Akdeniz'e dik inen Kermil (Kirmil) dağının eteklerindeki tabii bir limanın kıyısına kurulduğu için ilk dönemlerden itibaren bir liman ve ticaret şehri olarak önem kazanmış, sonradan Osmanlı döneminde demiryolu ile komşu şehirlere bağlanması da önemini arttırmıştır. Hayfa (Hyfh) ismi Talmud'da sık geçtiği halde Tevrat'ta görülmez. Roma-Bizans kaynaklarında, bölgede çok karadut yetiştiği için Sycaminum, Sycaminon (Gr. sycaminos "karadut") adıyla zikredilen şehir Haçlılar döneminde Caiffa, Caiphas şeklini alan Hayfa veya yine Sycaminon (yahudiler arasında Shikmonah) adıyla anılmıştır. Hayfa çevresindeki ilk yerleşim merkezi milâttan önce XIV. yüzyılda Sâmî kökenli Ken'ânîler tarafından bugün limanın güneyinde kalan Ebûhavam höyüğünde kurulmuştur. Helenistik dönemde şehrin Batı Galim'in güneyine doğru kaydığı görülür.
Hayfa ismine ilk dönemde gerçekleştirilen fetihleri anlatan kitaplarda rastlanmaz; bu kaynaklarda yakınındaki Akkâ'nın adı geçer. Meşhur seyyahlardan Nâsır-ı Hüsrev 1046'da gördüğü Hayfa'yı anlatırken burada İranlı kuyumcuların kullandıkları ve "Mekke kumu" dedikleri bir nevi kum çeşidinin varlığından ve "cûdî" diye adlandırılan açık deniz gemilerinin yapıldığından söz eder (Sefernâme, s. 53). XI. yüzyılın sonlarında Fâtımî idaresi altında bulunan Hayfa, Haçlılar tarafından bir aylık bir kuşatma sonucunda zaptedildi (25 Temmuz 1100) ve müslümanlarla yahudilerden oluşan halkı kılıçtan geçirildi. İdrîsî, Franklar'ın elinde kaldığı bu dönemde şehrin Taberiye'nin kapısı olarak bilindiğini yazar (Nüzhetü'l-müştâḳ, I, 365). Hayfa'dan bahseden ilk İslâmî kaynaklardan Muʿcemü'l-büldân'da (II, 332) buradan Taberiye'ye kadar sadece üç menzil bulunduğu kaydedilmektedir.
Müslümanlarla Haçlılar arasında cereyan eden savaşlarda bölgedeki diğer limanlar gibi Hayfa'nın da kaderi daima Akkâ'ya bağlı kaldı. 1187 yılında kazanılan Hittîn Savaşı'ndan sonra Akkâ Kalesi'yle birlikte burası da ele geçirildi; ancak Selâhaddîn-i Eyyûbî Akkâ'nın 1191'de Haçlılar'ın karşısında dayanamayacağını anlayınca onlara bir üs teşkil etmemesi için kale duvarlarını yıktırdı. Daha sonra tekrar Haçlılar'ın eline düşen şehrin kalesi Fransa Kralı IX. Louis tarafından yaklaşık 1250'de tamir ettirildi. 1265'te Hayfa'yı kurtaran Memlük Sultanı I. Baybars'ın da kaleyi yıktırması üzerine halkın çoğu başka yerlere göç etti. Yeniden Haçlılar tarafından zaptedilen şehri 1291'de Sultan el-Melikü'l-Eşref Halîl geri aldı. Memlük hâkimiyeti döneminde surlar bir daha onarılmadı ve şehir tamamen terkedildi. Kalkaşendî (ö. 821/1418) buradan kıyıda bulunan bir harabe olarak bahseder (Ṣubḥu'l-aʿşâ, IV, 155).
Osmanlılar Mısır seferi sırasında Filistin'i aldıklarında (1516) şehir harabe halinde idi; nitekim bölgenin yapılan tahririnde buranın meskûn bir yer olmadığı görülür. Pîrî Reis de sahilin bu kesiminde sadece yıkılmış bir kalenin varlığından söz eder. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlılar Bilâd-i Şâm bölgesinin kıyı kesimini imara başladılar. Bu dönemlere ait tahrir defterlerinde Hayfa'nın Tarabay (el-Üsretü'l-Hârisiyye) ailesine iktâ olarak verildiği kayıtlıdır. Bölge XVII. yüzyılın başlarında yerli şeyhlerin mücadelelerine sahne oldu. Bu arada Hayfa yöresi de Osmanlılar'a karşı isyan eden ve Beyrut, Sayda, Akkâ taraflarını ele geçiren Ma'noğlu Fahreddin ile Tarabaylar'dan Emîr Ahmed el-Hârisî arasındaki anlaşmazlık sebebiyle zarar gördü ve gelişemedi. Daha sonra arazinin kuzey kesimi Sayda'ya bağlanarak Şam eyaletine dahil edildi ve Osmanlılar "Küçük Malta" dedikleri Hayfa'da imar hareketi başlattılar. Ebû Tok lakabıyla bilinen Sayda Valisi Osman Paşa şehri doğudan ve batıdan iki kale ile takviye etti ve korsan hücumlarına karşı muhkem hale getirdi (1715-1723). Bu arada bütün Filistin sahillerinin imarına ve iskânına çalışıldı. Böylece 1291'de Haçlılar'ın çıkarılmasından itibaren terkedilmiş bir vaziyette duran Hayfa bu dönemde hareketlendi ve halk buraya gelerek yerleşti.
XVII ve XVIII. yüzyıllarda seyyahların Hayfa'ya sık sık uğramaları ve eserlerinde konu etmeleri şehrin ilerlediğini ve öneminin arttığını göstermektedir; ancak bu dönemlerde nüfusunun arttığı gözlenmez. XVIII. yüzyılın ortalarında Hayfa civarı Osmanlılar'a karşı isyan eden Zâhir el-Ömer'in idaresine girdi ve Şam valisinin burayı geri alma teşebbüsleri başarılı olmadı. Daha sonra Zâhir el-Ömer limanın yaklaşık 2 km. kuzeydoğusuna yeni bir yerleşim merkezi kurdu ve halkı buraya iskân etti. Zâhir, el-İmâretü'l-cedîde veya Hayfa el-cedîde denilen bu yeni merkezin etrafına surlarla yuvarlak kuleler yaptırdı ve içlerine toplar yerleştirdi. Böylece liman da kontrol altına alınmış oldu. Ancak Burc Ebû Selâm (Burc-i Selâm) adını taşıyan bu kalenin Malta şövalyeleriyle korsanların saldırılarına karşı yapıldığı söylendiyse de gerçek sebep Nablus tarafından gelmesi muhtemel bir baskına karşı hazırlıktı. Zâhir'in hâkimiyeti sırasında hıristiyanlar da Kermil dağında ünlü Deyrikermil'i kurdular. Zâhir'in inşa ettiği yeni ve modern yerleşim merkezi bugünkü şehrin çekirdeğini oluşturdu.
Bölgenin idaresi Zâhir'den sonra Cezzâr Ahmed Paşa'ya geçti. Hayfa 1799'da Fransızlar tarafından alındıysa da Akkâ kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması üzerine terkedildi. Bu sırada Fransızlar'ın veba hastalığına tutulan askerlerinin tedavisi için kullandıkları Deyrikermil 1827'de Osmanlılar tarafından onarıldı. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrâhim Paşa Suriye seferi sırasında Hayfa'yı da ele geçirdi (1831); fakat daha sonra İngiltere, Rusya, Avusturya, Prusya ve Osmanlı Devleti arasında yapılan antlaşma gereğince geri vermek zorunda kaldı (1840). Akkâ Limanı'nın zamanla kum ve çamurla dolarak kullanılamaz hale gelmesi üzerine Hayfa Limanı'nın önemi arttı. Anadolu'dan, Kuzey Afrika'dan özellikle Fas'tan ve Avrupa ülkelerinden buraya göç eden yahudilerle bölge kalabalıklaştı. Göçmenler arasındaki Almanya'nın Württemberg dolaylarından gelen ve yurtlarından dinî sebeplerle ayrılan bir grup Protestan Alman bölgeye farklı bir iktisadî hareketlilik kazandırdı. Bunlar modern ziraata yöneldiler, buharlı değirmenler kurdular ve civarda üzüm bağları oluşturdular.
Bölgeye dinî etkenlerle yerleşen diğer bir grup da Bahâîler'dir. Bahâîliğin kurucusu Bahâullah Mirza Hüseyin 1892'de Akkâ yakınlarında sürgünde iken ölmüştü. Onun Abdülbahâ diye anılan oğlu ve halefi Abbas Efendi ile Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed Şîrâzî'nin mezarları Kermil dağının eteklerinde bulunmaktadır. Hayfa bu bakımdan Bahâîliğin idarî merkezi durumundadır.
Hayfa 1887'de kaza merkezi oldu ve Beyrut vilâyetinin Akkâ sancağına bağlandı. Surların dışına doğru gelişen şehrin çevresinde bahçe ve bostanlar çoğaldı. 1892'de Hayfa-Dımaşk demiryolu hattı açıldı. 1898'de Alman imparator ve imparatoriçesinin ziyareti münasebetiyle buraya bir iskele yapıldı. Aynı yıllarda Hayfa'yı Yafa'ya bağlayan yol inşa edildi ve köprüler onarıldı; ekonomik canlılığa yol açan Hicaz demiryolu da bölgeden geçiyordu. Şehirde hemen hemen bütün ülkelerin konsoloslukları vardı. XIX. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı kaynaklarında Hayfa'nın nüfusu çoğu müslüman 6000 kişi olarak gösterilir. 1914'te bu rakam yaklaşık iki katına çıkmıştı.
31 Ekim 1917'de başlayan Filistin'in İngilizler tarafından işgali hareketi 23 Eylül 1918'de Hayfa'yı da içine aldı. İngiltere'nin manda idaresi sırasında liman ek tesislerle genişletilerek büyük tonajlı gemilerin yanaşabileceği duruma getirildi. 1922 yılında şehirde 9377'si müslüman, 8863'ü hıristiyan, 6230'u yahudi ve 164'ü diğer ırk ve dinlerden olmak üzere toplam 24.634 kişi yaşıyordu. Nüfus 1931'de 50.483'e, 1945'te tahminen 138.000'e ulaştı. Bu miktarın üçte iki kadarı yeni göçlerle sayıları artan yahudilerle hıristiyanlardan, geri kalanı müslümanlardan oluşmaktaydı. 1948'de İsrail Devleti'nin kurulmasından sonra müslümanların birçoğu başka taraflara göç edince yahudi nüfusun oranında artış görüldü. 1992 yılına ait rakamlara göre şehrin nüfusu 251.000 idi (23.438'i müslüman). Halen İsrail'in üçüncü büyük şehri olan Hayfa ülkenin en önemli ticaret, endüstri ve kültür merkezlerinden biridir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi