--> Irmağın sağ yakasında Selâ şehri bulunmaktaydı. Murâbıtlar döneminde Selâ'ya yönelik düşman saldırılarını engellemek ve özellikle Râfizî Bergavâta kabileleriyle mücadele edebilmek amacıyla burada bir ribât tesis edilmişti. Muvahhidler'in ilk hükümdarı Abdülmü'min el-Kûmî, 545 (1150) yılında Endülüs'teki fetihler için askerî bir üs olarak kullanılmak üzere ribâtın bulunduğu yerde bir ordugâh kurulmasını emretti. Cami, kışla ve hükümdar sarayı gibi binaların inşası ile bir kasaba haline gelen bu ordugâha Muvahhidler'in dinî ve siyasî lideri İbn Tûmert'e nisbetle Mehdiye adı verildi. Abdülmü'min el-Kûmî, orada toplanan askerleri sayesinde Bergavâta kabilelerine karşı büyük başarılar kazandığından burası Mehdiye'nin yanı sıra Ribâtülfeth diye isimlendirildi ve zaman içerisinde bu kullanım daha fazla yaygınlık kazandı. Şehre bu adın, Endülüs fetihlerindeki rolü ve özellikle Ebû Yûsuf el-Mansûr'un Kastilya Kralı VIII. Alfonso'ya karşı Erek (Alarcos) zaferi (591/1195) dolayısıyla verildiği de kaydedilmektedir. 558 (1163) yılında Endülüs'e gitmek için başşehir Merakeş'ten Ribâtülfeth'e gelen Abdülmü'min el-Kûmî burada büyük bir ordu hazırladı. Ancak Endülüs'e hareket etmeden önce vefat etti. Oğlu Ebû Ya'kūb Yûsuf döneminde (1163-1184) şehrin etrafı surlarla çevrilmeye başlandı. Su tesisleri yenilendi ve büyük bir sarnıç inşa edildi. Abdülmü'min tarafından yapılan ve Ribâtülfeth ile Selâ'yı birleştiren eski köprünün yanına ikinci bir köprü yapıldı. Şehrin asıl kuruluşu ve imarı üçüncü Muvahhidî Hükümdarı Ebû Yûsuf el-Mansûr (1184-1199) tarafından gerçekleştirildi. Bu dönemde şehir surlarla çevrildi. es-Sûrü'l-Endelüsî adıyla bilinen bu surların büyük bir kısmı zamanımıza kadar gelmiş olup uzunluğu 5,5 km. kadardır. Günümüzde mimarisi ve sanatıyla dikkat çeken Bâbürruvah ve Bâbüludâye kapıları bu döneme aittir. Ebû Yûsuf el-Mansûr şehirde büyük bir cami (Câmiu Hassân) inşasına başladıysa da tamamlanması mümkün olmadı. Sâmerrâ Camii'nden sonra o günkü İslâm dünyasının en büyük camisi olarak planlanan 183 × 139 m. boyutundaki bu caminin on altı kapısı, üç avlusu, 200'den fazla sütunu olacaktı. Caminin aynı hükümdar dönemine ait Merakeş'teki Kütübiyye Camii ve İşbîliye Ulucamii minareleriyle benzerlik arzeden kare bir temel üzerinde 44 m. yüksekliğindeki yarım kalmış minaresi (Burcühassân) günümüze ulaşmıştır.
Rabat, Ebû Yûsuf el-Mansûr'dan sonra ve özellikle Muvahhidler'in Endülüs'te müttefik Haçlı ordularıyla yaptıkları İkāb savaşında (609/1212) yenilgiye uğramalarının ardından gerilemeye başladı. Merînî Hükümdarı Ebû Yahyâ Ebû Bekir b. Abdülhak 649'da (1251) Rabat ve Selâ'yı ele geçirdi (Selâvî, III, 17). Selâ VII-VIII. (XIII-XIV.) yüzyıllarda Akdeniz'in başlıca ticaret merkezleriyle ekonomik ilişkileri sayesinde önemli bir liman şehri haline gelirken Rabat, Endülüs'ten gelen bazı grupların iskân edildiği askerî bir bölge olarak kaldı. X. (XVI.) yüzyıl başlarında Rabat'ı ziyaret eden Hasan el-Vezzân (Afrikalı Leon) buranın 400 hânesi ve bazı küçük dükkânlarıyla ayakta durmaya çalıştığını ve Portekiz istilâsı tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu belirtir (Vaṣfü İfrîḳıyye, I, 202-203).
Endülüs'ün hıristiyanlar tarafından geri alınması sürecinde yaşanan göçler sırasında Rabat yeniden önem kazanmaya başladı. Rabat ve Selâ özellikle 1609-1614 yılları arasında Endülüs'ten sürgün edilen müslümanların iskân edildiği şehirler arasında yer aldı. Ancak Fas ve Tıtvân gibi şehirlerde halk göçmenlerle kaynaşarak iç içe yaşamaya başlarken Rabat ve Selâ'da bu gerçekleşmedi. Bunun neticesi olarak Rabat ve Selâ'ya yeni gelenler kendilerine zulmeden hıristiyanlara karşı denizde bir mücadele başlattılar; bir süre sonra da üstünlüğü ele geçirdiler. Rabat'ta yerleştikleri yere Yeni Selâ adını veren göçmenler, şehrin tarihindeki en önemli imar faaliyetlerinden birini gerçekleştirerek yeni surlar inşa ettiler; camilerin yanı sıra ticaret, zanaat ve iskân amaçlı binalar yaptılar. Sa'dî Hükümdarı Ebü'l-Meâlî Zeydân en-Nâsır dönemindeki (1603-1627) iç karışıklıklar sırasında Rabat ve Selâ halkı birlikte hareket ederek bağımsızlığını ilân etti ve ortak bir meclis oluşturdu. Nehrin iki yakasını bir araya getiren Rabat merkezli bu yeni yönetim Avrupalılar tarafından Ebûrakrâk (veya Rabat ve Selâ) Cumhuriyeti olarak adlandırılmıştır. Bu devirde Rabat ve Selâ'da oluşturulan güçlü bir donanma sayesinde bölgedeki Portekiz ve İspanyol kuvvetlerine karşı önemli başarılar elde edildi.
Rabat ve çevresinin giderek gelişmesi Fas'ta hüküm süren Filâlî hükümdarlarının dikkatini çekti. Özellikle III. Muhammed (1757-1790) yeni gemiler inşa ettirip gerekli teçhizatı sağlamak suretiyle Rabat ve Selâ'dan Haçlı donanmalarına karşı yürütülen mücadelelere destek verdi ve halkı yanına çekmeyi başardı. Rabat'a özel bir önem veren III. Muhammed, Fas ve Merakeş'ten sonra burayı üçüncü başşehir edindi, şehirde bir saray yaptırarak burada ikamet etmeye başladı. Yeni camilerin yanı sıra okyanus tarafından gelecek Haçlı donanması tehlikesine karşı surlar ve kuleler yaptırdı. Daha sonraki bazı Filâlî hükümdarları da şehirde çeşitli imar faaliyetlerinde bulundular. Zamanla bilhassa Haçlılar'ın baskısıyla ticaretin önemini kaybetmesi ve "iki yaka" arasında çeşitli anlaşmazlık ve çatışmaların ortaya çıkması Rabat ile Selâ'nın gerilemesine sebep oldu. XX. yüzyılın başlarında bu iki şehrin siyasî ve ticarî bakımdan hiçbir önemi kalmamıştı.
19 Temmuz 1911'de Rabat ve Selâ, Fransız kuvvetleri tarafından işgal edildi. Fas'ta Fransız himayesi döneminin başlamasının (1912) ardından Fransız Mareşal Lyautey, stratejik açıdan önemini dikkate alarak yönetim merkezini Fas şehrinden Rabat'a nakletti. Fransız himayesi döneminde eski yerleşim yerinin dış kısmında (güneydoğu, güney ve güneybatısında) planı ve mimarisiyle dikkat çeken yeni bir Rabat inşa edildi. Şehir demiryolları ile güneyde Kazablanka (Dârülbeyzâ) ve Merakeş'e, kuzeyde Tanca'ya, doğuda Fas ve Cezayir'e bağlandı. 1931 yılı sayımına göre Rabat'ta 27.986 müslüman, 4218 yahudi yaşamaktaydı. 1936'da toplam nüfus 26.256'sı Avrupalı ve 57.123'ü yerli olmak üzere 83.379'a yükselmişti. Fas'ın bağımsızlığını kazandığı 1956 yılından itibaren ülkenin başşehri olmaya devam eden Rabat'ın nüfusu 2004'te 1.622.860 olup 2007'de 1.722.000 olarak tahmin edilmektedir. Günümüzde önemli bir dokumacılık merkezi olan şehir halı, battaniye ve el işi deri eşyaları ile ünlüdür.
Fas'ın önemli tarihî, turistik ve kültür merkezlerinden biri olan Rabat'ta Mevlây Süleyman (Süveyka) Camii, Câmiu's-Sünne, Ebü'l-Ca'd Camii, V. Muhammed Camii ve Türbesi, V. Muhammed Üniversitesi, Eski Eserler Müzesi, Tarihî Silâhlar ve Giyim Müzesi, binlerce yazma eserin yer aldığı halk kütüphanesi, Haseniyye Kütüphanesi yanında çok sayıda saray, hamam ve türbe bulunmaktadır. Rabat aynı zamanda Mağrib Birliği'nin ve İslâm Konferansı Teşkilâtı'na bağlı İslâm Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı'nın merkezidir.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ