İbnü'l-Cerrah Ali b. İsa kimdir?

Cemâziyelâhir 245'te (Eylül 859) Bağdat yakınlarında Deyrükunnâ'da doğdu. Önce Hıristiyanlığı, ardından İslâmiyet'i kabul etmiş İranlı meşhur bir aileye mensuptur; birçok akrabasının Abbâsî idaresinde görev aldığı bilinmektedir. Yirmi yaşında iken sarayda divan kâtibi olarak işe başladı. 286'da (899) malî işlerden sorumlu Dîvânü'd-dâr'da görevlendirildi. 295'te (908) "bir günün halifesi" İbnü'l-Mu'tezz'in taraftarı ve onun veziri Ebû Abdullah İbnü'l-Cerrâh'ın yeğeni olduğu için Halife Muktedir-Billâh'ın emriyle Vâsıt'a sürüldü; ancak Vezir İbnü'l-Furât'ın sayesinde Mekke'ye yerleşti ve onun 299'da (912) azledilmesine kadar gözaltında tutuldu. Bu tarihte vezirlik görevine Muhammed b. Ubeydullah el-Hâkānî getirildi; fakat devletin durumunun kötüye gitmesi üzerine azledilerek yerine İbnü'l-Cerrâh tayin edildi.

301 (913) yılında göreve başlayan İbnü'l-Cerrâh, sıkı bir ekonomi politikası takip ederek devletin gelirlerini arttırmada başarılı oldu; ancak harcamaları kısması yüzünden birçok düşman kazandı ve bu sebeple vezirlikten affını istedi. Bu isteği önceleri kabul görmediyse de aleyhinde yapılan propagandaların artması üzerine Zilhicce 304'te (Haziran 917) görevden alınarak hapse atıldı. Yerine getirilen İbnü'l-Furât malî durumu düzelteceği yolunda verdiği sözü tutamayınca bir yıl kadar sonra o da azledildi; yeni vezir Hâmid b. Abbas da yetersiz bulundu ve İbnü'l-Cerrâh onun yanına danışman olarak verildi. Muktedir-Billâh, Rebîülâhir 311'de (Ağustos 923) veziri Hâmid'i ve ona sormadan işleri yürüten İbnü'l-Cerrâh'ı görevlerinden alarak İbnü'l-Furât'ı üçüncü ve son defa vezirliğe getirdi. Bu arada önce hapse atılan İbnü'l-Cerrâh daha sonra Mekke'ye ve arkasından San'a'ya sürgüne gönderildi. 312 (924) yılında İbnü'l-Furât'ın yerine vezir olan Ebü'l-Kāsım Ubeydullah b. Muhammed İbn Hâkān, İbnü'l-Cerrâh'ın serbest bırakılmasını sağladı; ayrıca kendisi Mısır ve Suriye bölgesinin teftişiyle görevlendirildi. Halife ise 314'te (927) bir yıl önce İbn Hâkān'ın yerine tayin ettiği Ebü'l-Abbas el-Husaybî'yi azlederek yerine İbnü'l-Cerrâh'ı getirdi.

Safer 315'te (Nisan 927) göreve başlayan İbnü'l-Cerrâh, yaptığı birtakım düzenlemelerle devlet işlerini yeniden yoluna koydu. Ancak İbn Hâkān ve Ebü'l-Abbas el-Husaybî'nin vezirliği döneminde gelirlerin azalması, maaşların arttırılması ve saray masraflarının çoğalması bazı ekonomik sıkıntılara sebep olmuştu. İbnü'l-Cerrâh, bu durumu düzeltemeyeceği endişesiyle artık yaşlandığını ileri sürüp görevden affını istedi. Halife de onun bu talebini kabul ederek Rebîülevvel 316'da (Mayıs 928) yerine İbn Mukle'yi tayin etti ve İbnü'l-Cerrâh ile kardeşi Abdurrahman'ı tutuklattı. Bir süre sonra serbest bırakılan İbnü'l-Cerrâh, 318'de (930) İbn Mukle'nin halefi İbn Mahled Süleyman b. Hasan tarafından kendisine yardım etmek, divanlara bakmak ve mezâlim mahkemelerini yönetmekle görevlendirildi. Kāhir-Billâh döneminde de (932-934) müzakerelerde bulunmak üzere Hamdânî Emîri Hasan b. Ebü'l-Heycâ'ya gönderildi. 325'te (936) Râzî-Billâh tekrar kendisine vezirlik teklifinde bulunduysa da yaşlı olduğunu ileri sürerek kabul etmedi. Bunun üzerine kardeşi Abdurrahman vezirliğe, kendisi de onun danışmanlığına ve Dîvân-ı Mezâlim'in başkanlığına getirildi; on yıl sonra 29 Zilhicce 334 (1 Ağustos 946) tarihinde Bağdat'ta vefat etti.

İbnü'l-Cerrâh, Abbâsîler'in karışık bir döneminde iki defa vezirlik yapmış ve Sâcoğulları'ndan Yûsuf b. Ebü's-Sâc ile, Fâtımîler'le, Karmatîler'le ve Irak'ta çıkarılan isyanlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. Devleti içinde bulunduğu malî sıkıntılardan, halkı da kâtiplerin baskılarından, ârızî vergilerden ve rüşvetten kurtarmak için çok çalışmış, hatta Dîvânü'l-merâfik'ı sadece rüşvetle mücadele etmek üzere görevlendirmiştir. Ferdî şikâyetlerle yakından ilgilenmesi, güçsüzlerin haklarını korumasıyla ünlüdür. Kendisine büyük saygı duyan Halife Muktedir-Billâh, emrine divit takımını tutmakla görevli özel bir memur vermiş ve o tarihten sonra bu memuriyet kadrolaştırılarak sürdürülmüştür (Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri'l-ḫilâfe, s. 67-68).

Dindar ve hayır sever bir kimse olan İbnü'l-Cerrâh gelirinin büyük bir kısmını ihtiyaç sahiplerine, ulemâya ve sâlih insanlara dağıtır, kendisi az bir şeyle yetinirdi. Haremeyn'e ve Sugūr'a yapılan hizmetlerle bizzat meşgul olmuş, birçok vakıf kurarak dıyâu's-sultândan elde edilen gelirleri Dîvânü'l-birr vasıtasıyla kutsal topraklara ve sınır boylarına harcamıştır. Onun ayrıca camilerin bakım ve tamiriyle, din görevlilerinin maaşlarıyla, hastahanelerin ıslahı ve buralarda uzman hekimlerin görevlendirilmesi, hastaların ihtiyaçlarının karşılanması gibi işlerle şahsen ilgilendiği de bilinmektedir.

İbnü'l-Cerrâh şiir ve edebiyata vâkıftı. Özellikle Mekke'de sürgünde iken tefsir ve diğer dinî ilimlerle de uğraşmış, Kitâbü Câmiʿi'd-duʿâʾ, Kitâbü Meʿâni'l-Ḳurʾân ve tefsîruh, Kitâbü'l-Küttâb ve siyâseti'l-memleke ve sîreti'l-ḫulefâʾ adlı kitapları telif etmiştir (İbnü'n-Nedîm, s. 142).

Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

BİZE ULAŞIN
SON DAKİKA