Temîm kabilesine bağlı Hanzale'nin Yerbû' kolundandır. Şair ve savaşçı bir kimseydi. Kabilesinden Emevîler dönemi meşhur şairi Cerîr b. Atıyye, "zü'l-hımâr" lakaplı atından dolayı onu "fârisü zi'l-hımâr" diye tavsif etmiştir. Cesareti sebebiyle, "Mâlik kadar olmasa da delikanlı" sözü darbımesel olmuştur. Câhiliye devrindeki savaşlarda aktif rol oynayan Mâlik'in kabilesi Temîm ile Medine'ye gelip müslüman olduğu ve Hz. Peygamber'in 9 (630) veya 11 (632) yılında kendisini Yerbû'un ve diğer bazı Temîmliler'in zekâtını toplamakla görevlendirdiği anlaşılmaktadır.
Resûlullah'ın vefatını öğrenen Mâlik, topladığı zekât develerini hemen sahiplerine iade edip kabilesine onun vefatını haber verdikten sonra Hz. Peygamber'in yerine geçecek Kureyşli'nin eskisi gibi kendilerinden zekât istememesi halinde onun yanında yer alabileceklerini, bu malların kendi hakları olduğunu ve daha önce de mallarını başka insanlara vermediklerini söyledi. Çok çabuk bir şekilde karar veren Mâlik'e bundan dolayı "cefûl" (aceleci) denilmiştir. Kabilesinden birçok kimse onu destekleyip verdikleri malları geri aldılar. Yerbû' kabilesinin reisi İbn Ka'neb, Mâlik'in görüşlerine karşı çıkarak zekâtlarını vermeleri hususunda kabile mensuplarını uyardı ve başlarına gelebilecek felâketleri haber veren bir konuşma yaptı, onları Allah'a itaat etmeye çağırdı. Mâlik de bir konuşma yaparak ona cevap verdi ve görüşlerinde ısrar etti. Kabile mensupları, "Bizim savaşımız senin savaşındır, bizim barışımız senin barışındır" diyerek onun yanında yer aldılar.
İrtidad edenlere karşı savaşmakla görevlendirilen Hâlid b. Velîd, Mâlik'i yakaladığında öldüreceğine yemin etti ve Büzâha savaşından sonra Temîm kabilesinin toprağı olan Bütâh'a hareket etti; orada kimseyi bulamayınca bölgenin çeşitli yerlerine müfrezeler gönderdi. Bunlardan biri Mâlik'i ve yanındaki on bir kişiyi yakalayıp Hâlid'e getirdi. Mâlik'i yakalayan müslümanlar onun mürted olup olmadığı hususunda ihtilâfa düştüler. Aralarında Ebû Katâde el-Ensârî'nin de bulunduğu bir grup, Mâlik ve arkadaşlarının teslim olduklarında müslümanlarla birlikte ezan okuyup namaz kıldıklarını söyleyerek onların öldürülmemeleri gerektiğini ileri sürdü. Diğerleri ise onların müslüman olmadıklarını, ezan da okumadıklarını, bu yüzden erkeklerin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir alınması gerektiğini söylediler. Hâlid de bu görüşteydi ve Mâlik'in öldürülmesini emretti; ayrıca onun karısı Ümmü Mütemmim ile evlendi. Ebû Katâde durumu Halife Ebû Bekir'e şikâyet etti. Ebû Bekir, Hâlid'i Mâlik b. Nüveyre'nin öldürülmesi hususunda sorguladı. Hâlid, Mâlik'ten işittiği bir söz üzerine onun öldürülmesinin helâl olduğuna karar verdiğini belirterek halifeden özür diledi; Ebû Bekir de onun mazeretini kabul etti. İbn İshak'ın bir rivayetinde, Hâlid'in Mâlik'ten işittiği sözün Hz. Peygamber için "sizin sahibiniz" şeklindeki ifadesi olduğu belirtilir (Taberî, III, 279-280). Diğer taraftan bazı rivayetlerden Temîm kabilesi ve Mâlik b. Nüveyre'nin, yalnızca zekât vermemek suretiyle değil aynı zamanda Secah'ın peygamberlik iddiasına karşı çıkmayıp onu kabul etmek suretiyle de irtidad etmiş oldukları anlaşılmaktadır (Belâzürî, s. 144-145; Kelâî, s. 81-82).
Mâlik b. Nüveyre'nin kardeşi Mütemmim'in Mâlik için söylediği mersiyeler Arap edebiyatında büyük şöhret kazanmış ve, "Hiçbir ölüye Mütemmim'in Mâlik için ağladığı kadar ağlanmamıştır" sözü Araplar arasında meşhur olmuştur. Öte yandan Mâlik b. Nüveyre ile aynı kabileden tarihçi Seyf b. Ömer'in bu öldürme olayı etrafında gerçek dışı senaryolar uydurmuş olması ve bilhassa Şiîler'in bu olayı Hz. Ebû Bekir ile Hâlid b. Velîd aleyhinde kullanmaları dikkat çekmektedir (Arı, s. 149-154). Şiî eğilimli İbn A'sem el-Kûfî'nin eserine aldığı bazı uydurma rivayetlerle yine bu müellifin rivayeti olan ve Vâkıdî'ye nisbeti doğru kabul edilmeyen Kitâbü'r-Ridde'deki rivayetleri de Seyf'in rivayetleriyle aynı şekilde değerlendirmek gerekir (Kelpetin, s. 65-73). Seyf b. Ömer'in bu rivayetlerine istinaden meselâ İbnü'l-Esîr, Mâlik b. Nüveyre'yi sahâbeden gösterdiği gibi diyetinin Hz. Ebû Bekir tarafından beytülmâlden ödenmiş olduğunu da yazmıştır (Üsdü'l-ġābe, IV, 296).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi