında Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin Fuṣûṣü'l-ḥikem'inden icâzet aldı. Bu arada Kocamustafapaşa'da Küçük Efendi Tekkesi şeyhi Hâfız Gālib Efendi ile Koca Mustafa Paşa Medresesi hocalarından Mustafa Efendi'den Molla Câmî okuyup Arapça'sını ilerletti. Filibeli Mahmud Efendi'den tasavvurât, tasdîkāt, akāid ve meânî gibi ilimleri öğrendiyse de hocasının vefatı dolayısıyla icâzet alamadı. Ayrıca babasının hocası Tunuslu Mustafa Efendi'den el-Fütûḥâtü'l-Mekkiyye ve Ṣaḥîḥ-i Buḫârî okudu.
Konya'da çelebilik makamında bulunan Saffet Çelebi'nin izniyle 1869'da inzivâya çekilen babasına vekâleten mukabeleye çıkmaya ve ism-i celâl zikrine başladı. On sekiz yıl devam eden bu vekâletin ardından babasının 18 Cemâziyelevvel 1304 (11 Şubat 1887) tarihinde vefatıyla mevlevîhâneye asaleten şeyh tayin edildi. 21 Aralık 1887'de Eskişehir Mevlevîhânesi postnişini Hasan Hüsnü Dede'den Mes̱nevî icâzeti aldı. Bu sırada Konya'da çelebi olan Abdülvâhid Çelebi tarafından 1888 Ağustosunda meşihatı yenilendi ve 16 Ağustos 1891'de kendisine hilâfetnâme verildi. Mehmed Celâleddin Dede ayrıca, babasının da hocası olan Trablusgarplı Mustafa b. Osman Şebnî'den Şâzeliyye ve Kādiriyye hilâfeti, Mayıs 1895'te İmdâdullah Fârûkī Efendi'den Çiştiyye (Çeştiyye) icâzet ve hilâfeti aldı. Kendisi de İmdâdullah Efendi'ye mevleviyye hilâfeti verdi. Şeyh tayin edildikten sonra mukabele günleri okuttuğu Mes̱nevî derslerine vefatından bir buçuk yıl öncesine kadar devam etti. Şeyh dairesinin büyük odasında cuma geceleri Mecdüddin Ferîdun Sipehsâlâr'ın Farsça Menâḳıb-ı Sipehsâlâr'ını okutarak tasavvufî bilgiler de verdiği derslerini ölümünden bir yıl öncesine kadar sürdürdü.
Mehmed Celâleddin Dede, 1884-1885 yıllarında Meclis-i Meşâyih reisliği yaptı, 1903'te gırtlak veremine yakalandığı için Abdülvâhid Çelebi tarafından oğlu Abdülbâki Efendi'ye dergâhta ism-i celâl zikri ve mukabele izni verildi. 22 Kasım 1906'da çıkan bir yangın sonucu dergâh büyük hasar gördüğünde bu felâketten kurtulan harem dairesini dervişlere tahsis ederek Gedikpaşa'da bir konağa taşındı. Yakalandığı hastalıktan kurtulamayan Mehmed Celâleddin Dede 1 Cemâziyelevvel 1326'da (31 Mayıs 1908) burada vefat etti. Kocamustafapaşa Sünbülî Dergâhı'nda meclis-i meşâyih reisi Sütlüce'de Hasîrîzâde Sâdî Dergâhı şeyhi Mehmed Elif Efendi tarafından kıldırılan cenaze namazının ardından Yenikapı Mevlevîhânesi Mezarlığı'nda babasının sol tarafına ve türbe duvarının yakınına defnedildi.
Derin ilmi ve mütevazi kişiliğiyle herkesin saygısını kazanarak devrinin belli başlı şeyhleri arasında yer alan Mehmed Celâleddin Dede ilk mûsiki bilgileriyle dinî eserleri dergâhta, din dışı eserleri İsmet ve Nikogos ağalardan öğrendi. Küçük ve Büyük Osman beylerden aldığı tambur derslerini ilerleterek Küçük Osman Bey'in derslerinden arkadaşı olan Tambûrî Ali Efendi ile dönemin üstat tambur sanatkârları arasına girdi. Mızrap vurmada "âşıkāne" olarak nitelendirilen özel tavrıyla kendisine müstesna bir yer temin etmiştir. Hastalığı sırasında Gedikpaşa'daki konağına davet ettiği Kemânî Memduh Efendi'nin onun tamburunu dinledikten sonra o güne kadar böyle bir tambur dinlemediğini ifade etmesi, Celâleddin Dede'nin sazını icrada ulaştığı seviyeyi tesbit eden önemli bir değerlendirmedir.
Mehmed Celâleddin Dede'nin bir diğer yönü de mûsiki nazariyatı konusundaki çalışmalarıdır. Onun, Galata Mevlevîhânesi şeyhi Mehmed Atâullah Dede ve Bahariye Mevlevîhânesi şeyhi eniştesi Hüseyin Fahreddin Dede ile beraber yaptığı ortak çalışmalarla, Türk mûsikisi tarihi konusunda olduğu kadar bu mûsikinin ilgili perdeleri, aralıkları, makamları ve usulleriyle nazariyat konularının ilmî bir şekilde ele alınıp incelenmesi yolunda ilk ciddi adımlar atılmıştır. Ancak bu çalışmalar metin haline getirilemediğinden ulaşılan bilgiler bu üç Mevlevî şeyhi tarafından öğrencilerinden Rauf Yektâ Bey ile Mehmet Suphi Ezgi'ye aktarılmıştır. Sonraki yıllarda aralarına Hüseyin Sadettin Arel'i de alan Rauf Yektâ ve Suphi Ezgi, bu bilgiler ışığında günümüz Türk mûsikisi nazariyatının esaslarını ortaya koyma gayreti içine girmişlerdir. Mehmed Celâleddin Dede, ayrıca Rauf Yektâ Bey'le tamburlar üzerinde çalışarak bir 8'lide 24 aralık ve 25 perdenin Türk mûsikisi tarihinde kullanılmış ve halen kullanılmakta olduğunu tesbit etmiştir. Rauf Yektâ Bey, Türk mûsikisinde gizli kalmış birçok nazarî meselenin Celâleddin Dede'nin gayretiyle keşfedildiğini söyler.
Mehmed Celâleddin Dede'nin bilinen yegâne mûsiki eseri dügâh makamında bestelediği Mevlevî âyinidir. Mevlevî mûsikisi tarihinde "beste-i kadîm" olarak adlandırılan ve bestekârı bilinmeyen en eski üç âyinden biri olan dügâh âyinine "dügâh-ı kadîm" denildiğinden bu âyine de "dügâh-ı cedîd" adı verilmiştir. 1904'te bestelenip 12 Rebîülevvel 1323'teki (17 Mayıs 1905) Mevlid kandilinde Yenikapı Mevlevîhânesi'nde ilk mukabelesi yapılan âyinin (peşrevi Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede tarafından bestelenmiştir) en önemli özelliği, birçok yerde Nâyî Osman Dede'nin bestelediği hicaz âyininde kullanılan nağmelerin şekillerinin bozulmadan dügâh makamına aktarılmış olmasıdır.
Arapça ve Farsça bilen Mehmed Celâleddin Dede "Şeyhî" mahlasıyla bazı manzumeler kaleme almıştır. Sadettin Nühzet Ergun'un naklettiği, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hakkındaki iki rubâî dahil beş manzumesinden biri Balıkçı Hâfız Mehmed Efendi tarafından bestelenen, "Ey andelîb-i hoşnevâ" mısraı ile başlayan rast-ı cedîd şarkıdır (Türk Şairleri, II, 942-943).
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ