Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte ikinci sefir Muhammed b. Osman'ın ölümünden sonra ve Hüseyin b. Rûh'un sefâretinin ilk devresinde 305 (917-18) yılı civarında Kum'da dünyaya gelmiş olması kuvvetle muhtemeldir (Kemâlü'd-dîn ve tamâmü'n-niʿme, II, 502). Daha çok Şeyh Sadûk ve İmâdüddin unvanları ile tanınır. Babası, "es-Sadûku'l-evvel" diye anılan ve devrinin önemli âlimlerinden biri sayılan Ebü'l-Hasan İbn Bâbeveyh'tir. Hakkındaki bir menkıbede belirtildiğine göre kendisi gāib imamın duasının bereketiyle doğmuştur (bk. İBN BÂBEVEYH, Ebü'l-Hasan). Bu telakki İmâmiyye arasında yaygın bir inanç haline gelmiştir.
İbn Bâbeveyh'in yetişmesinde babası ve çok sayıda ilim adamı yetiştiren aile çevresi etkili oldu. Ayrıca Kum'da Muhammed b. Hasan b. Ahmed b. el-Velîd, Hamza b. Muhammed b. Ahmed gibi önemli âlimlerden ders aldı ve onlardan hadis yanında diğer İslâmî ilimleri öğrendi. Devrin geleneğine uyarak ilmî seyahatlere çıktı (339/950-51). Rey'de Ebü'l-Hasan Muhammed b. Ahmed el-Esedî, Ya'kūb b. Yûsuf, Ahmed b. Muhammed b. Sakr ve Ebû Ali b. Abdürabbih er-Râzî'den hadis dinledi ve onlara hadis nakletti. 352 (963) yılında Horasan'a gitti, Meşhed ve Nîşâbur'u ziyaret ettikten sonra aynı yıl Bağdat'a geçti. Burada Ebû Muhammed Hasan b. Yahyâ el-Hasenî, Ebü'l-Hasan Ali b. Sâbit ed-Devâlîbî, Muhammed b. Ömer el-Hâfız ve İbrâhim b. Hârûn gibi Şiî âlimleriyle karşılıklı olarak hadis rivayetinde bulundu. 354'te (965) hacca gitmek üzere Bağdat'tan ayrıldı, Kûfe'ye uğrayarak Hicaz'a ulaştı. Haccını eda ettikten sonra dönüş yolu üzerindeki Feyd'de bir süre kalarak Ebû Ali Ahmed b. Ebû Ca'fer el-Beyhakī'den hadis dinledi.
Başta Nîşâbur olmak üzere Horasan beldelerini sık sık ziyaret etmesi sebebiyle Necâşî ve Ebû Ca'fer et-Tûsî gibi meşhur Şiî âlimleri tarafından İsnâaşeriyye'nin Horasan'daki yıldızı olarak kabul edilen İbn Bâbeveyh, bununla yetinmeyerek Mâverâünnehir'e kadar uzanan bir seyahate çıktı. Rey âlimleriyle kurduğu temaslar sonucunda Büveyhî Hükümdarı Rüknüddevle'nin sarayına davet edilerek Rey'de yerleşti. Bir taraftan Şîa'nın görüşleri konusunda Büveyhî hükümdarının sorularını cevaplandırırken diğer taraftan öğrenci yetiştirme ve eser yazma faaliyetlerini sürdürdü. Böylece ulemâ ve halk nezdinde büyük bir itibar kazandı. Kardeşi Hüseyin b. Ali, yeğeni Hasan b. Hüseyin, Necâşî'nin babası Ali b. Ali b. Ahmed, Ebü'l-Kāsım Ali b. Muhammed, Ebû Abdullah Hüseyin b. Ubeydullah el-Gadâirî, Muhammed b. Süleyman el-Hamrânî, Ali b. Hasan el-Hûzî ve Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Şâzân el-Kummî onun yetiştirdiği çok sayıdaki öğrenciden bazılarıdır. İbn Bâbeveyh Rey'de vefat etti ve Abdülazîm el-Hasenî'nin kabrinin yakınında defnedildi. Daha sonra üzerine kubbeli bir türbe yapılan kabri günümüzde bir ziyaret mahallidir.
Küleynî'den sonra İmâmiyye'nin en önemli âlimlerinden biri olarak kabul edilen İbn Bâbeveyh daha önceki Ahbârîler'den ve özellikle Küleynî'den farklı bir yol takip etmiştir. Gaybet döneminin uzamasıyla birlikte gerek Şîa bünyesinden gerekse dışarıdan gelen itiraz ve tenkitlere cevap vermiş, aklı müstakil bir delil kabul etmemişse de bazı aklî izahlarda bulunmaktan uzak durmamıştır. Muhalif fırkalardan İsmâiliyye ve Zeydiyye'den gelen tenkitleri cevaplandırırken imâmetin gerekliliği, peygamberlerle imamların mâsumiyeti ve gaybet konusundaki aklî yorumları oldukça dikkat çekicidir (meselâ bk. a.g.e., I, 28-40). Onun bütün bu özellikleri yanında akıldan çok nassa ağırlık verdiği bilinmektedir.
Şiî kelâmında Nevbahtîler'le başlayan Mu'tezilî tesirlere karşı çıkış hareketinin başında yer alan İbn Bâbeveyh, Mu'tezile'yi tenkit ederken bu ilimle uğraşanlar aleyhinde nakledilen haberlere dayanmıştır. Bununla birlikte kelâm konularında akla dayalı çözümlere kısmen yer vermiş olması sebebiyle kendisinden sonra Şeyh Müfîd'le sistemleşecek olan aklî kelâmın oluşmasını hızlandırdığı söylenebilir. Onun bu özelliğinin biraz da tarihî zaruretlerden ortaya çıktığı düşünülmelidir. Zira Şiî âlimleri artık sadece imamlardan gelen haberlere dayanmakla meselelerin çözülemeyeceğini görmeye başlamışlardı.
İbn Bâbeveyh'in genellikle Ca'fer es-Sâdık'a nisbet edilen rivayetlere dayandırdığı kelâmî görüşleri şöyle özetlenebilir: Zâtî ve fiilî kısımlara ayrılan ilâhî sıfatlardan ikinci kısma girenler hâdistir. Naslarda Allah'a nisbet edilen "vech" din, "cenb" itaat, "yed" kudret anlamına gelir. Levh ve kalem ise iki melek demektir. Kullara ait fiiller Allah tarafından yaratılmakla birlikte bu insanların fiillerinde mecbur olmasını gerektirmez. Bu sebeple cebr de tefvîz de yoktur. Kur'an Allah tarafından yaratılıp Hz. Peygamber'e indirilmiştir ve âyetleri insanların ellerinde bulunan mushafta olduğu kadardır, fazla veya eksik değildir. Kur'an'da, "Ey iman edenler!" diye geçen bütün âyetlerle sadece Hz. Ali kastedilir. Cennete işaret eden her âyet nebîye, imamlara ve taraftarlarına ait müjdeleri ifade eder. Nebîlerin sayısı 124.000 olup her birinin bir vasîsi vardır. Resûl-i Ekrem'in vasîsi ve müslümanların imamı Hz. Ali ve Hz. Hüseyin neslinden gelen torunlarıdır. Meleklerden üstün olan imamlar her türlü günahtan korunmuştur. Onların mâsum olduklarını inkâr eden kendilerini tanımamış ve dolayısıyla küfre girmiştir. Nasla tayin edilen imamların sözü Allah'ın sözü gibidir, onlara itaat veya isyan etmek Allah'a itaat veya isyan statüsüne girer. Zira onlar Allah adına ve O'ndan gelen vahiyle konuşurlar. On ikinci imam Mehdî el-Muntazar zuhur edinceye kadar muhaliflere karşı takıyye yapmak vâciptir. Takıyyeyi terkeden İmâmiyye mezhebinden ve dinden çıkmış sayılır. Rec'at hak olmakla birlikte tenâsüh bâtıldır. Kabirde sorulacak sorulardan biri de imamın kim olduğudur. Âhirette peygamberlerle imamların hesabı Allah, ümmetlerin hesabı imamlar tarafından görülecektir. İmâmiyye'ye mensup olanlara ise günahları sorulmayacaktır. İbn Bâbeveyh'e göre İmâmiyye'ye muhalefet eden bütün gruplar âhirette ebedî felâket ve hüsran içinde bulunacak, kâfirlerle aynı âkıbeti paylaşacaklardır (Risâletü'l-iʿtiḳādâti'l-İmâmiyye, tür.yer.).
İbn Bâbeveyh Allah'ın görülmesi, va'd ve vaîd, peygamberlerle imamların şefaati, rec'at ve bedâ gibi konularda İmâmî rasyonalistlerle aynı görüşleri paylaşmasına rağmen Hz. Peygamber'in namazda yanılabileceği konusu yanında insanlara has ihtiyarî fiillerin yaratılmış olmasını, Allah'a karşı işlenen isyan fiillerinin O'nun kader ve kazâsı ile olduğunu belirtmekle akılcı ekolden ayrılmıştır. Ayrıca IV. (X.) yüzyılın sonlarına kadar Kur'ân-ı Kerîm'in tahrif edildiğine inanan birçok İmâmî âlime karşı müslümanların elinde bulunan nüshanın tahriften uzak ve tam olduğunu savunması (a.g.e., s. 98-103) onu diğer Ahbârîler'den ayıran önemli bir özelliktir. İmâmiyye'nin itikadî görüşlerinin kökleşmesinde önemli bir rol üstlenen İbn Bâbeveyh'in bilhassa imâmet anlayışına, buna bağlı olarak âhirette imamların ve onların taraftarlarının durumuna ilişkin fikirleri, tamamen Şiî rivayetlerine dayanmakta olup bunları kesin naklî delillerle temellendirememiştir. İmâmiyye'ye muhalif olan müslümanlara tekfire varan bir nazarla bakması da İslâmî ölçülere uymayan bir mezhep taassubu olarak değerlendirilmelidir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi