Bizans İmparatoru VII. Konstantinos Porphyrogennetos X. yüzyılın ortalarında buradan Terebun diye söz eder. Aslında bu isim şehrin değil şehrin yer aldığı bölgenin (Župa) adıdır. Bu bölge yüksek ve kıraç dağlarla çevrilmiş olup Trebišnjica nehri ve kolları tarafından şekillendirilmiştir. Bölgenin köylerinde XII. yüzyıldan kalma Kiril (Slav) yazıtlarının saklandığı XIII ve XIV. yüzyıl kilisesi bulunmaktadır. Trebinye bir şehir halinde Karlofça Antlaşması'ndan sonra 1699 yılında Osmanlılar tarafından kurulmuştur; Slav hâkimiyetindeki Ortaçağ süresince önemli bir sınır istihkâmı durumundaydı. Ayrıca bir gümrük merkezi ve önemli bir ticaret mahalli olan Dubrovnik'ten Balkanlar'ın içlerine doğru uzanan ticaret yolunun üzerinde bir geçit yeriydi. Kral Tvrtko'nun idaresi zamanında (1353-1391) bölge Bosna'ya dahil edildi. XV. yüzyılın ortalarında Dük/Hersek Stefan Vukçiç Kosaça, Bosna'dan bağımsız bir idare kurdu (Hersek kesimi) ve Trebinye'nin bulunduğu Župa buraya dahil edildi.
1466'da Trebinye hemen hemen bütün Hersek bölgesiyle birlikte Osmanlılar tarafından ele geçirildi. 873 (1468-69) tarihli Bosna'nın en eski Osmanlı Tahrir Defteri'nde burası Trabina adıyla bir nahiye merkezi şeklinde geçer. Bağlı köy sayısı yirmi altıdır. Köyler biri müslüman, ikisi yeni müslüman olmuş, on dokuzu hıristiyan yirmi iki timarlı sipahiye aitti. Bu bilgiler İslâmiyet'in bölgeye yavaş yavaş yayıldığına işaret eder. 993 (1585) tarihli Tahrir Defteri'nde, Nova (Hersek Novi) kazasına tâbi olan Trebina nahiyesinin küçük ve dağınık haldeki köylerinde yaşayan sadece ufak bir müslüman gruptan söz edilir. Bugünkü Trebinye'ye yakın Çiçevo mezraasında yaşayanların yarısından fazlası müslümandı. 1570'lerde bölgede büyük bir inşa faaliyeti başladı. 1572 yılının başlarında Dubrovnik'ten İstanbul'a seyahat eden Fransız Du Fresne-Canaye, Trebišnjica nehrinden köprü olmadığı için bir sandalla geçmişti. 1574'te ise Pierre Lescalopier, yanı başında kurşunla kaplanmış büyük bir kervansaray bulunan güzel bir köprünün üzerinden geçtiğini bildirir. Bu iki yapı, Hersek sancak beyi iken genç yaşta ölen Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa'nın oğlu Kurt Kasım Bey'in adına 981'de (1573-74) yaptırılmıştır. Halk arasında Arslanağa Köprüsü diye bilinen Sokullu Mehmed Paşa'nın bu köprüsü Vişegrad'daki ile birlikte Balkanlar'ın en güzel Osmanlı eserleri arasında yer alır (bk. ARSLANAĞA KÖPRÜSÜ). Kasım Paşa vakfının Arapça vakfiyesi (Süleymaniye Ktp., Lala İsmâil, nr. 737) bir mescid, bir su yolu ve bir taş kaldırımdan da bahsetmektedir. Mahallî geleneğe göre Trebinye bölgesinde ilk cami, XVII. yüzyılın ikinci yarısında Police köyünde Trebinye'nin bir şehir olarak ortaya çıktığı yerde inşa edilmiştir. Pek çok müslüman, Hersek'in kıyı kasabalarından Novi, Risan ve Perast'ın 1687'de Venedikliler tarafından ele geçirilmesi üzerine bu bölgeye göç etti.
Trebinye kesimi, 1664'ten hemen önce Girit savaşı sırasında Venedik saldırılarına karşı bir askerî bölge (kaptanlık/kapetanija) haline getirildi. 1687 ve 1699 yıllarında Trebinye bölgesini Venedik güçleri işgal etti ve büyük tahribatta bulundu. Police Camii yakıldı. Bölgedeki pek çok müslüman Napoli, Floransa ve Cenova'nın köle pazarlarında satılmak üzere götürüldü. Karlofça Antlaşması'ndan (1699) sonra Osmanlılar, Trebišnjica nehrinin kıyısındaki düzlüklerde çok iyi tedbirler alarak savunmayı güçlendirmeye çalıştılar. Altı tabyalı, 1 kilometreden daha uzun büyük taş duvar inşa ettiler. Banvir diye adlandırılan yeni kale 1706'da tamamlandı. 1715'te içi su ile doldurulan geniş bir hendekle daha da güçlendirildi. Kale 4 hektarlık bir alanı kaplamakta ve 1000 civarında kişiyi barındırmaktaydı. III. Ahmed, 1706'dan itibaren surların içerisinde şekillenmeye başlayan yeni şehirde 1720'de bir cami inşa ettirdi. 1726'da Trebinye kaptanı Osman Paşa Resulbegoviç, Trebinye'de bir medrese, bir okul, bir saat kulesi, seyyahlarla misafirlerin üç gün kalabilecekleri ve yemek yiyebilecekleri bir imaret yanında ikinci bir büyük cami yaptırdı (Mujezinović, III, 357-359). Ardından Trebinye bir kaza merkezi haline getirildi. XVIII ve XIX. yüzyıllarda burada müderrisler ve müftüler yetişti. Bosnalı müslümanların Alhamijado literatürünün en meşhur şairlerinden Muharrem Dizdareviç (ö. 1905) bunların arasındadır.
XVIII. yüzyıl boyunca Trebinye askerî önemini korudu. Temmuz 1795 tarihli bir berat Trebinye kaptanlığının askerî durumunu gösterir (892 asker: 390'ı süvari, kırk yedisi hıristiyan martolos). XIX. yüzyılda kalenin dışında yeni bir çarşıyı da içeren bir yerleşim yeri ortaya çıkmaya başladı. 1850'de Fransisken âlimi, keşiş Frano Jukiç, Trebinye nüfusunun hıristiyan, Ortodoks ve müslümanlardan oluşan 3000 kişiye ulaştığını; bir kadı, bir müftü ve bir askerî birliğin bulunduğunu yazar. 1878'den sonra çetin bir müdafaa sonrası bölge Avusturyalılar tarafından işgal edildi ve 1918'e kadar onların elinde kaldı.
1913'te Avusturya ve Macaristan için çıkarılan bir rehber, Trebinye'yi 4600 kişilik nüfusu, bunun yanında 3000 kişilik garnizonuyla renkli bir şehir olarak tasvir eder. Çevresinde çok kaliteli tütün ve şehirde şarap üretimi yapılmaktaydı. Şehre hâkim olan tepelerde Avusturya idaresi çok sayıda sağlam istihkâm yapmıştı. 1918-1941 yılları arasında Trebinye fazla bir gelişme göstermedi. II. Dünya Savaşı'nda ise yıkıma uğramadı. Tito Yugoslavyası yıllarında şehir dört kat büyüyerek bölgesel öneme sahip bir endüstri merkezi haline geldi. Sokullu Mehmed Paşa Köprüsü ve Dobrilevo Manastırı, Trebišnjica nehri üzerinde yapılan bir baraj gölünün tehdidi altına girince büyük bir taşıma operasyonu gerçekleştirildi. Her iki eser itinalı bir şekilde sökülerek daha yüksek bir yere yeniden kuruldu (büyük köprü 1970-1972 yıllarında 3,5 km. batıya). Trebinye 1948'de 5120 kişilik nüfusa sahipken 1961'de 4073'e düştü, 1981'de 17.270'e ve 1991'de 21.870'e yükseldi. Çoğunluğu Sırp olan nüfusun 4228'i müslümandı (% 19). Bosna savaşı esnasında (1992-1995) Sırp milliyetçi güçleri Trebinye'de kontrolü ele geçirdi. Şehrin müslüman nüfusu ve çevredeki köylüler sürüldü, camileri havaya uçuruldu, arazileri parklara veya arsalara çevrildi. 2004-2005'te Trebinye'nin eski müslüman nüfusunun çoğu evlerine geri döndü. Dışarıdan aldıkları destekle daha önce yapıldığı gibi Üçüncü Ahmed Camii'ni yeniden inşa etmeyi başardılar.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ