23 Rebîülâhir 599'da (9 Ocak 1203) Dımaşk'ta doğdu. Büyük dedeleri Kudüs'ten Şam'a göç etmiş olan bir ailenin ikinci oğludur. Sol kaşının üzerindeki büyükçe bir ben sebebiyle "benli" anlamına gelen Ebû Şâme lakabıyla meşhur oldu. Henüz küçük bir çocukken ilim öğrenmeye büyük hevesi olan Ebû Şâme on yaşını tamamlamadan Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi. Daha sonra kıraat tahsiline başlayarak bulûğ çağına girmeden (Ebû Şâme, İbrâzü'l-meʿânî, s. 8) Kāsım b. Fîrruh eş-Şâtıbî'nin meşhur yedi kıraatle ilgili Hırzü'l-emânî adlı kasidesini ezberledi: 616'da (1219) hocası Ebü'l-Hasan es-Sehâvî'den çeşitli rivayetleriyle kıraat öğrenimini tamamladı. Bu hocasından ayrıca tefsir, Arapça ve diğer pek çok konuda faydalandı. Ebü'l-Kāsım Ahmed b. Abdullah el-Attâr ve Ebü'l-Berekât Dâvûd b. Ahmed b. Mülâib'den Sahîh-i Buhârî'yi, Hanbelî şeyhi Muvaffakuddin Abdullah b. Ahmed'den İmam Şâfiî'nin el-Müsned'ini, Ebû Mansûr Fahreddin İbn Asâkir'den Ebû Bekir el-Beyhakī'nin Delâʾilü'n-nübüvve'sinin büyük bir kısmını ve diğer bazı kitapları dinledi. Otuz yaşından sonra hadis ilmine duyduğu özel ilgi sebebiyle Kerîme bint Abdülvehhâb ve Ebû İshak İbrâhim b. Ebû Tâhir el-Huşûî'den aldığı derslerle bu ilimde ilerlemeye çalıştı. Ebû Amr Osman b. Salâh, İbn Asâkir ve İzzeddin b. Abdüsselâm'dan fıkıh dersleri aldı, bu alanda ictihad derecesine ulaştı.
621 (1224) ve 622 (1225) yıllarında hac maksadıyla Mekke'ye, iki yıl sonra da ziyaret için Kudüs'e seyahat eden Ebû Şâme, 628 yılı Rebîülâhir ayı sonlarında (Mart 1231 başları) ilmi gaye ile Mısır'a gitti. Kahire, Dimyat, İskenderiye şehirlerini dolaşarak Ebü'l-Kāsım İsâ b. Abdülaziz el-İskenderânî, Bahâeddin İbn Şeddâd Yûsuf b. Râfi' gibi âlimlerden faydalandı: 7 Rebîülevvel 629'da (2 Ocak 1232) Şam'a döndü. Kendi ifadesine göre ömrünün büyük bir kısmını ve mesâisinin çoğunu şer'î ve edebî ilimleri öğrenmeye verdikten sonra tarihle meşgul olmaya başladı: "ilmin farz ve sünnetini" bu şekilde tahsil etmiş olacağını düşünüyordu (Kitâbü'r-Ravzateyn, I, 2).
Mısır seyahatinden sonra hayatının sonuna kadar Dımaşk'ta yaşayan Ebû Şâme, olgunluk çağını öğretimle ve çeşitli dallarda eser yazmakla geçirdi: bu arada şiirle de meşgul oldu. Âdiliyye Medresesi'nde uzun yıllar çeşitli dersler okuttu. Onun bu medrese ile asgari 634 (1236-37) yılında başlayan hocalık ilişkisi 654'e (1256) kadar devam etmiş olup bu ilişkinin Rükniyye Medresesi'nde ders vermeye başladığı 12 Muharrem 660 (7 Aralık 1261) tarihine kadar sürmüş olması da muhtemeldir Rükniyye Medresesi'ndeki derslerine ziraat işleriyle meşgul olmak üzere bir süre ara verdiği için kınanan Ebû Şâme, ziraatın en güzel rızık kapısı olduğunu belirten 108 beyitlik bir kaside yazdı. Cemâziyelâhir 662'de (Nisan 1264) Dârü'l-hadisi'l-Eşrefiyye şeyhliğine tayin edildi. Zamanın kādılkudâtı ile seçkin bir topluluğun dinleyici olarak hazır bulunduğu bu medresedeki ilk dersi ona büyük itibar sağladı. Hayatının muhtemelen son yıllarında Eşrefiyye Türbesi şeyhliğinde de bulunan Ebû Şâme'nin bizzat kendi ifadelerinden, Emîniyye ve Hüsâmiyye medreseleriyle de ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktaysa da bu ilişkinin zamanı ve mahiyeti hakkında bir şey söylemek mümkün değildir.
Bizzat kendisinin belirttiğine göre bir köşeye çekilip tek başına yaşamaktan hoşlanan, "zenginlerin kapısında ayağının izi bulunmayan" ve makam elde etmek için yarışanlar arasında yer almayan Ebû Şâme'nin ölümüne şu olay sebep oldu: Muhtemelen bir mesele hakkında ileri sürdüğü görüş üzerine 27 Cemâziyelâhir 665'te (25 Mart 1267) iki kişi fetva istemek bahanesiyle evine geldiler ve kendisini feci şekilde dövdüler. Ebû Şâme, ilgili mercilere başvurarak saldırganlar hakkında şikâyetçi olmasını ve hakkını aramasını tavsiye edenlere manzum olarak verdiği cevapta işini Allah'a havale ettiğini. O'nun her hususta herkese yeteceğini ifade etti. Bu olayın üzerinden henüz üç ay geçmeden 19 Ramazan 665'te (13 Haziran 1267) vefat etti ve ertesi gün Bâbülferâdis Mezarlığı'na defnedildi. Brockelmann, Ebû Şâme'nin bir cinayetten dolayı şüpheyi celbetmesi üzerine galeyana gelen halk tarafından öldürüldüğünü söylemekteyse de (İA, IV, 51) bu bilginin herhangi bir dayanağına rastlanmamıştır. Ansiklopedinin ikinci baskısında bu iddiaya yer verilmemesi de temelsiz olduğunu göstermektedir.
Kaynak: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi