David Ogilvy, 'Ogilvy on Advertising' kitabının girişinde, iletişimin belki de en çarpıcı örneklerinden birini verir. Şudur anlattığı:
Eski Yunan'da, konuşma yetenekleriyle ünlü iki kişi yaşar...
Birinin adı Aeschines, diğerininki Demosthenes'dir. Aeschines'i dinleyenler, onun ağzından dökülenlerle mest olur ve her seferinde, "Ne güzel konuşuyor. Keşke hiç bitmese" der. Aynı şekilde Demosthenes'i dinleyenlerin tepkileri; ayaklanıp "Kalkın, Philip'i devirelim!" demek olur.
Ogilvy, ilkel anlamda da olsa siyasal iletişimin ilk örneğini bu şekilde anlatıyor. Gidip kralı devirmek işin sembolik tarafı; asıl vurgulanmak istenen, doğru iletişim teknikleri kullanarak halkın motivasyonlarının harekete geçirilebileceği.
SEÇİM GÖZLEMLERİ
Siyaset bilimi eğitimi almış olmanın, diplomayı duvara asmak dışında, bende bıraktığı en belirgin iz, seçim günleri oy kullanılan mekânları ve insanları incelemektir. Benim için asıl serüven, oyu attıktan sonra başlar...
Kim hangi motivasyonla gidiyor sandığa, oy kullandıktan sonra neler konuşuluyor, hangi bölgede kimin borusu ötüyor... İnceleyip, kendi kendime notlar alırım. Bu seçimde de öyle yaptım.
İktidar partisi, üçüncü genel seçiminde de oy oranını arttırıp yüzde 50 barajına dayanınca, muhtelif görüşler ortaya atılmaya başlandı.
Kimi, bir hafta öncesinde; gerine gerine açıkladığı oy oranının 10 puan altında kalmasına rağmen, bir önceki seçime göre ilerleme kaydettiğini söyleyip, avuttu kendini.
Kimi, oynanan tüm oyunlara rağmen, meclise girmelerini başarı saydı...
İNSAN ANALİZİ YAPALIM...
Söylenecekler söylendi zaten.
Buradan ciddi bir siyasi analiz yapma gibi bir niyetim yok.
Ben müsaadenizle, insan analizi yapmak istiyorum...
Kurum olarak birçok kazananın olduğu söylenebilir ama insan bazında bu seçimin tek galibi Recep Tayyip Erdoğan'dır. Artık, "Halkımız cahil, kime oy verdiğini bilmiyor" veya "İnsanlara makarna dağıtıyorlar" argümanlarının safsatadan öte olmadığı da bu seçimde anlaşılmıştır. Bir ülkenin yarısı, bir paket makarna için bir partiye oy vermez. Öyle olsaydı, arkasına süpermarket zincirini alan herkes bu ülkenin yönetimine talip olurdu. Bu ülkenin seçmeni, mevcut iktidarın çalışmalarını takdir etmiş, Recep Tayyip Erdoğan'ın da ülke tarihindeki en önemli siyasi liderlerden biri olduğunu onaylamıştır.
Tüm politik kabiliyetlerini bir kenara bıraksak bile, Recep Tayyip Erdoğan'ı mevcut liderlerden ayıran tek ve çok önemli bir özelliği var; muktedir olmak. Evet yüzde 50'nin sırrı, bu muktedir olma durumunda gizli zaten.
Bir örnekle anlatayım...
BAŞARININ ŞİFRESİ
Başbakan birkaç ay önce, Karadeniz'i Marmara'ya bağlayacak olan 'Kanalistanbul' projesini açıkladı. Kimimiz gereksiz olduğunu düşündük kimimiz alkışladık; kimimiz bir doğa katliamı olacağını haykırdık kimimiz yeni rantların yaratıldığını söyledik...
Hepimiz bir şekilde fikrimizi belli ettik. Ortak paydalarda buluşmasak bile hepimiz tek bir noktada mutabık olduk; Recep Tayyip Erdoğan'ın bu projeyi yapabilir!
Şimdi bir kez daha düşünün...
Fikriniz ne olursa olsun, hanginiz, "Evet, yapar!" demediniz?
Seçim başarısını derin analizlerde aramaya gerek yok. Başarının sırrı, liderin bu muktedir olma durumudur. Türk seçmeni, çok şey söyleyen ama birini bile yapacağına kendisini inandıramamış liderler gördü. Recep Tayyip Erdoğan'ın o hayalleri ve hayallerini gerçeğe dönüştürme sevdasıdır, bu milletin yarısının tevveccühünü kazanan.
İstanbul için iki yeni kent.
Yapabilir mi?
Ankara'yı uzay ve uydu merkezi hâline getirmek? Yapabilir mi?
İzmir-Ankara hızlı tren projesi?
Yapabilir mi?
Projeleri sevin yada sevmeyin ama hepsini yapabileceğini düşünüyorsunuz değil mi?
O hâlde yüzde 50'nin şifresini çözmüşsünüz demektir...