Şebinkarahisar'da doğdu. Bir çiftçinin oğludur. Genç yaşta İstanbul'a geldi. Önce Kemahlı Mehmed Ağa'nın hazinedarı Hasan Çelebi'ye, ardından Cigalazâde Kethüdâsı Kadri Efendi'ye intisap etti. Bunun ölümünden sonra Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa'nın iç çuhadarı ve divan kâtibi oldu. Mustafa Paşa'nın Slankamen Savaşı'nda şehid olması üzerine Firârî Karındaşı Ali Paşa'nın hazine kâtipliğine getirildi ve onunla birlikte Erzurum'a gitti. Ali Paşa da burada ölünce İstanbul'a döndü ve Defterdar Damad Mehmed Paşa'nın tavsiyesiyle önce başmukātaacılığa, ardından piyade mukabeleciliğine tayin edildi.
1128 (1716) yılında Bosna beylerbeyiliğine getirilen İbrâhim Paşa, bu görevi sırasında kalabalık Avusturya kuvvetlerine karşı başarılı savunmada bulundu. Fakat bir süre sonra kendi isteğiyle, Bosna valiliğine getirilen Köprülüzâde Nûman Paşa'nın kethüdâsı oldu. Onun 1719'da ölümünden sonra bir süre İzmir'de ikamet etti. Eski sadrazamlardan olup Mısır'da vali bulunan Nişancı Mehmed Paşa'nın hükümetten ricası üzerine kethüdâlıkla onun yanına gönderildi. Burada adı bazı malî yolsuzluklara karıştıysa da o sıralarda ayaklanan Çerkez Mehmed Bey ve diğer zorbabaşıların bertaraf edilmesinde önemli rol oynadı. Mehmed Paşa'nın Cidde'de ölümü üzerine yerine Mısır valiliğine getirilen Köprülüzâde Abdullah Paşa'ya da kethüdâ oldu.
Bu arada İstanbul'da Patrona Halil öncülüğünde büyük bir isyan çıkmış, III. Ahmed tahttan indirilerek yerine I. Mahmud tahta çıkarılmış ve devletin idaresi âsilerin denetimine geçmişti. O sırada bir işi için İstanbul'a gitmiş olan İbrâhim Ağa, Mısır'daki başarılı hizmetleri göz önünde tutularak bazı dostlarının da aracılığı ile başşehirde istikrarı sağlamakla görevlendirildi. Padişah üzerinde büyük nüfuzu olan Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa'nın tavsiyesiyle, saraya ve Paşakapısı'na gidip gelmesi kolay olsun diye kapıcılar kethüdâlığına getirildi (Kasım 1730). Bu görevi esnasında, başta Patrona Halil olmak üzere birçok âsi ileri geleninin öldürülüp birçoğunun da sürgüne gönderilmesi gibi önemli hizmetlerde bulundu, bir ay kadar sonra vezirlikle Halep beylerbeyiliğine tayin edildi. Ancak daha görev yerine hareket etmeden hükümetin başında tecrübeli, tedbirli ve kuvvetli bir şahsiyetin olması düşüncesiyle, Patrona ve yandaşlarını bertaraf eden planın gerçek tertipçisi olarak 22 Ocak 1731 tarihinde Silâhdar Mehmed Paşa'nın yerine vezîriâzamlığa getirildi. Sadâretine "tekellüf-i vizâret" ibaresiyle tarih düşürülmüştür.
İbrâhim Paşa'nın sadrazamlığı dönemindeki en önemli icraatı, Patrona İsyanı kalıntılarını tamamen temizlemek ve İstanbul'da asayişi sağlamak oldu. Nitekim bir süre sonra, ölen arkadaşlarının kanını dava için işsiz güçsüz olup hamam ve dükkânlarda barınan ayak takımını yanlarına alarak ayaklanan âsiler Ağakapısı'na ve Cebehâne'ye saldırmışlar, tahribatta bulunmuşlar, bu arada dükkânları yağmalamışlardı. Bu olaylar üzerine bizzat Cebehâne'ye giden vezîriâzam âsilere öğüt verdi, fakat bu öğüt yeterli olmayınca bunların zor kullanılarak dağıtılması için saraydan sancak-ı şerif çıkarıldı. Âsiler halkın da desteğiyle saray ağaları, cebeci, baltacı ve bostancılar tarafından kısa sürede dağıtıldı. Çatışmalar sırasında İstanbul sokaklarında binlerce âsi öldürüldü. 14 Nisan 1731 tarihinde Eyüp'te Kara Mustafa Paşa yalısında padişaha ziyafet veren İbrâhim Paşa, bu başarılarından dolayı Sultan Mahmud tarafından samur kürkle ödüllendirildi; ayrıca kendisine bir süre önce ölen Mehmed Kethüdâ'nın Ortaköy'deki yalısı ihsan edildi (Destârî Sâlih Tarihi, s. 43).
Ancak İbrâhim Paşa, sadrazamlığı esnasında hasım ve rakip olarak gördüğü birçok değerli kimseden araştırıp soruşturmadan azil, nefiy, müsâdere, katil şeklinde intikam almaya kalkışınca çeşitli tepkilerle karşılaştı. Bunlara İstanbul'da Cezayir'deki gibi ocaklık ve dayılık tesis etmeye kalkma, hatta başşehri Anadolu'ya nakletmek isteme gibi suçlamaların da eklendiği belirtilir (Dilâver Ağazâde Ömer, s. 39). Ayrıca o sıralarda Beyazıt Camii avlusunda bazı kimselerin isyana kalkışması gibi küçük bir hadise üzerine her gece kapıcılardan onar, gedikli ve zaîm ağalardan on beşer kişiyi silâhlı olarak sabaha kadar Paşakapısı'nda nöbet tutturması, İstanbul sur kapılarını âdet olmadığı halde kuşluk vaktine kadar açtırmaması halk arasında çeşitli dedikoduların çıkmasına sebep olmuştu. Öte yandan narh meselesinde gevşeklik göstermesi ve buna bağlı olarak bazı tüketim maddelerinin aşırı pahalanması halkın şikâyetlerine yol açmıştı (Subhî, vr. 26b; Ferâizîzâde, II, 1264). Fakat asıl mesele, vezîriâzamlığa getirilmesini sağlayan Dârüssaâde Ağası Hacı Beşir Ağa'yı da İstanbul'dan uzaklaştırmak istemesi üzerine ortaya çıktı ve bu durum görevden alınmasıyla sonuçlandı. Nitekim Şem'dânîzâde Süleyman Efendi'nin eserindeki bir kayda göre bizzat kendisi, azil sebebi olarak Hacı Beşir Ağa'nın işlerine karışması üzerine onu saraydan uzaklaştırmaya teşebbüs etmesini göstermiştir (Müri't-tevârîh, I, 23-24). I. Mahmud üzerinde büyük nüfuzu olan Hacı Beşir Ağa'nın saraydan ve İstanbul'dan uzaklaştırılması hususunda padişahın da rızâsını alan İbrâhim Paşa, bu durumu kayınpederi Cigalazâde Kethüdâsı Mehmed Ağa'ya açmış, o da meseleyi hemen Dârüssaâde ağasına bildirmişti. Hakkındaki entrikayı öğrenen Hacı Beşir Ağa çeşitli hediyeler sunarak Vâlide Sâliha Sultan'ın aracılığı ile sürgünden kurtulmuş, İbrâhim Paşa ise sadrazamlıktan azledilerek Beşir Ağa için hazırlattığı çekdiriye bindirilip Eğriboz muhafızlığıyla merkezden uzaklaştırılmıştır.
Yedi ay on dokuz gün sadrazamlık yapan ve yaşına hürmeten malları müsadere edilmeyen İbrâhim Paşa bir buçuk yıl kadar Eğriboz'da kaldı, Nisan 1732'de Bosna valiliğine tayin edildi. Ancak halkın kendisinden şikâyeti üzerine aynı yılın Temmuz ayında vezirliği alınarak Girit'in Resmo Kalesi'nde mecburi ikamete tâbi tutuldu (Subhî, vr. 44b). On yıldan fazla Resmo'da kalan İbrâhim Paşa, İstanbul'daki rakiplerinin faaliyetleri sonucu 1155 yılı sonlarında (1743 başları) öldürüldü; vücudu orada, İstanbul'a getirilen kesik başı ise Koca Mustafa Paşa Mezarlığı'na defnedildi. Ölümüne "rıhlet-i nâsût" ibaresiyle tarih düşürülmüştür. Hacı unvanıyla da anılan Kabakulak İbrâhim Paşa'nın özellikle sülüs ve nesih yazılarda maharet sahibi iyi bir hattat olduğu nakledilmektedir (Müstakimzâde, s. 51).
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi