919'da (1513) Sivas'ta doğdu. Asıl adı Osman'dır. Tarikat silsilesi hakkında kaleme aldığı "sevdiğim" redifli manzumesindeki "Nesl-i pâk-i Mustafâ vü Murtazâ'dır Hâşimî" mısraından da anlaşılacağı üzere Hz. Ali neslinden geldiği için "seyyid" ve "emîr" lakabıyla anılmış, yine bu sebeple şiirlerinde Hâşimî mahlasını kullanmıştır. Acem seyyidleri gibi saçlarını uzattığından Saçlı Emîr olarak ve tekkesinin bulunduğu yer dolayısıyla Kasımpaşalı nisbesiyle de anılır. Evliya Çelebi ondan "eş-Şeyh Osman yani Emîr Sultan" diye bahseder, tekkesini de Emîr Sultan Tekkesi olarak tanıtır (Seyahatnâme, I, 418, 425). Peçevî'nin "Mevlânâ Muhammed b. Abdülevvel ki Saçlı Emîr denmekle meşhur idi" (Târih, s. 55) şeklinde verdiği künyesi başka kaynaklarda yer almamaktadır.
Hâşimî öğrenim için genç yaşta Amasya'ya, oradan da İstanbul'a gitti. Sahn-ı Semân Medresesi'nde okurken tasavvufa meylederek tahsilini bıraktı ve devrin birçok meşâyihine hizmette bulundu. Bu sırada gördüğü bir rüya üzerine Vize'ye gitti. Burada, rüyasında Hz. Ali sûretinde gördüğü devrin Bayramî-Melâmî kutbu Sârbân Ahmed'in mensuplarından Vizeli Alâeddin Efendi ile karşılaşarak ona intisap etti. Seyrüsülûkünü, Alâeddin Efendi'nin vefatından (970/1562-63) sonra yerine geçen Gazanfer Efendi'nin yanında sürdürdü. Onun emriyle Amasya'ya gidip irşad hizmetine başladı. Gazanfer Efendi'nin vefatı üzerine İstanbul'a döndü (974/1566-67). Kasımpaşa ile Okmeydanı arasındaki Kulaksız semtinde günümüzde kendi adını taşıyan ve cami olarak kullanılan zâviyeye yerleşti. Oğlan Şeyh İsmâil Ma'şûkī ve Hamza Bâlî meşrebinde olduğu, onlar gibi şeriata aykırı hareketlerde bulunduğu dedikoduları etrafa yayılınca, istikamet sahibi oluşuyla halk ve devlet nezdinde itibar sahibi bulunan Halvetî şeyhlerinden Nûreddinzâde'ye intisap ederek yanında erbaîne girdi. Hulvî'nin naklettiğine göre bu sırada gördüğü bir rüyayı Nûreddinzâde'ye anlatıp yorumunu sorunca, "Emîr, senin bize ihtiyacın yok. Var git, dervişânın ile meşgul ol. Bizim kisvemizi ve evrâdımızı terketme" cevabını aldı. Bunun üzerine tekkesine dönüp hizmetine devam etti. 11 Zilkade 1003 (18 Temmuz 1595) tarihinde öldü ve Kasımpaşa'da Kulaksız'daki tekkesinin hazîresine defnedildi.
Vizeli Alâeddin tarafından Gazanfer Efendi'nin kızıyla evlendirilen Hâşimî Emîr Osman'ın vefatından sonra yerine oğlu Seyyid Câfer Efendi geçti. Hâşimî'nin Muhtârî ve Emîrî mahlaslarını kullanan şair iki oğlu daha olduğu bilinmektedir (Kınalızâde, I, 186; II, 881).
Sarı Abdullah Efendi Hâşimî'yi güzel yüzlü ve keramet sahibi bir velî, Nev'îzâde ise cezbeli, keramet ehli, herkesin hürmet gösterdiği bir şeyh olarak tanıtır. Hâşimî Emîr Osman'ın bağlı olduğu kol Bayramî Melâmîleri'nin silsilesiyle birleşmekle birlikte tekke açıp âyin, evrâd ve ezkârla meşgul olması melâmet yolundan uzaklaştığını göstermektedir. Bunda, o dönemde Bayramî Melâmîleri aleyhinde yürütülen faaliyetlerin de etkili olduğu söylenebilir. Hediyyetü'l-ihvân müellifi Nazmî Efendi onu Bayramî Melâmîleri'nden ayrı bir kategoride değerlendirir ve "tarîk-i Bayramî" üzere âyin icra ettiğini bildirir.
Eserleri. 1. Divançe. Üsküdar Hacı Selim Ağa (Aziz Mahmud Hüdâî, nr. 297/7) ve İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 256) kütüphaneleriyle İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda (Osman Ergin, nr. 1300/2, 935) nüshaları bulunan eserdeki şiirlerden bir kısmı torunlarından ve tekkenin son şeyhi Mehmed Süreyyâ Bey tarafından Dîvânçe-i Hâşimî Emîr Osman Efendi adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1329). Kitabın baş tarafında nâşirin, esas itibariyle Lemezât-ı Hulviyye'den faydalanarak kaleme aldığı Hâşimî'nin hayatıyla ilgili bir giriş kısmı yer almaktadır. Emîr Osman Efendi'nin kendi tarikat silsilesi hakkındaki on üç beyitlik bir manzumesiyle başlayan eserde Hâşimî mahlaslı kırk şiir vardır. Ancak bunların bazıları Hâşim Baba'ya, birkaçı da Sârbân Ahmed'e aittir (Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, s. 69-70; a.mlf., Kaygusuz Vizeli Alâeddin, s. 12-13). Abdülbaki Gölpınarlı'nın bir cönkten (Melâmilik ve Melâmîler, s. 70) ve Osman Ergin'e ait bir mecmuadan alarak yayımladığı (Kaygusuz Vizeli Alâeddin, s. 81-88), aralarında Divançe'de olmayan manzume ve beyitlerin de bulunduğu örnekler, Divançe'nin diğer nüshaları yanında cönk ve şiir mecmualarının taranmasıyla şiirlerinin artacağını düşündürmektedir. Nitekim Birgül İşgüzar tarafından mezuniyet tezi olarak hazırlanan (bk. bibl.) Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlı nüshada (Hâşim Paşa, nr. 81), seksen manzume bulunmaktadır. Ayrıca matbu nüshanın önsözündeki, "Hazretin gayr-ı matbû olan dîvân-ı âlîlerinden bazı eş'âr-ı âşıkānelerinin dahi ilâvesiyle" ifadesi şiir sayısının daha fazla olduğunu göstermektedir. Divançe'nin son kısmında, Hâşimî Dergâhı'nda bir süre vekâletle görev yapan Mehmed Ledünnî Efendi'nin Emîr Osman Efendi ve silsilesi hakkında kırk altı beyitlik bir manzumesi, türbenin hâcet penceresinde yazılı üç beyitlik kitâbe, türbede levha olarak asılı bulunan Osman Rahmi Efendi'nin dört bendlik bir muhammesi, Mehmed Süreyyâ Bey'in "İstişfâ" başlıklı bir muhammesi ve Hz. Ali hakkındaki iki şiiri bulunmaktadır. Hâşimî Emîr Osman Efendi'nin, "Aşk-ı yâre dûş olaldan yârimi gördüm ayan" mısraı ile başlayan şiiri (Dîvânçe-i Hâşimî, s. 42-43) Ergun'a göre Kazasker Mustafa İzzet, Ezgi'ye göre Üsküdârî Zâkir Mahmud tarafından şehnaz makamında durak olarak bestelenmiştir. "Sâfiyem sûfî ezelden Hakk'a mir'ât olmuşam" mısraıyla başlayan şiirin ise (a.g.e., s. 40) Feyzi Dede tarafından bûselik-aşiran makamında ilâhi olarak bestelendiği bilinmektedir. 2. Tarîkatnâme. Tarikat silsilesi ve âdâbına dair manzum bir eserdir. Süleymaniye (Hasan Hüsnü Paşa, nr. 758/1) ve Mevlânâ Müzesi (nr. 130) kütüphaneleriyle İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı'nda (Osman Ergin, nr. 797, 1259/1) nüshaları bulunmaktadır. 3. Tefsîr-i Sûre-i İsrâ. İsrâ sûresinin tefsirine dair küçük bir risâle olup bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'ndedir (Hasan Hüsnü Paşa, nr. 758/2). Bursalı Mehmed Tâhir'in Hâşimî'nin ihvanına ve dostlarına gönderdiği mektuplarından oluştuğunu belirttiği Münşeât'a henüz rastlanmamıştır.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi