İsveç hakkında...

İskandinav yarımadasının doğu yarısını kaplayan İsveç, güney-kuzey doğrultusunda Baltık denizi ve bu denize bağlı Botni (Bothnia) körfezi boyunca uzanır; uzunluğu 1600, genişliği 400 km. kadardır. Batı ve kuzeyinde Norveç, kuzeydoğusunda Finlandiya, güneybatısında Kattegat ve Sund boğazlarıyla ayrıldığı Danimarka bulunur. Meşrutî krallıkla yönetilen ülkenin resmî adı Konungariket Sverige, yüzölçümü 449.964 km2, nüfusu 8.900.000 (1999), başşehri Stockholm (718.462 [1997]), diğer önemli şehirleri Göteborg (454.016), Malmö (248.007), Uppsala (184.507) ve Linköping'dir (131.898).

I. FİZİKÎ ve BEŞERÎ COĞRAFYA
İsveç'in kuzey yarısı, Norveç sınırını oluşturan Kjœlen sıradağlarından doğuya doğru Botni körfezine kadar alçalan geniş ve uzun bir yamaç biçimindedir (Laponya'daki Kebnekajse zirvesi, 2123 m.). Ülkenin orta kesimleri, Dördüncü zaman buzullarının derin izler bıraktığı ve göllerin fazlaca yer kapladığı bir çöküntü alanı durumundadır. Orta İsveç'i meydana getiren bu çöküntü alanının güneyinde Danimarka, Hollanda ve Belçika'daki yüzey şekillerini hatırlatan alçak ovalık kesimler uzanır. İsveç'in iklimi İskandinav yarımadasının batı yarısını kaplayan Norveç'inkinden farklıdır. Zira yarımada boyunca uzanan İskandinav dağları Norveç'te hissedilen okyanus etkilerinin İsveç'e geçmesine engel olur; bu yüzden iklim daha sert ve yağışlar daha azdır. Ortalama sıcaklıklar kuzeyden güneye ve batıdan doğuya doğru artar. Yıllık yağış tutarları ise sıcaklığın aksine kuzeyden güneye ve batıdan doğuya doğru gittikçe azalır.

Avrupa ülkeleri arasında Finlandiya'dan sonra ormanlık alanları en geniş ülke İsveç'tir (toprakların % 54'ü). Ormanların büyük bir kısmı iğne yapraklı ağaçlardan meydana gelmekle birlikte bunların arasında yayvan yapraklı ağaçlara da rastlanır. Akarsular dik eğimli yamaçlardan indikleri için kısa boylu olup ulaşıma elverişli değildir; ancak elektrik üretimine ve tomrukların yüzdürülerek belli merkezlere ulaştırılmasına uygundur. Ülkede göl sayısı fazladır; Vänern (5550 km2), Vättern (1900 km2) gibi en büyükleri güney kesimlerde bulunur. Bunlardan bazıları tektonik kökenlidir; bazıları ise yer yer moren (buzultaş) yığınlarının gerisinde oluşmuş doğal set gölleridir.

Avrupa'nın seyrek nüfuslu ülkelerinden biri olan İsveç'te km2'ye 21,6 kişi düşer. Kuzeyin tenhalığına rağmen nüfusun % 80'i, 60. kuzey paralelinin güneyinde yaşar ve kalabalık şehirlerin tamamı bu kesimde toplanmıştır. Resmî dil halkın % 90'ının konuştuğu İsveççe'dir; ikinci dili Fince teşkil eder. Büyük çoğunluk Luther mezhebine mensuptur (% 89).

Sert iklim şartları dolayısıyla topraklarının sadece % 8'i tarıma elverişli olan İsveç'te en fazla şeker pancarı, buğday, arpa, yulaf ve patates yetiştirilir. Hayvancılıkta sığır ve domuz sayısı 4 milyona yakındır; koyun sayısı ise çok daha geri durumdadır. Komşusu Norveç kadar değilse de balıkçılık, özellikle ringa avcılığı İsveç ekonomisinde önemli bir yer tutar. Ülkenin asıl ekonomik gücü orman ürünleriyle demir cevheri yataklarına dayanır. Maden kömüründen mahrum, fakat buna karşılık hidroelektrik enerjisi bakımından son derece zengin olan İsveç, kaynaklarını iyi kullanarak önemli bir sanayi ülkesi durumuna gelmeyi başarmıştır. Ülkenin yarıdan fazlasını kaplayan ormanlar çeşitli sınaî ham madde kaynağıdır. İhraç edilen mallar arasında orman ve kâğıt ürünleri başta gelir (kereste ve kâğıt hamuru ihracatın dörtte üçünü kapsar). İkinci sırada yer alan en önemli endüstri kolunu meydana getiren demir çelik üretimi ise gerekli ham madde ihtiyacını, aynı zamanda Avrupa'nın da en zengin demir cevheri damarı olan ülkenin kuzeyindeki Lapland demir yataklarından temin eder.

Ulaşım 11.200 kilometreyi bulan demiryolları, 134.000 kilometreye ulaşan karayolları ve tarifeli seferlerin yapıldığı kırk sekiz havaalanına sahip havayolları ile sağlanır. Son yıllarda önemli bir artış gösteren turizm gelirleri 3,5 milyar Amerika Birleşik Devletleri dolarının üzerindedir. Daha çok kâğıt, orman ürünleri, demir çelik, çeşitli makinelerden oluşan ihracatın ve makineler, kimyasal ürünler, petrol, gıda maddeleri, tekstil ürünlerinden oluşan ithalâtında yapıldığı ülkelerin başında Almanya, İngiltere, Norveç, Amerika Birleşik devletleri, Danimarka ve Finlandiya gelmektedir.

II. TARİH
Avcı toplulukların eski bir dolaşım ve yerleşim bölgesi olan İsveç'in diğer İskandinav halkları ile sıkı bir ilişki içinde geçen ilk tarih çağları efsanelerle doludur ve Avrupa'nın genel oluşumundan uzak bir coğrafyada tarih sahnesine çıkışı oldukça geçtir. Bu dönemde İsveç ortak mâbedleri Uppsala'da yer alan, kuzeyde Götarlar (Gautlar) ve güneyde İsveçler (Svearlar) olmak üzere iki ana bölgeye ayrılmıştır. Milâttan sonra IV. yüzyılda Germen kabilelerinin göçleriyle giderek nüfus yoğunluğu kazanmış ve çeşitli kabilelerin (Svearlar, Götarlar) kendi aralarında sürdürdükleri savaşlarla geçen uzun bir dönemin ardından Vikingler devrinde (IX ve XI. yüzyıl) nisbî bir siyasî birlik sağlanmıştır. Vikingler, VIII. yüzyıldan itibaren ticarî etkinliklerini Baltık denizinden Karadeniz ve Hazar denizine kadar yaydılar. Novgorod ve Kiev şehirlerini kurarak bilhassa Rus tarihinin oluşması ve başlamasında (Waregler ve Rurik hânedanı) etkin rol oynadılar. Özellikle 1000 yılından sonra genel bir yoğunluk kazanan ve Avrupa'nın tabii dinlerini yaşayan halklara karşı girişilen misyonerlik faaliyetleri İsveç'te de kendini gösterdi, hıristiyanlaştırma siyasî teşkilât ve hukuk dünyalarına yeni bir şekil verdi. Hıristiyanlaşanlarla eski inançlarını muhafaza eden kabile ve prensler arasındaki uzun mücadele XIII. yüzyıla kadar zorlu bir şekilde devam etti. Uppsala mâbedinin yıkılması ve burada ilk hıristiyan piskoposluğunun ihdası ile Hıristiyanlık zafere ulaştı (1164).

Tarihî seyir, krallarının tesbiti, siyasî ve içtimaî gelişmelerin takibi bu tarihten itibaren belirgin hale gelen İsveç'te, bölge halklarının bir araya getirilmesi ve birbirleriyle kaynaşması ancak Kral Waldemar döneminde (1250-1275) temin edilebildi. Zamanla çeşitli bölgelerdeki halkların âdet ve örflerine dayalı kanunlaştırmalara gidildi. Waldemar'ın kardeşi Kral Ladulas devrinde asiller zümresi ortaya çıkmış ve bunlara karşı halkın haklarını koruyan yeni kanunlar çıkarılmıştır. Asiller ve krallar arasındaki iktidar mücadeleleri XIV. yüzyılın sonuna kadar sürdü. Komşu ülkelerle gelişen münasebetler ve bir dizi çatışma neticesinde, Danimarka Kraliçesi Margarete önderliğinde Norveç ve İsveç'in iştirakiyle Kalmar Birliği'nin kurulması (1397-1434) İsveç tarihinde önemli bir merhale teşkil eder. 1434'te İsveçliler, Margarete'nin halefi XIII. Erich'e karşı ayaklandılar, iç karışıklıklar ve asiller arasındaki iktidar mücadeleleri Danimarka hâkimiyetine karşı sürdürülen eylemlerle devam etti. Gustav Vasa'nın Danimarkalılar'ı yenmesi ve İsveç'ten çekilmeye zorlaması üzerine siyasî istikrar Vasa hânedanı tarafından sağlandı (1523). Gustav Vasa idaresi malî sıkıntıyı kilise mülklerine el koyarak çözmeye çalıştı ve ruhban sınıfını vergiye tâbi tuttu. Bu kaynağı asillerle paylaşan ve onların durumunu kuvvetlendiren çeşitli reformları ile İsveç'te belirli bir hânedan ihdasında başarılı oldu ve kralların seçimle iş başına getirilme usulüne son vererek (1544) İsveç'in istikrara kavuşmasında önemli rol oynadı. Başlayan reformasyon İsveç'te kuvvetli bir akis bularak yerleşti. Polonya kralı da seçilmiş olan (1587) Johann Szigismund Vasa'nın, Katolik kilisesini üstün tutma girişimleri İsveç'te mezhep çatışmalarının çıkmasına yol açtı ve yerini amcası Karl'a (IX.) terketmek zorunda kaldı (1607). Baltık denizine açılan limanların ele geçirilmesi ve ticaret yollarının kontrol altında tutulması, Danimarka ve Moskova ile bir dizi savaşın çıkmasına sebebiyet verdi; bu savaşlar İsveç'in zaferiyle sonuçlandı. Otuzyıl savaşlarına katılması (1630-1648) İsveç'in Avrupa içinde önemli bir askerî güç olarak yükselmesini, Almanya ve özellikle Danimarka ve Polonya karşısında üstün bir duruma geçmesini, kuzeyde büyük devlet haline gelmesini temin ettiği gibi içeride de krallığın mutlak otoritesinin kurulmasına giden yolu açtı (XI ve XII. Karl devirleri: 1660-1697 ve 1697-1718). Ancak XII. Karl'ın, İsveç'e karşı Polonya ve Saksonya ile ittifak yapan Rusya'ya karşı giriştiği uzun mücadele sonunda yenilmesi (Nystad Antlaşması, 10 Eylül 1721) İsveç'in büyük devlet konumunu sona erdirdi, Rusya'nın yükselmesine ve Baltık'ta denize çıkmasına imkân verdi.

XII. Karl'ın halefi, kız kardeşi Ulrike Eleonore (1718-1720) ve bir müddet sonra tahtını bıraktığı kocası I. Friedrich devri (1720-1751), Rusya'ya karşı verilen büyük savaş ve uğranılan yenilginin bir neticesi olarak asiller meclisinin üstünlüğü ele geçirdiği, parlamentoya (Riksdag) dayalı bir idarenin yerleştiği özgürlük devri olarak nitelenmekle beraber partiler arasındaki çekişmeler İsveç'in zafiyetini telâfi etmekten uzak kaldı. 1741-1743 yıllarındaki yeni bir Rus savaşı, 1740'ta Osmanlı Devleti ile yapılan ittifakın katkısı olmadan devam etti ve Finlandiya'nın elden çıkması, İsveç'in de biraz daha zayıflaması ile sonuçlandı (Abo Barışı). III. Gustav zamanında (1771-1792) birbirleriyle çekişme halinde olan partilerin yönetimdeki etkin konumuna son verildi. Danimarka ve Rusya'ya karşı yeni savaşlara girişildi. Rusya ile olan mücadele bir Osmanlı-İsveç ittifakı gerçekleştirilmiş olarak (1789) sürdürüldüyse de istenilen başarıya erişemedi. Bununla beraber Verela Barışı ile (1790) İsveç bağımsızlığını Rusya'ya karşı korudu ve temin ettirdi.

Avrupa'da Fransız yayılmacılığı ve devrim fikirlerine karşı oluşan ortak cephe içinde yer alan İsveç, Napolyon savaşlarından zararlı çıktı ve İngiltere'ye karşı oluşturulan kıta ablukasına katılmaması neticesinde çıkan savaşlarda Fransa, Danimarka ve Rusya lehine toprak kayıplarına katlanmak zorunda kaldı. Bu gelişmeler, Kral Gustav IV. Adolf'un tahttan indirilmesiyle sonuçlanmış olmakla beraber (1809) halkın özgürlüğü doğrultusunda bir süreci de başlatmış olduğundan asillerin nüfuzunun önemli ölçüde kırılmasına yol açtı. XIII. Karl (1809-1818) Fransa'ya muhalif bir siyaset takip ederek Rusya ve Danimarka ile ittifaka girdi (1809), Napolyon'a karşı oluşturulan büyük ittifaka katıldı (1812) ve 1814'te Norveç'i ele geçirerek bir birlik oluşturdu. Vârisi bulunmayan XIII. Karl'ın ölümüyle, 1810'da veliaht ilân edilen Fransız mareşallerinden Baptiste Jules Bernadotte (XIV. Karl Johann, 1818-1844) İsveç kralı oldu.

Barışçı bir siyaset takip edilen XIV. Karl ve halefi I. Oskar (1844-1859) dönemlerinde İsveç, 1845 ceza ve miras hukukunu değiştiren yeni kanunlaştırmalar ve lonca teşkilâtının ilgası gibi liberal ve reformcu bir gelişme yaşadı, sanayileşmeye giden yolda önemli adımlar atmaya başladı. Bununla beraber liberal bir anayasa oluşturulması teşebbüsü parlamentonun muhalefetiyle sonuçsuz kaldı (1850). Kırım Savaşı'nda (1853-1856) tarafsız olmakla beraber Rusya'nın Aland adalarından çekilmesini sağlayan müttefik devletler yanlısı bir politika takip etti. 1850'den beri modern bir anayasa için verilen mücadele, vergi mükelleflerinin oylarıyla oluşan iki meclisli parlamentoya imkân veren yeni bir anayasanın kabulü ile sonuçlandı (1866). Yeni parlamento, kralın şiddetle arzu ettiği ordu reformuna destek vermeyerek hâkim durumunu ortaya koydu. II. Oscar devrinde (1872-1907) radikallerin muhalefetine rağmen Norveç ile gerçekleştirilen birlik sürdürüldü. Danimarka ve Norveç'in de katıldığı serbest mübadele ve gümrük antlaşmalarının yürütülmesine çalışıldı; gelişen sanayi ve ekonomik kalkınmaya rağmen Norveç'in İsveç ile olan birliğinden ayrılması önlenemedi (1905). I ve II. Dünya savaşlarında tarafsızlığını ilân eden İsveç savaştan sonra Birleşmiş Milletler'e üye oldu. 1971'de tek meclisli yeni bir anayasa ve seçmen yaşının on sekize indirilmesi kabul edildi. Krallık tamamen sembolik bir şekle büründürüldü.

III. OSMANLI-İSVEÇ MÜNASEBETLERİ
Osmanlı Devleti'nin ortaya çıkışından çok önce İsveç'in özellikle kutsal yerlere giden hacıları sebebiyle Şark'la ilgilendiği sanılmaktadır; zira İsveçli hacıların XII. yüzyıldan beri Filistin'e gittikleri bilinmektedir. Bu bölgenin Türkler'in hâkimiyetine girişi üzerine (1516-1517) biraz da reformasyon hareketinin etkisiyle hacıların bölgeye gitmesi yasaklandı (1529). XVI. yüzyılda Türkler'e karşı verilen mücadelelerde İsveçliler'in de yer alıp almadığı hakkında kesin bir şey bilinmemektedir. İki devlet arasında ilk resmî irtibat 1587 yılında meydana gelmiştir. İsveç Kralı III. Johann Szigismund, bu tarihte III. Murad'a yazdığı bir mektupta kendisinin Polonya tahtına olan adaylığının desteklenmesini istiyordu. Lehistan kral seçimlerini dış politikasının ve güvenliğinin önemli konuları arasında gören Osmanlı Devleti bu seçime destek vermiş ve Szigismund'un Lehistan tahtına oturmasını kolaylaştırmıştır. Kral seçim neticesini elçisi Jan Zamoyevski ile bildirmiştir. Taç giyme merasimine davet münasebetiyle tekrar gelen Zamoyevski'nin bu davetine icâbeten yapılan merasimde Osmanlı Devleti'ni Turgut Çavuş temsil etmişti.

Gayri resmî ilk ziyaretin, 1616-1617 yıllarında Bengt Benstsson Oxenstierna'nın İstanbul'a yaptığı bir gezinin teşkil ettiği kabul edilir. Bengt 1613'te Kudüs'e gitmiş ve seyahatini İstanbul'dan hareketle Anadolu'yu geçip İran'a kadar uzatmıştı. Daha sonra Gustav Adolf, 1631'de Erdel'deki elçisi Paul Strasburg'u İstanbul'a yollamış, IV. Murad'ı Bethlen Gabor'un yanında ve Avusturya aleyhinde yer almaya teşvik etmişti. O sıralarda Osmanlı Devleti Avusturya ile münasebetlerin bozulmasını uygun görmediğinden bu girişimden olumlu bir netice çıkmadı.

Kraliçe Christina zamanında (1632-1654) iki İsveçli'nin İstanbul'a geldiği bilinmektedir. Bunlardan biri, Kudüs'e giden bir hacı kimliğiyle gayri resmî bazı işlere kalkışan ve kraliçenin şüphelerini celbettiğinden kısa bir süre sonra geri dönmek zorunda kalan Bengt Skytte, diğeri ise bir İran seyahatini arkasında bırakmış olarak Güney Arabistan, Filistin ve Bağdat üzerinden 1653'te İstanbul'a gelen Nils Mathsson Köping'dir. Bunların ardından Clas Brorsson Rälamb'ın fevkalâde elçi sıfatıyla gönderilişi, geriye bir hâtırat bırakması ve Osmanlı Devleti'nin o sıralardaki durumuyla ilgili olarak bazı kayıtlar tutmasından ötürü daha ayrıntılı biçimde bilinmektedir. Notlarında, Türkler'in İsveçliler'i Frenk olarak değil Sfed olarak adlandırdıkları gibi tesbitleri dışında Türkler'in Roma'yı zaptederek papayı müslüman yapacaklarına dair boş kehanetleri göze çarpar. Rälamb, 22 Şubat 1657'de Stettin'den hareketle 14 Mayıs'ta İstanbul'a geldi ve Kral Karl X. Gustav'ın IV. Mehmed'e gönderdiği 23 Eylül 1656 tarihli mektubu teslim etti. Mektup kralın Polonya'ya elçi olarak giden, ancak İsveç tarafından yakalanan Mustafa Ağa'ya teslim edilip gönderilmiş olan 16 Haziran 1656 tarihli bir diğer mektubuna da atıfta bulunmaktaydı. Bu mektup, İsveç-Polonya anlaşmazlıklarında Kırım hanının İsveç'in yanında yer almasının temin edilmesi için kaleme alınmıştı. İsveç'e karşı şüphe ile bakan Osmanlı Devleti, gerek Rälamb'a gerekse kendisine yardım etmek üzere gönderilen Gotthard Welling'e her türlü zorluğu çıkardı. 22 Ocak 1658'de bunlar herhangi bir başarı elde edemeden geri döndüler. Bu devirde İsveç ve Osmanlı devletleri arasında dostane münasebetlerden söz etmek pek mümkün değildir ve II. Viyana Muhasarası ile başlayan Türk savaşlarına İsveçliler'in de katılmış olduklarına dair kayıtlar vardır.

XII. Karl ile (Demirbaş Şarl), İsveç-Osmanlı devletleri arasındaki münasebetler kalıcı bir gelişme gösterdi. İsveç'in İstanbul'da bir elçilikle temsil edilmesi daha II. Mustafa devrinde düşünülmüştü. XII. Karl'ın Ruslar'a karşı yaptığı başarılı mücadeleleri Özü muhafızı Yûsuf Paşa tarafından Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'ya bildirildiğinde krala bir elçi gönderilerek irtibata geçilmesi işi sadrazam tarafından Yûsuf Paşa'ya havale edilmiş ve Yûsuf Paşa 1707'de Yergöğülü Mehmed Efendi'yi bu amaçla Thorn'a yollamıştı. Böyle bir irtibatı önce yadırgayan kral daha sonra İstanbul'da bir elçilik açılması, Rusya'ya karşı askerî yardımda bulunulması, İsveç tüccarları için ticaret serbestîsi ve Garp ocaklarının saldırılarının önlenmesi gibi hususları içeren mukabil bir mektupla cevap vermiştir. Osmanlı Devleti'nin bunları kısmen uygun görmesi üzerine yazışmalar sürdürüldü. Kralın ancak, 1708-1709 kışında Büyük Petro'ya karşı verdiği mücadele esnasında Ukrayna'da içine düştüğü sıkışık durum karşısında Osmanlı Devleti ile ciddi bir dayanışmayı gerekli gördüğü, başbakan Karl Piper ile Yûsuf Paşa arasındaki yazışmaların çokluğundan anlaşılmaktadır. İstanbul'da ise III. Ahmed'in böyle bir fikre sıcak bakmadığı, hatta Kırım hanının İsveç kralına yardımda bulunmaması için uyarıldığı bilinmektedir. Bu anlamda Kırım hanına verilen emirlerden haberi olmayan kralın, yardım beklentisi içinde Poltava'da üstün Rus kuvvetleriyle savaşa tutuşmayı göze almış olması (8 Temmuz 1709) kuvvetle muhtemeldir.

Poltava hezimetinden sonra Karl önce Dinyeper kıyısında bir Kazak kalesi olan Perevomotjna'ya sığındı. Ardından Tatarlar'ın kendisini ortada bırakmış olmalarından ötürü Kırım yerine Özü'ye yönelmeyi tercih etti ve kale kumandanı Abdurrahman Paşa'nın kendisini kabul etmek hususunda çıkardığı zorlukları aşarak kaleye sığındı. Buradan, Martin Neugebauer'i bir dostluk ve ticaret antlaşması yapılması ve mümkünse Rusya'ya karşı yardım temini amacıyla İstanbul'a gönderdi. Kendisi de Özü'den Bender'e geçerek Yûsuf Paşa ile buluştu (8 Ağustos 1709). 28 Ağustos'ta İstanbul'a varan Neugebauer, iki devlet arasında diplomatik münasebetlerin henüz tesis edilmemiş olmasından ötürü III. Ahmed'in huzuruna çıkamadıysa da 7 Eylül'de sadrazam tarafından kabul edildi ve kralın mektubunu ona sundu. Uzun bir bekleyiş ve kralın gönderdiği pek çok mektuptan sonra nihayet Neugebauer elçi olarak resmen tanındı ve 8 Ekim'de, kendisine yardım için gönderilmiş bulunan Stanislaus Poniatovski ile birlikte padişahın huzuruna çıkabildi. Kralın mutemedi Poniatovski'nin gayretleri neticesinde İstanbul'da Rusya karşıtı bir cephe oluşmaya başladı. Eylül 1709'da Ruslar'ın, 1000 kişilik bir İsveç kuvvetini Türk sınırları içindeki Çernovitz yakınlarında basmaları üzerine gelişen krize rağmen Rusya ile arzulanan savaş hali zuhur etmedi. Osmanlılar, Neugebauer ve Poniatovski'nin bütün gayretlerine rağmen Rusya ile mevcut olan barışı yenileyerek uzattılar.

1710 yılında İsveç elçileri, Rusya ile barış halinin devamından yana olan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın azlini sağlamayı başardılar. Köprülüzâde Nûman Paşa'nın kısa sadâretinden sonra bu göreve getirilen Baltacı Mehmed Paşa ile işler İsveç'in beklentileri doğrultusunda gelişti ve 1710 Kasımında toplanan Osmanlı meşveret meclisinde alınan savaş kararı 1711 Şubatında kesinleşti. Aynı yılın temmuz ayında Rus çarı Prut'ta kıstırıldı. Kâğıt üzerinde talep edilen şartların kabulü ile çarın zor durumdan kurtulması, XII. Karl'ın mutlak zaferle biten böyle bir savaştan beklediklerinden çok uzaktı. Kralın, 13 Temmuz'da sadrazamla yaptığı ve ağır bir şekilde icraatını tenkit ettiği görüşme neticeyi değiştirmedi ve Ruslar'la 22 Temmuz'da barış antlaşması yapıldı. Rus barışı ve İsveç kralının şikâyetleri Baltacı'nın azline yol açtıysa da halefleri Ağa Yûsuf ve Silâhdar Süleyman Paşa sadâretlerinde de durumda herhangi bir değişiklik olmadı.

Bu gelişmelerden sonra barışın korunmasında önemli bir engel olarak görülmeye başlanan kralın Bender'den ayrılması istendi ve bunun için çeşitli baskılar uygulandı. Bu arada Prut Antlaşması'na riayete zorlamak amacıyla 12 Kasım 1712'de Rusya'ya karşı ilân edilen savaş Petro'nun tâvizkâr siyasetiyle kuvveden fiile çıkmadı. 1713 başlarında Karl'ın Bender'i terketmesi, 12 Şubat'ta meydana gelen silâhlı bir çatışma ve zorlama ile gerçekleşti (İsveç okul kitaplarında da yer alan "Kalabalık" olayı, "Kalabaliken i Bender") ve kral bu nâhoş olay üzerine gözetim altında zorla Edirne'ye getirildi. Bu hareket İstanbul'da büyük bir tepkiye yol açtı ve şeyhülislâm, sadrazam, Kırım hanı ve Bender muhafızının azilleriyle neticelendi. Bir yıldan fazla Dimetoka'da mecburi ikamete tâbi tutulan kral, 12 Temmuz 1714 tarihli mektubu ile memleketine dönmeye hazır olduğunu bildirdiğinden Ağustos içinde kendisine dönüş izni verildi. 19 Eylül'de yola çıkıp 11 Ekim'de memleketine ulaştı.

Kralın Osmanlı topraklarında yaptığı büyük borçların tasfiyesi uzun zaman almıştır. Osmanlı Devleti krala verilmiş olan devlet borçlarını uzun süre istememişti. Borçların unutulduğunun zannedildiği bir sırada, konuyu dile getirmek üzere 9 Haziran 1727'de Kozbekçi Mustafa Ağa elçi sıfatıyla yanında diğer pek çok alacaklı olduğu halde Stockholm'a gitti. Osmanlı Devleti, İsveç'ten kralın borçlarına karşılık 2000 kese (1 milyon İsveç taleri) talep etmekteydi. Ayrıca iki devlet arasında bir ticaret antlaşmasının akdi ve İstanbul'a bir İsveç elçisinin gönderilmesi arzulanmaktaydı. İstanbul'a XII. Karl tarafından elçi olarak gönderilen Neugebauer, Şubat 1711'de Bremen'e tayin edildiğinden yerini Thomas Funck almış, Funck 15 Kasım 1713'te ölünce başka bir tayin yapılmamış ve işlerin Fransız elçisi Marquis Désalleurs vasıtasıyla yürütülmesi tercih edilmişti. XII. Karl'ın 1718'de ölümünden bir yıl sonra İstanbul'a Perman'ın elçi olarak yollanması düşünülmüşse de adayın bunu kabul etmemesi üzerine söz konusu teşebbüs neticesiz kalmıştı. Osmanlı hükümetinin talebi üzerine 1727'de Hamburg'da İsveç elçisi olan Graf Reenstierna'nın elçi olarak gönderilmesine karar verildi, ancak bu defa da adı geçen kişi yola çıkamadan öldü. Borçların hemen ödenmesine ise İsveç'in içinde bulunduğu malî sıkıntı sebebiyle imkân görülmemekteydi. Bunun üzerine Mustafa Ağa 2 Ağustos 1728'de geri dönmek zorunda kaldı.

1 Nisan 1733'te gönderilen Mehmed Said Efendi para meselesi yanında İsveç ile bir ittifak yapılmasına ağırlıklı olarak eğildi. Borcun tamamının tahsil edilmesini mümkün görmediğinden iki devlet arasındaki dostluktan ötürü istenen meblağın yarısına da razı olunduğunu dile getirdi. Buna rağmen Mehmed Said Efendi de herhangi bir ödeme yapılmasını sağlayamadı ve 24 Temmuz 1733'te geri döndü; İsveç'ten ancak gerektiğinde Rusya ile savaşma ve İstanbul'a bir elçi yollama sözü alabilmişti.

Nisan 1734'te İstanbul'da maslahatgüzar olarak görevlendirilen Karl Fredrik von Höpken ve Ifwar Karlson vasıtasıyla İsveç'e borçların yarı yarıya tenzil edilebileceği bildirildi. Tamamından vazgeçilebileceği ümidiyle bu teklife olumlu cevap verilmemekle beraber Polonya'da vazife görmekte olan Karl Rudenschöld İstanbul'a elçi olarak tayin edildi, ancak o da İstanbul'a gitmedi. İlişkileri yürütmekte olan Fredrik von Höpken ve Karlson ile yapılan görüşmeler neticesinde 10 Ocak 1737'de iki devlet arasında bir ticaret antlaşması, 4 Ocak 1740 tarihinde de bir ittifak antlaşması yapıldı. Bu ittifak antlaşması ile İsveç'e malî yardımda bulunulması öngörülmekle beraber XII. Karl'ın borçlarından vazgeçilmiş değildi. Borç meselesi uzun görüşmeler ve pek çok rüşvet neticesinde nihayet çözüldü. Buna göre İsveç, tam teçhizatlı ve yetmiş iki toplu bir savaş gemisiyle 30.000 süngülü tüfek, biri havan olmak üzere yedi top yollayarak XII. Karl'ın borçlarını ödemiş olacaktı. Gerçekten yetmiş iki toplu ve Sverig adını taşıyan gemi yola çıkarılmışsa da Cebelitârık'ta batmış, ancak otuz iki toplu Patrioten gemisi 10.000 tüfek yüklü olarak 11 Şubat 1739 tarihinde İstanbul'a gelebilmiştir. Görüşmeler ve ödenen rüşvetler sonucunda alacak 19.000 tüfeğe indirildi ve XII. Karl'ın imzaladığı borç senedi iade edildi. Senet, Albay Malcolm Sinclair ile yola çıkarıldıysa da bunun Silezya'da öldürülmesi üzerine (17 Haziran 1739) Ruslar'ın elinde kayboldu. Daha sonra Hamburg'da ortaya çıkan senet Nisan 1740'ta İsveç'e getirildi. Aynı yıl Ulrika adını taşıyan bir İsveç gemisi 6000 tüfekle İstanbul'a gelmiş, ağır rüşvetler neticesinde geri kalan 13.000 tüfekten vazgeçilmiştir.

Höpken ve Karlson 1745'te İstanbul'u terkettikten sonra Gustav de Celsing İsveç elçiliğine tayin edildi; ancak o da 1770'te yerini kardeşi Ulric de Celsing'e bıraktı. Bu iki kardeşin babaları olan Gustav de Celsing, daha önce XII. Karl'ın isteği üzerine Türkçe öğrenmek üzere Bender'den İstanbul'a yollanmış; Eylül 1711'de Türkçe olarak yazdığı ve Sadrazam Baltacı Mehmed Paşa'nın tutumundan şikâyet ettiği bir mektubu, Türk kıyafetine bürünmüş olarak cuma namazı için camiye girmekte olan III. Ahmed'e vermeyi başarmıştı. Baba ve iki oğul olarak uzun zaman İstanbul'da hizmet veren bu ailenin zengin resim koleksiyonu ve kütüphanesi günümüze ulaşmış bulunmaktadır. Ulric'in Arapça, Türkçe ve Farsça eserlerden oluşan kütüphanesi Uppsala Kütüphanesi'ndedir. Ulric'i 1782-1791 arasında Gerhard Johan Balzar von Heidenstam, kısa bir müddet için Pehr Olof von Asp ve 1796-1799 yıllarında Ignatius Mouradgea d'Ohsson takip etmiştir. İsveç'in 1757'den beri içinde küçük bir kilisesi bulunan bir sefârethânesi vardı.

1741-1743 İsveç-Rus savaşı esnasında Osmanlı Devleti iki devlet arasındaki ittifaka rağmen müdahil olmadı. Bu sıralarda Prusya ile Osmanlı Devleti arasında ilk temaslar İsveç vasıtasıyla kuruldu ve yürütüldü. II. Friedrich, Osmanlı Devleti ile kurmak istediği siyasî ilişkilerde İstanbul'daki İsveç temsilcileri Höpken ve Karlson'un yardımlarından faydalanmıştır. Nitekim II. Friedrich'in ilk yazışmaları bunların vasıtasıyla oldu. İsveç ve Prusya arasındaki hısımlığın da bu konuda yardımcı bir unsur olduğu anlaşılmaktadır. Zira II. Friedrich'in kız kardeşi Ulrike Luise, 1744'ten beri sonradan İsveç kralı olacak olan Adolf Friedrich ile evliydi. Bu evlilik o zaman İsveç kralı tarafından Bâbıâli'ye resmen bildirilmişti. Prusya'yı da Osmanlı-İsveç yakınlığına çekebileceği düşüncesinde olan Bâbıâli bu izdivacı memnuniyetle karşılamış ve Sadrazam Hasan Paşa, İsveç kralına bir tebrik mektubu ile mukabele etmişti. Özellikle Avusturya'ya karşı, Osmanlı Devleti ile birlikte İsveç ve Prusya'nın müşterek hareket etmesinin icap ettiğini düşünen Bonneval Ahmed Paşa'nın başını çektiği ve Avusturya ile barışın muhafazası taraftarı olan Şeyhülislâm Pîrîzâde Mehmed Efendi'nin rakibi sayılan Rumeli Kazaskeri Ebûishakzâde Esad Efendi'nin de dahil bulunduğu bir grup, Protestanlar'ın Katolikler'e nazaran daha az mutaassıp olduklarından ve Katolikler'e karşı Türkler gibi amansız bir mücadele içinde bulunduklarından bahisle Osmanlı Devleti'ni İsveç ve Prusya ile ortak hareket ettirmeye çalışmaktaydılar. Esad Efendi, İsveç elçisi Karlson'a bu evliliğin bizzat II. Friedrich tarafından da Bâbıâli'ye bildirilmesini teklif etmekteydi. Bonneval'in ise İsveç ile sıkı bir yazışma trafiği içinde olduğu bilinmektedir. 1755'te resmî ilişkilerin kurulması için II. Friedrich'in yaptığı teşebbüsler ve gizlice bir adamını yollamasıyla ilgili faaliyetlerinde, o sırada İsveç başbakanı olan eski İstanbul elçisi Höpken ile İstanbul'daki İsveç temsilcisi Gustav de Celsing faal rol oynamışlardır. Gizlice gönderilen Rexin, Celsing'in yardımını sağlamış olarak Bâbıâli ile irtibata geçebilmiştir. Bütün görüşmeler ve yazışmalar yine Celsing tarafından sürdürülmüş ve Bâbıâli, 1755-1760 yılları arasında Prusya ile yapılan gizli görüşmelerde İsveç'i muhatap almıştır.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tahta çıkış, evlenme gibi münasebetlerle devam eden resmî yazışmalar, asrın son çeyreğinde Rusya'nın bu iki devleti de tehdit eden genişleme politikası doğrultusunda tekrar ciddiyet kazandı. XII. Karl zamanında Ruslar'a karşı sürdürülen savaş (Kuzey Savaşı) 1721 Nystad Antlaşması ile son bulduğunda, 1699 Karlofça ve 1700 İstanbul antlaşmalarını imzalayan Osmanlı Devleti gibi İsveç'in de kuzeyde büyük bir güç olma hali sona ermiş ve iki devletin bu bölgedeki üstün durumu, yerini Avusturya ile Baltık ve Azak denizine çıkma başarısını gösteren Rusya'nın yükselişine bırakmıştır. 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşı İsveç tarafından yakından takip edilmiştir. 1770'te Rus donanmasının Cebelitârık'tan geçerek Akdeniz'e girmesi, Osmanlı Devleti'nin İspanya ve Fas ile yakınlaşmasını icap ettirdiği gibi, Rus filosunun Baltık'tan çıkış noktasını teşkil eden Sund Boğazı'nın İsveç tarafından kontrol edilmekte olması İsveç ile de sıkı bir iş birliğine girilmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. 1783'te Kırım'ın Rusya tarafından ilhakı, III. Gustav'a Osmanlı Devleti ile müştereken Rusya'ya karşı savaşma ümitlerini verdi ve 1787'de başlayan Osmanlı-Rus (ve Avusturya) savaşı 1788-1790 İsveç-Rus savaşı ile zaman zaman kesişti ve beraber gelişti, nihayet ortak düşmana karşı verilen mücadele iki devlet arasında tekrar bir ittifak antlaşmasını gündeme getirdi. 11 Temmuz 1789 tarihinde yapılan antlaşma, Osmanlı Devleti'nin İsveç'e savaşa katkı payı olmak üzere para yardımı yapmasını öngörmekteydi ve taraflar birbirlerini yüzüstü bırakan herhangi bir müstakil barışa yanaşmayacaklardı. İki devlet arasındaki ittifaka, İsveç'in Rusya ile barışa yanaşmış olmasına rağmen 1790'da Osmanlı-Prusya ittifakının yapılması ile yeni bir canlılık getirildi ve İsveç'in savaşa devamını temin gayesiyle büyük paralar ödenmesinden kaçınılmadı. Bu arada askerî teknik yardımda bulunmak üzere Georg Joseph von Brentano İstanbul'a gönderildi. Buna rağmen savaşın gidişi İsveç'i müstakil bir barışa mecbur bıraktı ve 15 Ağustos 1790'da Bâbıâli'nin hayal kırıklığı ve infialine yol açmış olarak Verela Barışı ile savaştan çekildi. İttifak antlaşması ile öngörülen ödemelerin geri kalan taksitlerinin tediyesinde ısrar edilmesi, özellikle Mouradgea d'Ohsson'un elçiliği sırasında iki devlet arasında yoğun temaslara yol açtı. Bununla beraber Osmanlı Devleti, antlaşmaya riayet edilmemesi ve tek taraflı olarak savaştan çekilip ayrı bir barış yapılmış olması gibi haklı gerekçelerle herhangi bir ödemeye yanaşmadı.

III. Selim devri yeniliklerinde hizmeti geçen İsveçliler önemli işler başarmışlardır. Brentano, savaş esnasında Rusya ile seferin sevki hakkında ve diğer askerî konularda çeşitli raporlar hazırlamıştır. Brentano, Nizâm-ı Cedîd'le ilgili lâyiha vermesi istenen zevat içinde olup lâyihası askerin Avrupa tarzında tâlim ve terbiyesi ve düzenlenmesine dairdir ve III. Selim kendisini ismen sorduracak kadar yakından tanımaktadır. Aynı şekilde yine İsveç elçiliğinde vazife görmekte olup daha sonraları elçi olarak tayin edilecek olan Mouradgea d'Ohsson'un da özellikle bir kara mühendishânesi kurulması gerektiğine dair lâyiha takdim ettiği bilinmektedir. İsveçli mühendisler içinde Fredrik Ludvig Af Klinteberg gemi yapımında ve gemi inşa mühendisleri yetiştirilmesinde, Rhode ise Haliç'teki büyük havuzun inşasında başlıca hizmet gören mühendislerdir. Elçilik görevini sürdürmekte olan Mouradgea d'Ohsson'un İstanbul'da ihtilâl Fransa'sının temsilcileriyle yakın ilişkiler içine girmesi ve Fransa'nın Mısır'a saldırması üzerine (2 Temmuz 1798) gelişen olaylarda Fransa yanlısı bir siyaset izlemesi, neticede kendisinin "istenmeyen adam" ilân edilmesine yol açmış ve yerine Osmanlı Devleti'nin talebi doğrultusunda "gerçek bir İsveçli" olarak Karl Gustav von König'in İstanbul'a elçi tayin edilmesi sağlanmıştır (1799).

XIX. yüzyılın ilk on senesinden sonraki yıllarda iki devlet arasında önemli gelişmeler kaydedilmedi. İstanbul'daki İsveç elçiliği zaman zaman temsilcisiz kaldı, hatta hiç yollanmaması dahi gündeme geldi. 1818'de yanan elçilik binasının tekrar inşası bile ancak 1870'te gerçekleşti. Bu devir ilişkilerine genelde ekonomik meseleler ve yapılan ticaret antlaşmaları hâkim oldu. İsveç'in, 1812'de Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1806'da başlayan savaşın Bükreş'te bir barış antlaşması ile sonuçlanması aşamasında, Napolyon'a karşı İngiltere ve Rusya'yı da içine alacak dörtlü bir ittifak arayışı içine girmesi bu dönemin son siyasî temaslarındandır. Barışın bir an önce akdi ve böyle bir ittifakın tahakkukunu temin için Arvid David Hummel ve General Johan Henrik Tawast 23 Haziran 1812'de İstanbul'a gelirlerse de Ruslar'la yapılan görüşmelerin neticelenmek üzere olması barış akdinde İsveç temsilcilerinin bir rol oynamalarını imkânsız kılar, ittifak girişimleri ise olumlu bir sonuç vermez. 1853-1856 Kırım Savaşı esnasında İsveç dış politikasını İngiltere ve Fransa çizgisine çekip 21 Kasım 1855'te Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu bu devletler grubu ile bir ittifaka girerek Rusya'ya karşı tavır almıştır.

Ticarî Münasebetler. 10 Ocak 1737 tarihli ilk ahidnâme ile Osmanlı topraklarında ve denizlerinde ticaret yapma hakkına kavuşan İsveç antlaşmayı daha sonraki yıllarda da (1783 tarihli ticaret ve dostluk antlaşması) yenilemiş ve güncelleştirmiştir. Bu antlaşma sayesinde İsveç zamanla Mısır'da (Reşîd, İskenderiye), Girit (Kandiye), İzmir, Halep, Balyabadra, Rodos, Antakya, Kıbrıs, Selânik, Eğriboz, Sayda gibi limanlarda konsolosluklar açarak Doğu'daki ticarete katılmıştır. Garp ocaklarının saldırılarına ve korsanlara karşı koruma sağlayıp bu ocaklarla müstakil antlaşmalar yapmıştır. Bununla beraber iki devlet arasındaki ticaretin tek taraflı olarak işlediği ve pek önemli olmadığı anlaşılmaktadır. Daha ziyade İzmir, İskenderiye gibi Akdeniz limanlarında görülen İsveç gemileri genelde tahıl, adalardan ise üzüm ve şarap yüklemekteydiler. III. Selim zamanında iki devletin müttefik sıfatıyla Rusya'ya karşı verdiği mücadelede, Mora'dan İsveç'in buğday ihtiyacının karşılanması için 80.000 kilelik bir bağışta bulunulması hububat ithalinin önemini aksettiren örneklerdendir (BA, HH, nr. 9787, 9800). Karadeniz ticaretine katılmaları, diğer büyük ve küçük Avrupa devletlerine yasaklandığı gibi kendileri için de mümkün değildi. İsveç, İstanbul'a kadar gelen ticarî gemi yoğunluğunun çok az sayılarda olmasına rağmen Karadeniz ticaretine de izin verilmesi için 1805'te Bâbıâli'ye başvurmuştur. Bu talep Rusya tarafından da desteklenmekteydi. Dolayısıyla ticarî anlamdan ziyade Karadeniz'in Avrupa devletlerinin ticaretine açılmasını istemekte olan Rusya'nın siyasî hesapları ön planda görülmektedir. Baltık'tan yola çıkarak İstanbul önlerine kadar gelen İsveç gemilerinin Rus bandırası ile Karadeniz'e çıkabilme imkânları da bu trafiğin yılda beş on gemiyi geçmemesinden ötürü fazla bir önem taşımamaktaydı. Bu görüşler doğrultusunda ve geçmişteki ittifak ve dayanışmanın da dile getirilmesiyle İsveç'in Karadeniz ticaretine katılması 4 Ekim 1805 tarihli bir ruhsatla ve şartsız olarak tahakkuk etmiştir. 1812 Bükreş Antlaşması'ndan sonra Karadeniz'e çıkış izni verilen diğer küçük devletlere özellikle İstanbul'un iâşesine ferahlık getirebilecek bazı mükellefiyetler yüklenmek istenmesi, ötekileri yanında İsveç'le de uzun görüşmelerde bulunulmasını gerektirmiştir. Karadeniz'e çıkışın şartlı veya şartsız mı olması gerekeceği ve bu çıkış hakkının aslında yapılmış olan antlaşmalarla sağlanmış olduğu hakkındaki iddialar, önemsiz bir ticarî faaliyete rağmen 1825 yılına kadar sürüp gitmiştir. Nihayet 1825 Şubatı başlarında, geçişlerde gemi yüklerinin İstanbul'daki ihtiyaca göre ve karşı tarafın rızâsı dahilinde satın alınmasını öngören bir müzekkere tanzim edilerek İsveç temsilcisine verilmiş ve 28 Mayıs 1827 tarihinde bu denizde serbest ticaret hakkını sağlayan bir antlaşma yapılmıştır. 1829 Edirne Antlaşması ile Karadeniz'in bütün devletlere şartsız olarak açılması üzerine bu tür engelleme ve uygulamalar sona ermiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra İsveç gemileri genelde, İngiltere'den aldıkları maden kömürünü Rusya'ya taşımakta ve karşılığında Rusya'dan yükledikleri buğdayı Akdeniz'e geçirmekteydiler (BA, Cevdet-Hariciye, nr. 5361 [31 parça gemi için 1871 tarihli 5 adet izn-i sefîne talebi]). İsveç'in İskenderiye ve İzmir limanlarındaki ticarî faaliyetleri ise büyük değildir. Demir ve kereste karşılığında genelde tahıl ve özellikle çavdar satın almaktaydılar. 1870'lerde Mısır'da üretilmekte olan pamuk ayrıca ilgi alanlarına girmiştir.

XIX. yüzyıl boyunca iki devlet arasındaki münasebetler bir dizi ticarî ağırlıklı antlaşmaların yapılmasıyla sürdü. 31 Ocak 1840 tarihli ticaret antlaşması ile İsveç en fazla mazhariyete sahip devletler safına katıldı ve daha önceki antlaşmalarla edinmiş olduğu ticarî hakları tasdik edildi. 13 Temmuz 1841 tarihli Londra Boğazlar Mukavelenâmesi uyarınca Boğazlar'ın kapalılığı antlaşmasına katıldı (5 Temmuz 1842). 18 Mayıs 1851'de bir ticaret tarifesi akdedildiği gibi 5 Mart 1862'de yeni bir ticaret ve seyrisefâin antlaşması yapıldı. Bâbıâli'nin Ağustos 1863'te yabancı konsoloslar hakkında ilân ettiği beyannâme İsveç için de geçerliydi ve 6 Haziran 1867 tarihli olarak İsveç tarafından ilân edilen bir beyannâmeyle Osmanlı topraklarında bulunan İsveç konsoloslarının yabancılara himaye hakkı tanımaları yasaklanmış ve bu hak yalnızca İsveç hükümetine verilmiştir. 10 Haziran 1867'de çıkarılan, yabancıların Osmanlı Devleti'nde mülk edinmeleriyle ilgili kanun gereği İsveç'le 13 Haziran 1868'de bir protokol yapılmıştır. 9 Temmuz ve 21 Ağustos 1894 tarihli notalarla gemilerin tonajları tayin edilmiş, 3 ve 21 Mayıs 1907 tarihli antlaşmalarla, 5 Mart 1862 ticaret antlaşmasında % 8 olarak düzenlenmiş bulunan ve ithal mallardan alınan gümrük vergisi % 11'e yükseltilmiştir.

Kültürel Münasebetler. XII. Karl'ın mecburi ikameti, pek çok İsveçli seyyah ve bilginin Şark'a ait seyahat ve incelemelerde bulunmasına fırsat vermiş olmasından ötürü, bu dönem ayrıca iki ülke arasındaki kültürel münasebetlerin gelişmesinde önemli roller icra edecek birtakım değerli çalışmaların meydana getirilmesine vesile olmuştu. Albay Cornelius Loss, Yüzbaşı Konrad Sparre ve Teğmen Hans Gyllenskeep bu alanda ilk isim bırakanlar arasında yer alır. Bunlar 1710'da İstanbul'a gelmişler ve Kudüs'e kadar giderek Nisan 1711'de tekrar geri dönmüşlerdir. Loss, Palmira harabelerini ilk keşfedenlerdendir ve Cîze'deki piramitleri de resmetmiştir. Çizimlerinin büyük bir kısmı Bender'deki "Kalabalık" olayı esnasında kaybolmuş olmakla beraber bir kısmı İsveç Millî Müzesi'ndedir. İsveç ordusunda saray vâizi olarak bulunan, daha sonra da İstanbul'da Martin Neugebauer'in elçilik papazı sıfatıyla görevini sürdüren Michael Eneman Türkçe ve Arapça öğrenmiş, Türkler'in ve Rumlar'ın dinlerini incelemiştir. Ağustos 1711'de başladığı gezilerinde İzmir üzerinden Mısır'a, oradan da Kudüs, Şam, Kıbrıs'a kadar gitmiş ve Haziran 1713'te tekrar İstanbul'a dönmüştür. Osmanlı Devleti'nin ekonomik durumuna da eğilmiş olmakla beraber daha ziyade gayri müslimler üzerinde durmuş, Türk ordusu, saray, din, hukukî ve idarî yapı hakkında tesbitlerde bulunmuştur. Yine bu dönemde Perman, J. Matthaeus Norberg ve Sten Arfvidsson Sture harem, Sven Agrell ise saray hakkında eserler vermiş, Sture, Perman ve Celsing geniş bir Osmanlı tarihi yayımlamaya niyetlenmişlerse de bu gerçekleşmemiştir.

XII. Karl'ın bulunduğu süre içinde pek çok İsveçli Osmanlı topraklarında mekân bularak hayatını burada devam ettirmiştir. Birçok seyyah ve İsveç dostluğuna riayeten fidyeleri ödenerek serbest bırakılan, devletin dört bir tarafına dağılmış İsveçli esirler bu grubu zenginleştirir. Seyyahlar ve şarkiyatçılar gezmeyi ve eser vermeyi daha sonraki dönemlerde de sürdürdüler. Osmanlı bilginlerinin eserleri, bu arada özellikle Kâtib Çelebi'nin Cihannümâ'sı epey ilgi çekmiş ve takdir toplamış görünmektedir. 1734-1736 ve 1743 yıllarında gelen Johann Otter seyahatnâmesinde bu eseri hararetle tavsiye eder. 1779-1780 yılları arasında İstanbul'da bulunan Türkolog J. Matthaeus Norberg'in Cihannümâ tercümesi eksik olarak 1818'de yayımlanır. 1749'da Friedrich Hasselquist Filistin'e kadar uzanan bir seyahat yapar ve anılarını kitap haline getirir. 1776-1779 arasında büyük bir geziye çıkan Jacop Johan Björnståhl seyahat notlarını neşreder. İsveç elçiliği baştercümanlığında bulunan (1768), daha sonra da bizzat elçiliğe yükseltilmiş olan (1796), aslen Osmanlı Ermeni vatandaşı Ignatius Mouradgea d'Ohsson, Osmanlı hukuk sistemini ele alan İbrâhim el-Halebî'nin Mülteḳa'l-ebḥur'unu tercüme ettiği ve bir Osmanlı tarihi kısmı da ilâve ederek hazırladığı, özellikle gravürleriyle değer kazanmış olan meşhur eseri (Tableau général de l'Empire Othoman, I-III, Paris 1787-1820; I-VII, Paris 1788-1824) bu konudaki faaliyetler arasında mümtaz bir yer alır ve önemini günümüze kadar sürdürür.

XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı topraklarında yapılan seyahatler ve dolayısıyla Osmanlı dünyasıyla ilgili çeşitli eserlerin neşri devam etmiştir. 1818'de İstanbul'da elçilik vâizi olan Jacob Berggren'nin Suriye, Filistin ve Mısır'a yaptığı gezi özellikle botanik ilmine önemli bir eser kazandırdı. Johan Hedenborg 1825'te elçilik doktoru olarak İstanbul'da bulundu ve müteakip seneleri Anadolu, Kıbrıs, Suriye, Filistin, Arabistan, Mısır ve Sudan'a kadar uzanan seyahatle geçti. Mısır seyahatini kitap haline getirdi. Türkler'in âdetleri ve tabâbetiyle ilgili eserler hazırladı. 1861'de birleşik İsveç-Norveç Krallığı konsolosu olarak görev yaptığı Rodos hakkında da bir eser kaleme aldı. Johan Fredrik Sebastian Crusenstolpe 1825'te Yunan ayaklanmasına katılarak Türkler'e karşı savaşmış, daha sonra Cezayir ve Fas'ta bulunmuştur. Yaptığı Kur'an tercümesiyle tanınmıştır. İlmî çalışmalar dışında yapılan gezi ve hazırlanan seyahatnâmeler, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren artan turistik gezi patlaması içinde de yerini alır ve Şark'a karşı duyulan ilgi çok sayıda İsveçli gezgini Osmanlı topraklarına sürükler. İsveç'te ise şarkiyat bir bilim dalı olarak gelişir. Arapça ve Ârâmîce ile ilgilenen Carl Johan Tornberg, Uppsala ve Lund'daki Şark yazmalarının katalogunu hazırlar. Uppsala'da öğretim üyesi olan Herman Napoleon Almkvist Türk dili ve tarihi üzerinde araştırma yapar, halefi Karl Vilhelm Zetterstéen selefinin çalışmalarını devam ettirir ve İsveç Devlet Arşivi'nde bulunan Türk-Tatar ve İran belgelerini tasnif ederek bunların bir kısmını yayımlar. Aynı arşivde saklanan Türkçe belgelerin bir kısmını ise Akdes Nimet Kurat ile beraber yayıma hazırlamıştır.

Kültürel ve ilmî münasebetler, 1889'da İsveç Kralı II. Oscar'ın himayesinde düzenlenen VIII. Milletlerarası Oryantalistik Kongresi vesilesiyle devam eder. Osmanlı Devleti'nden yirmi sekiz kişinin katılması söz konusu olmuşsa da toplantıya ancak altı kişilik bir heyet iştirak etmiştir. Bu heyet arasında ilk yurt dışı gezisini yapan Ahmed Midhat Efendi de yer almaktaydı (Avrupa'da Bir Cevelân, İstanbul 1890). II. Abdülhamid'e hediye olarak getirilen ve 250 parça tutan Türkçe kitaplar daha ziyade çağdaş edebiyat örneklerinden seçilmiştir. 1891'de II. Abdülhamid tarafından krala hediye olarak gönderilen kitaplar ise nefis yazmalar halinde Hoca Sâdeddin, Müneccimbaşı, Kâtib Çelebi'nin mâruf eserlerinden, Süleymannâme ve Fuzûlî'nin divanından oluşmaktaydı. Bunlar kral tarafından Uppsala Kütüphanesi'ne hediye edilmiştir.

Osmanlı Devleti'nin çöküşüyle kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti ile İsveç arasında daha ilk yıllardan itibaren yakın ve yeni cumhuriyetin yapılanmasında önemli katkıları bulunacak ekonomik ağırlıklı bir ilişki kurulmuş, 31 Mayıs 1924 tarihli dostluk ve 4 Şubat 1928 tarihli ticaret antlaşmaları ile iki devlet arasındaki münasebetler yeni bir hukukî zemine oturtulmuştur.

IV. ÜLKEDE İSLÂMİYET ve İSLÂM ARAŞTIRMALARI
Arkeolojik kazılarda bulunan VII. yüzyıla ait paralardan hareketle müslümanların İsveç ile temaslarının Emevîler devrine kadar gittiği söylenebilir. 1300'lü yıllarda İslâm ülkeleriyle ticarî ilişkilerin sürdüğü bilinmektedir. İsveçli ilk müslüman 1680 yılında Türkiye'de ihtida eden Johan Hjulhammar'dır. XX. yüzyılın ikinci yarısına kadar müslüman nüfusun oluşmadığı İsveç'e 1960'ların ortalarında Türkiye ve eski Yugoslavya'dan göçmen işçiler geldi. Bu sıralarda 500 kadar olan sayıları bugün 200.000 civarındadır. Ülkede ikinci büyük dinî grubu meydana getiren müslümanların çoğunluğunu Türkler (tah. 30.000) ve İranlılar (tah. 30.000), geri kalanları ise Kuzey Afrika, Habeşistan, Pakistan, Bengladeş ve eski Yugoslavya kökenliler teşkil etmektedir; yerli müslümanların sayısı 1000 civarındadır. Çoğu Stockholm, Göteborg ve Malmö gibi büyük şehirlerde yaşayan müslümanlara son gelen göçmenler değişik bölgelere yerleştirildiği için her yerde rastlanmaktadır.

Malmö ve Trollhättan şehirlerinde birer cami bulunmakta, genelde binaların bir kısmı kiralanarak mescide çevrilmektedir. Trollhättan'daki cami yabancılara, özellikle müslümanlara karşı olan Yeni Demokrasi Partisi taraftarlarınca 1993 yılında yakılmıştır. İsveç'in en büyük camisi 2000 yılı Haziran ayında Stockholm'de hizmete açılmıştır. Sosyal konumu diğer yabancılardan pek farklı olmayan müslümanlar genellikle vasıfsız işçi statüsünde çalışmaktadır; bazıları ise zaman içinde ticaretle ilgilenmeye başlamıştır.

Çok kültürlülüğü resmî bir ilke olarak benimseyen İsveç'te, müslümanlar millî kültürlerini korumak ve geliştirmek amacıyla kurdukları dernekleri iki federasyonun çatısı altında birleştirmişler ve bu federasyonlar, İsveç İslâm Cemaati Birliği'ni oluşturarak İsveç Mâbedler Birliği bünyesinde temsil hakkı kazanmışlardır. 1970'li yıllarda gerçekleştirilen eğitim reformlarıyla yabancı kökenli çocukların İsveç eğitim sistemine entegrasyonu konusunda ileri adımlar atılmış, öncelikle din ve millî kültür derslerini müslüman öğretmenler okutmaya başlamıştır. Artık genel eğitimde de yabancı uyrukluların kendi dillerine ağırlık verilmekte, ancak ilerleyen sınıflarda İsveççe önem kazanmaktadır. 1976'da hazırlanan bir kanunla ülkede üç yıldan fazla ikamet eden müslümanlar genel seçimlerde seçme, yerel seçimlerde ise hem seçme hem seçilme hakkına sahip olmuşlardır.

İslâm Araştırmaları. İsveçli Carl von Linné (ö. 1751), Finlandiya asıllı Peter Forsskal, Jacop Jonas Björnståhl ve Carl Christopher Gjörwell gibi seyyahların Anadolu'ya ve Osmanlı Devleti'nin idaresindeki Arap memleketlerine yaptıkları geziler İslâm araştırmaları için gerçekleştirilen ilk teşebbüsler olarak bilinmektedir. XII. Karl'ın Osmanlılar'a sığınmasıyla İsveçliler, İslâm medeniyeti hakkında birinci elden kaynak temin etmek için gayret gösterdiler. Başta İstanbul olmak üzere Şam ve Kahire gibi kültür merkezlerinden getirilen yazma eserler Uppsala ve Lund üniversitelerinin kütüphanelerine konuldu.

İsveç'te yapılan İslâm araştırmalarında başlangıcından beri Doğu dilleri alanına ağırlık verildiği görülmektedir. Uppsala Üniversitesi'nde 1477'de kurulan Doğu Dilleri Kürsüsü'nde (Institutionen för Mellanösterns språk) Arap dili üzerine ilmî çalışmalar XVI. yüzyılın sonlarında başlamış ve Arapça 1626'dan, Türkçe ise 1730'dan itibaren ders olarak okutulmuştur. Uppsala Üniversitesi'nde Arapça öğretimiyle ilgili çalışmaları Sveno Jonae Westrogothus başlattı ve gerekli düzenlemeleri yaptı. Daha sonra bu alanda çalışanlar arasında Avrupa'da modern Arapça araştırmalarının temelini atan Olof Celsius, XVIII. yüzyılın en önemli Arabist'i sayılan Carl Aurivillius anılabilir. Arapça öğretmek için Anders Svanborg Övningar i arabiskan adlı bir kitap yayımladı (Uppsala 1802). 1874'te Sâmî Dilleri Kürsüsü'ne dönüştürüldüğünde bir Arap dili uzmanı olan başkanı J. T. Nordling görevini korudu. Öğrencilerinden Herman Napoleon Almkvist bu alanda modern eğitime önem verirken Carl Vilhelm Zetterstéen Arapça'yı İbrânîce için yardımcı dil olmaktan kurtarmıştır. Kürsünün başkanlığını 1879'dan itibaren sırasıyla Esaias Tegner Fils, Alex Moberg, Sven Dedering, Gösta Vitesdam ve Eski Ahid ile Kur'ân-ı Kerîm uzmanı Tryggue Kronholm yaptı. 1914'te İsveç başpiskoposu tayin edilinceye kadar üniversitedeki Hıristiyanlık bölümünün başkanı olan Nathan Söderblom, dil ağırlıklı çalışmaların yanı sıra dinlerle ilgili araştırmalar yapmak üzere yeni bir bölüm açtı ve özellikle İslâm'a ağırlık verdi. Meşhur İslâm araştırmacısı Andrae Tor, onun yanında Die Person Muhammeds in Lehre und Glauben seiner Gemeinde (Stockholm 1918; Fransızca'sı Maurice Gauddefroy-Demombynes, Mahomet, sa vie et sa doctrine, Paris 1945) isimli teziyle doktor oldu. Andrae Tor ve arkadaşı Henrik Samuel Nyberg, 1913'te İsveç'e bir dizi konferans vermek için gelen Ignaz Goldziher'in etkisinde kaldılar ve birlikte Arap-İslâm kültürü üzerine bir çalışma alanı meydana getirerek özellikle Mu'tezile, tasavvuf, Hallâc-ı Mansûr ve Muhyiddin İbnü'l-Arabî konularında yoğunlaştılar. Lund Üniversitesi'nde İslâm dünyasıyla ilgili araştırmalar XVII. yüzyılda Doğu Dilleri Kürsüsü'nün kurulmasıyla başladı. 1664'te Petrus Holm Theologie Muhammedanae brevis considerato adlı tezini burada tamamladı. Üniversitede 1942 yılında İslâmoloji bölümü açıldı.

Şarkiyatçılığın bir ekol haline geldiği ülkede hoca-talebe ilişkisi dikkati çekmektedir. Zetterstéen'in öğrencilerinden Henrik Samuel Nyberg İslâm dini ve kültürü hakkında birçok eser yayımlamış ve geniş halk kitlelerine hitap etmiştir. İlk akademik çalışması, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'ye ait üç ayrı eserin on dört nüshasını esas alarak yayıma hazırladığı Kleinere Schriften des Ibn al-ʿArabī adlı eseridir (Leiden 1919). Johannes Kolmodin ve Emanuel Morbeck de Zetterstéen'in öğrencilerindendir. Morbeck, özellikle Beyrut bölgesindeki Arap lehçeleri ve klasik Arapça'nın fiil yapısı üzerine uzmanlaştı. Jan Hjarpe de Geo Widegren'in öğrencisidir. Zetterstéen'in etkisiyle şarkiyat çalışmaları daha fazla metin neşrine dayanırken yerine geçen öğrencisi Nyberg metin yorumuna ağırlık vermiştir. Onun öğrencilerinden Christopher Toll, Nathan Söderblom'un torunu olan Eva Riad ve Harris Birkeland da İsveç şarkiyatçılarının önde gelen isimlerindendir.

Göteborg Üniversitesi'ndeki Doğu Dilleri Kürsüsü 1898'de açıldı ve başına sırasıyla, İsveç'te Kur'ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed hakkında en fazla konferans veren O. E. Lindberg, Henrik Samuel Nyberg'in öğrencilerinden Bernhard Lewin, ülkenin en büyük Etiyopya uzmanı Oscar Löfgren ve Christopher Toll getirildi. İsveç'te ayrıca şarkiyat alanında Stockholm Üniversitesi'nin Doğu Dilleri Kürsüsü ve Umea Üniversitesi'nin Dinî Araştırmalar Kürsüsü (Institutionen för religionsvetenskap) bulunmaktadır. 1960'ta Stockholm'deki bölümün başına Arap asıllı Âmir Attia getirildi. Halen bu kürsünün başında, Analytic Genitive in the Modern Arabic Dialects (Göteborg 1980) adlı eseri ve modern Arap edebiyatından İsveççe'ye yaptığı tercümeleriyle tanınan Kerstin Eksell adında bir hanım bulunmaktadır.

İsveççe'ye ilk defa Johan Adam Tingstadius (ö. 1827) Kur'ân-ı Kerîm'in kısmî bir tercümesini yaptı; Carl Johan Tornberg 1874'te, Carl Vilhelm Zetterstéen de 1917'de tamamını tercüme ettiler. Bunların ikincisi Avrupa dillerinde yapılan en iyi Kur'an tercümesi kabul edilmektedir ve 1979'da tekrar basılmıştır. Uppsala ve Lund üniversitelerinin kütüphaneleriyle özel koleksiyonlarda bulunan Arapça, Türkçe ve Farsça yazmalar için kataloglar hazırlandı. İlk olarak Carl Aurivillius (ö. 1786), Kral III. Gustav'ın annesi Kraliçe Louisa Ulrika'ya ait yazmaların katalogunu yayımladı. Sparwenfeld, Benzelius ve Jacop Jones Björntåhl'in özel yazma koleksiyonlarının da kataloglarının yapılması İsveç'te Arap dili araştırmalarına hız verdi. Önemli kataloglar arasında Carl Johan Tornberg'in Codices Arabici, Persici et Turcici Bibliothecae Regiae Universitatis Upsaliensis (Uppsala 1849) ve Codices Orientales Bibliothecae Regiae Universitatis Lundensis'i (Lundae 1850-1853), Zetterstéen'in Die Arabischen Persischen und Türkischen Handschriften der Universitätsbibliothek zu Uppsala (I-II, Uppsala 1930-1935) ve Türkische, tatarische und persische Urkunden im Schwedischen Reichsarchiv verzeichnet und beschrieben'i ile (Uppsala 1945) Akdes Nimet Kurat'la birlikte yazdıkları Türkische Urkunden herausgegeben und ubersetzt (Uppsala 1938) ve "Die türkischen urkunden in Sweden"i (Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 589-600), Bernhard Lewin ile Oscar Löfgren'in birlikte hazırladıkları Catalogue of the Arabic Manuscripts in the Hellmut Ritter Microfilm Collection of the Uppsala University Library (Stockholm 1992) adlı çalışmaları bulunmaktadır.

İsveçli şarkiyatçıların yoğun olarak Türk dünyası üzerinde de çalıştıkları görülmektedir. Bunların ilki, aslen bir Osmanlı Ermenisi olan ve İsveç elçisi sıfatıyla İstanbul'a tayin edilen, Tableau général de l'Empire Othoman (Paris 1788-1824) adlı yedi ciltlik eserin sahibi Ignatius Mouradgea d'Ohsson'dur. XIX. yüzyılın sonlarında özellikle Uygurca'ya artan ilginin neticesi olarak 1924 yılında Lund Üniversitesi'nde Türkoloji Kürsüsü açıldı. Buraya doçent tayin edilen Gustaf Raquette ile Gunnar Jarring yetiştikleri bu bölümü uzun sürelerle yönettiler. Uppsala Üniversitesi'nde Türkçe derslerini Herman Napoleon Almkvist, Carl Vilhelm Zetterstéen, Frithiof Rundgren gibi semitistlerle Walter Björkman gibi Türkologlar okuttular. Bu kürsüye ilk defa Lars Johanson 1971'de doçent olarak tayin edildi. Türkçe alanında çalışan diğer tanınmış şarkiyatçılar Matthaeus Norberg, Carl Johan Tornberg, Sven Lagerbring, August Strindberg, Sven Hedin ve Hannes Sköld'dür.

Ülke şarkiyatçılarının en önemli süreli yayınları genel olarak Doğu Avrupa ve Asya toplumlarının tarih, etnografya, dil, edebiyat, din ve gelenekleri konusundaki çalışmalara yer veren Le Monde Oriental'dir (Uppsala). 1906-1919 yılları arasında K. F. Johansson, J. A. Lundell, K. B. Wiklund ve Carl Vilhelm Zetterstéen'den oluşan bir redaksiyon kurulunun çıkardığı dergi 1921'e kadar Johansson ve Zetterstéen, 1928'e kadar tek başına Zetterstéen ve kapandığı 1949'a kadar da Henrik Samuel Nyberg tarafından yayımlandı. Dergide bazan kitap hacminde makaleler de çıkmıştır. Meselâ Zetterstéen'in Uppsala Üniversitesi'nde bulunan Arapça, Türkçe ve Farsça yazmalarla ilgili 180 sayfalık katalog çalışması (yk.bk.) XXX/2 (1935) ve Martin Nortfeld adlı misyonerin Etiyopya'nın batısındaki çoğunluğu müslüman olan Galla etnik grubunun mahallî dili üzerine yaptığı 232 sayfalık çalışması da XXXIII-XXXV. (1941) sayılarda yayımlandı. 1952'den itibaren Le Monde Oriental'in devamı olmak üzere Erik Gren tarafından yine yılda bir sayı olmak üzere Orientalia Suecana çıkarılmaya başlandı.

İsveç, zaman zaman şarkiyat çalışmalarında uluslararası kongrelere de ev sahipliği yapmaktadır. 1889'da Stockholm ve Oslo'da düzenlenen VIII. Şarkiyatçılar Kongresi ile 1972 yılında Visby ve Stockholm'de düzenlenen VI. Arap ve İslâm Araştırmaları Kongresi bunların başlıcalarıdır. İsveç Devleti'nin halen yurt dışında 1925'te Roma'da, 1948'de Atina'da ve 1962'de İstanbul'da kurduğu üç ayrı şarkiyatçılık merkezi bulunmaktadır. Bunlardan İstanbul'daki İsveç Araştırma Enstitüsü (Svenska Forskninginstitute i Istanbul) tarihî İsveç Sarayı'nın avlusundaki Dragoman Evi'nde, başta Anadolu arkeoloji araştırmaları olmak üzere sosyal bilimler alanında faaliyet göstermektedir ve bugüne kadar şu eserleri yayımlamıştır: Turcica orientalia (İstanbul 1988); On Both Sides of al-Mandab. Ethiopian, South-Arabic and Islamic Studies (İstanbul 1989); Gunnar Jarring, Prints from Kashghar. The Printingoffice of the Swedish Mission in Eastern Turkestan. History and Production with an Attempt at a Bibliography (İstanbul 1991); Aspects of Late Antiquity and Early Byzantium (ed. Lennart Rydén – Jan Olof Rosenqvist, İstanbul 1993); Arabic Prosody and its Applications in Muslim Poetry (ed. Lars Johanson – Bob Utas, İstanbul 1994); Symbolea turcologicea (ed. Arpad Berta v.dğr., İstanbul 1996); Civil Society, Democracy and the Muslim World (ed. Elisabeth Özdalga – Sune Persson, İstanbul 1997); Alevi Identity. Cultural, Religious and Social Perspectives (ed. Tord Olsson v.dğr., İstanbul 1998; Türkçe'si Bilge Kurt Torun – Hayati Torun, Alevi Kimliği, İstanbul 1999); Naqshbandis, in Western and Central Asia (ed. Elisabeth Özdalga, İstanbul 1999). İsveç'in 1990-1995 yılları arasında Ankara büyükelçisi olan Erik Cornell'in Turkiet pa Europas tröskel (Lund 1997) adlı kitabı da bu alanda değerlendirilebilir (Türkçe'si Gülseren Ergün, Türkiye Avrupa'nın Eşiğinde, İstanbul 1998).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA