Öziçe Nerededir? Öziçe Hangi Ülkede
Belgrad’ın 180 km
Belgrad'ın 180 km. güneybatısında, Morava ırmağına dökülen Detinje'nin (Cetinye) dar vadisinde Saraybosna demiryolu kavşağında ve Belgrad'dan Valjevo ve Prijepolje üzerinden Adriyatik kıyısındaki Bar Limanı'na kadar giden önemli demiryolunun geçtiği yerde bulunur. Burası, Osmanlı hâkimiyeti sırasında yüksek bir tepede yer alan Ortaçağ döneminden kalma kalenin eteğinde küçük bir kasaba iken gelişerek cami, mescid ve tekkeleriyle, geleneksel el zanaatlarıyla önemli bir müslüman-Türk şehrine dönüşmüştür.
Öziçe (Užice) çevresinin yerleşim tarihi çok eskilere dayanır. Mahallî kazılarda ele geçirilen pek çok İllirya bulgusu bu durumu ispatlar. Ortaçağ'a ait kalenin olduğu yerde kökü Roma dönemine inen Municipium Capedunum adlı küçük bir şehir bulunmaktaydı. Bu isim Keltçe'den gelmekte olup günümüzde kazılarla ortaya çıkarılan bazı Latin yazıtlarında da geçer. Slav ve Avar işgalleri esnasında 600 yıllarına doğru bölgedeki Roma yerleşimi nihayete erdi. Bundan sonraki 700 yıl boyunca bölgenin tarihi ve şehir hayatı hakkında bilgi yoktur.
Užice adı ilk defa XIV. yüzyılın ikinci yarısındaki yazılı kaynaklarda Župan Nikola Altomanović'e ait bir kale şeklinde zikredilir. 1373'ten itibaren, 1389'da Kosova'da I. Murad ile karşılaşan ve bu mücadelede hayatını kaybeden Knez Lazar'ın mülkiyetine girdi. Osmanlılar'ın kaleyi ne zaman ele geçirdikleri tam olarak belli değildir. Sırp kaynaklarında Osmanlı idaresine 1445'te girdiği zikredilmektedir. Ancak buranın Osmanlılar'ca son olarak 863'te (1459) alındığı tahmin edilir. Kâtib Çelebi, Fâtih Sultan Mehmed'in Bosna seferi dolayısıyla 867'de (1463) alındığını belirtir. Fetih konusuyla ilgili anlattığı ilginç bir hikâyeye göre bir papaz, idarecilerinden hoşnut olmayan yöre halkı adına Fâtih Sultan Mehmed'e giderek onu kaleyi ele geçirmesi hususunda ikna etmeye çalışmış, evlerin kaleye yakın olduğunu ve ateşe verildiği takdirde kalenin kolayca alınabileceğini bildirmiştir, Fâtih de kaleyi bu şekilde fethetmiştir. Bu tarihten itibaren kale mahallî bir paşa tarafından yeniden yapılıncaya kadar yirmi yıl süresince harabe şeklinde kaldı. Ardından evler çoğalarak yayıldı ve kasaba gelişti. İlk Osmanlı kayıtlarında ve daha sonraki derlemelerde kalenin fethiyle ilgili herhangi bir bilgi bulunmaz. Evliya Çelebi'nin bu konuda verdiği bilgi ise tamamıyla menkıbevîdir.
Şehrin fizikî yapısı ve nüfus durumuyla alâkalı ilk bilgiler 881 (1476) tarihli Tahrir Defteri'nde bulunur. Bu dönemde şehirde beşi müslüman toplam altmış dokuz hâne bulunmaktadır. Buradaki Osmanlı askerî varlığının durumu hakkında ise bilgi yoktur. Ancak 967 (1560) tarihli Tahrir Defteri'nde (BA, TD, nr. 316) Öziçe garnizonunda bir dizdar, bir kethüdâ, kâtip, imam, müezzin, serbölük ve otuz yedi muhafız olmak üzere toplam kırk üç kişinin bulunması 881'deki (1476) askerî gücün mahiyeti hakkında belirleyicidir. 1476'dan sonra devam eden kesintisiz barış döneminde Öziçe hızla gelişti, köylerden gelen göçmenlerin İslâmiyet'e girmesiyle birlikte bir müslüman şehri halini aldı ve Belgrad bölgesinin en büyük ikinci merkezi oldu. Mahallî hıristiyan nüfusun bir kısmı her şeye rağmen dinlerini muhafaza etti ve Osmanlı Devleti'nin ilk dönemlerinde nüfusları arttı. 922'de (1516) şehirde mahalle sayısı üçe yükseldi, müslüman nüfusu 129, hıristiyan nüfusu doksan beş hâneye ulaştı. Buna göre XVI. yüzyıl başında burada toplam nüfus 1100'ü geçmişti. 942'ye (1536) doğru hem mahalle sayısında hem nüfusta artış oldu. Bu tarihte altı mahalle, 295'i müslümanlara, otuz üçü hıristiyanlara ait toplam 328 hâne vardı (tahminen 1600 kişi). XVI. asrın ortalarında müslüman nüfusundaki artış neredeyse iki katına ulaşırken hıristiyan nüfusu sabit kaldı. 968 (1560-61) yılında on mahallede 597'si müslümanlara, otuz ikisi hıristiyanlara ait olmak üzere 629 hâne (yaklaşık 3000 kişi); 980'de (1572) on altı mahalle, 672'si müslümanlara, kırk dördü hıristiyanlara ait 716 hâne (3500 kişi) mevcuttu. Bu rakamlar kasabanın XVI. asır boyunca hızlı yükselişinin önemli bir göstergesidir. Bu yükselişte XVI. yüzyıl ortalarına ait kayıtlar belirleyici olmaktadır. 967 (1560) yılında 597 müslüman hânesi içinde doksan iki hânenin yeni müslüman olmuş kimselerden oluşması dikkat çekicidir. Bu ise toplam nüfusun % 15'ine karşılık gelmektedir. Söz konusu oran bölge halkının İslâmlaşma sürecinin bir asır önceden başlamış olduğuna delâlet eder. Hıristiyan halka kaleden sorumlu oldukları için vergi kolaylığı sağlanmıştı.
Hızlı fizikî gelişme cami ve mescidlerin sayısına da yansıdı. 881 (1476) yılında herhangi bir mescid veya cami ismi zikredilmezken XVI. yüzyıl başlarında iki, 942'de (1536) dört, 968'de (1560-61) yedi ve 980'de (1572) on üç cami ve mescid vardı. 980 (1572) yılı kayıtlarına bakıldığında cami ve mescid yaptıranların çoğunlukla ordudan gelen kişiler olduğu dikkati çeker. İki cami ve bir mescid voyvoda ya da bölgenin mahallî askerî kumandanı tarafından yaptırılmıştır. İki mescid bey, bir cami ise çelebi unvanlı şahıslar tarafından inşa ettirilmiştir. Ali Hoca Mescidi'nin bir medrese hocası tarafından yaptırıldığı düşünülebilir. En eski dinî bina, II. Bayezid'in mütevazi bir mescid olarak inşasını başlatıp müslüman sayısının arttığı 922 (1516) ve 942 (1536) yılları arasında tekrar yaptırılan ve camiye dönüştürülen mâbeddir. Bu yapı Evliya Çelebi'nin kale içinde olduğunu söylediği Ebü'l-feth Camii olmalıdır. Evliya Çelebi alay beyinin inşa ettirdiği şehrin en önemli camisinden de söz eder.
968 (1560-61) tarihli kayıtlar, şehrin XVI. yüzyıl ortalarındaki iktisadî durumuna dair ilginç göstergeler vermektedir. Şehrin bütün vergi miktarının sadece % 8'i altı çeşit tahıl ürününden gelmekte olup % 82'sinden fazlası şehrin dükkânlarından ve ticaretinden elde edilmektedir. Bir diğer ekonomik gösterge şehirde sayısı elli dokuzu geçen su değirmeninin varlığıdır. El sanatlarıyla uğraşan pek çok insanın mevcut bulunması da ayrıca dikkat çekicidir. Seksen hâne derici, bir düzine terzi, saraç, helvacı ve birçok küçük zanaat erbabının varlığı şehrin ekonomik bünyesi bakımından aydınlatıcıdır.
1074 (1664) yılında bölgeyi ziyaret eden Evliya Çelebi, Öziçe'nin en iyi dönemiyle ilgili oldukça renkli tasvirlerde bulunur. Şehrin tarihi hakkında verdiği bilgiler mitolojik olup folklor uzmanlarına ilginç gelecek özelliktedir. Hâne sayısıyla ilgili verdiği rakam (4800) abartılıdır. Bununla birlikte diğer bilgileri güvenilirdir. Ona göre kale içerisinde küçük Fâtih Camii bulunmaktadır. Otuz müslüman, üç hıristiyan ve bir yahudi mahallesi vardır. Onun verdiği bu bilgiler 980 (1572) tarihli kayıtlardan bu yana şehrin büyüklüğünün ikiye katlandığını göstermektedir. Alay beyinin yaptırdığı en güzel ve kurşunla kaplı tek cami ile birlikte beş cuma camii bulunmaktaydı. Bunların dışında zâviyelerdekilerle birlikte şehirde yirmi dokuz mescid vardı. Çetinye nehri kıyısında güzel bir namazgâh mevcuttu. Şehrin birkaç medresesi bulunuyordu. Üç dârülkurrâ ve iki dârülhadis (biri Alay Bey Camii'nde, diğeri Şeyh Hasan Tekkesi'nde), ayrıca on bir medrese, dokuz han, iki hamam, bir bedesten ve 1140'tan fazla dükkân zikredilir. Koca Mustafa Paşa tarafından inşa edilen ve imareti bulunan büyük bir kervansarayın yanında tüccarlar için on bir han mevcuttur. Evliya Çelebi, şehirde özellikle kitap ciltçiliği yapanlar için çok değerli olan ince deri (sahtiyan) imalâtından bahseder.
1683 ve 1690 yılları arasında Habsburg orduları Öziçe'yi iki defa işgal etti, kasaba halkı bu savaşlar sırasında büyük sıkıntı yaşadı. 1716-1718 ve 1737-1739 savaşlarında şehir tekrar Avusturyalılar'ın işgaline uğradı. Bütün bu işgal yıllarında müslümanlar ağır kayıplar verdi. 1688'de Öziçe'nin Ludwig von Baden'in askerleri tarafından ele geçirilmesi esnasında bir görgü şahidi burayı çok büyük açık bir şehir olarak tavsif eder ve Belgrad'dan yirmi "legno" uzakta dağlar arasında muhteşem bir vadide bulunduğunu belirtir (Hammer, GOR, VI, 519). 1737 Eylülünde Avusturya-Rusya'ya karşı yapılan savaş sırasında Seckendorf kumandasındaki Habsburg ordusu Öziçe'yi tekrar kuşatarak ele geçirdi; Beylerbeyi İbrâhim Paşa ve Zvornik kaptanı Mehmed tarafından 1738 Haziranında çıkarılıncaya kadar orada kaldı. En son vuku bulan Habsburg işgalinden sonraki kırk beş yıl içerisinde şehirde bazı iyileşmeler oldu. 1747-1750 yılları arasında Halvetîler'den Şeyh Muhyiddin'in dördüncü nesilden torunu olan Şeyh Muhammed hükümet ordusuna karşı müslümanlardan, Sırp hıristiyanlarından, bazı yeniçerilerle diğer bazı askerî gruplardan bir güç oluşturarak isyan etti. Şeyh Muhammed, Alay Bey Camii'nde kuşatıldıysa da buradan kurtulmayı başararak Karadağ ve Arnavutluk arasındaki dağlık kesime kaçtı. Orada Rožaj kasabasının dışında küçük Balotici köyünün yakınlarında yakalandı ve idam edildi. Onun türbesi hâlâ mevcuttur. Avusturya yıkımından sonra Öziçe kendisini toparlamaya başladı. 1789'da burada 2900 Türk ve 100 Sırp hânesi (% 96'sı müslüman Türk olan 14-15.000 nüfus) bulunuyordu. Ami Boué'ye göre XVIII. yüzyılın sonlarında Karacorce ve Sırp milislerinin şehri tamamen yıkmasından önce kasabada 5000 müslüman hânesi, elli cami ve bir medrese bulunmaktaydı. Bu rakamlar biraz abartılı olsa da Stoyançeviç'in rakamlarına oldukça yakındır (1789'da 2900 müslüman, 100 hıristiyan).
1805 Temmuzunda Sırp milisleri Öziçe'yi kuşatarak ağustos ayında zaptettiler ve Osmanlılar'ın eline geçmeden önce kasabayı tamamen yaktılar. 1807 yılının Haziranında harabe halindeki kasaba tekrar Sırp güçleri tarafından korkunç bir katliamın ardından ele geçirildi. 1813'te, daha sonraları yarı bağımsız Sırbistan'ın idarecisi olan Milan Obrenoviç'in liderliğinde Öziçe tekrar alındı. Ardından Osmanlılar kaleyi geri alarak Sırbistan içindeki en büyük garnizon haline getirdiler. Burada çoğu küçük olan ve önemli mimari özellikler taşımayan on beş cami inşa edildi. Ayrıca biri kızlara ait iki mektep açıldı. Sırplar ise bir kiliseye ve bir okula sahiptiler. Ancak şehir XIX. yüzyılın ilk yıllarındaki olaylardan sonra bir daha eski durumuna gelemedi. 1836'da Ami Boué, burada 3700 müslüman ve 700'den az Sırp sivil nüfusun var olduğunu yazar. Öziçe bu tarihte % 84'ü müslüman Türk olan bir yerdi. Boué tarafından titizlikle tesbit edilen bu sayılar şehrin gerileme sürecini açık şekilde gösterir.
1862'de büyük devletlerin baskısı sonucu Öziçe Osmanlı idaresinden çıkarılıp Sırbistan'a dahil edildi. Buradaki Türk garnizonu ve sivil nüfus, Osmanlı idaresinde bulunan Sırbistan'daki diğer şehirlerin halkı gibi göçe ve şehri terketmeye zorlandı. Büyük bir kısmı Bosna'ya gitti. 1862 tarihli bir Osmanlı kaydı buraya ne kadar insan geldiğini ve nereye yerleştiğini ayrıntılı biçimde gösterir. Şehrin boşaltılmasının ardından Türk mahallesi ateşe verildi, kale de büyük oranda yıkıldı. Dört yıl sonraki nüfusla ilgili resmî rakamlar şehrin gerilemesini göz önüne serer. Yeni Sırp göçmenlerine rağmen nüfus 1836 yılından daha azdı. 1862'den itibaren Öziçe herhangi bir İslâmî yapının yer almadığı, Orta Avrupa şehir planı ve mimari tarzında tekrar inşa edildi. Müslümanlara ait tarihî eserler arkalarından hiçbir iz bırakılmadan ortadan kaldırıldı.
Osmanlı döneminde Öziçe'de birçok kültür adamı ve şair yetişmiştir. Öziçe'nin geç dönem klasik Osmanlı edebiyatı şairlerinden en büyüğü Mi'râciyye'si ile meşhur olan Sâbit'tir. Bir diğer şair ise Zârî takma adını kullanan Mustafa Efendi'dir. Zârî'nin şiirleri Bursalı İsmâil Belîğ'in tezkiresinde bulunmaktadır. Öziçe'de yetişen diğer iki şairden biri Zikrî mahlaslı Ebûbekir Ağa'dır. Zikrî'nin şiirleri de Safâyî ve Şeyhî'nin tezkireleriyle ve Joseph F. von Hammer-Purgstall'ın Almanca çevirisinde kayıtlıdır. Zikrî, 1688'de Ludwig von Baden'in askerlerine karşı anayurdu Öziçe'yi savunurken şehid düşmüştür. Onun hocası bir paşanın oğlu olan Vuslatî Ali Bey Paşiç'tir; Semendire (Smederevo) sancağı alay beyiliği yapmış ve bazı şiirler kaleme almıştır. En iyi bilinen çalışması, 1678'de Ukrayna'da Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kumandasındaki Çehrin Seferi'ni tasvir eden 5000 beyitlik destanıdır. O da Belgrad'ın Habsburglar'a karşı müdafaası sırasında 1688 yazında şehid düşmüştür. XIX. yüzyılın ilk yarısında yetişen diğer bir şair İbrâhim Zikriya'dır. Zikriya'nın bir divanı, pek çok risâlesi, Süleyman Çelebi'nin Mevlid'i üzerine bir yorumu ve 1840 yılında kaleme aldığı Pendnâme'si vardır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra şehir yeniden yapılandırılmış ve genişleyerek yerel bir endüstri merkezi haline dönüştürülmüştür. 8 Haziran 1946 tarihinde belediye kararıyla Titovo Užice adını almış, ancak 1992'de Titovo ibaresi kaldırılmıştır. Şehrin 1991'deki nüfusu 54.000 dolayında idi. 1999'da Nato güçlerince bombalanan ve günümüzde Zlatibor idarî bölgesinin merkezi olan şehrin 2002 nüfusu 55.025 idi. Bugün uzun Osmanlı geçmişini hatırlatan tek şey, 1037 (1627-28) yılında Djetinja nehri üzerinde taştan inşa edilen, kitâbesi Cârî Çelebi'ye ait Kasapčıća Köprüsü'dür.
Kaynak: TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ