Eğer bu ülkenin doğusunda olup bitenler yüreğinizi cendere gibi sıkıştırmışsa... Her gün ölen gençlerin hüznü, kahve telvesi gibi kalp kapakçıklarınıza yapışmışsa...
Kimlerin, nasıl öldüğüne dair gazetelerin iki sütunluk yazılarından, haber bültenlerinin 1.5 dakikalık bantlarından daha fazlasına ihtiyacınız varsa... Canınız acıyor, bir yerlere, bir şeylere tutunma ihtiyacı hissediyorsanız...
Ve hepsinden önemlisi; yüreğinizi soğutacak bir yelpaze arıyorsanız, 'Dağ' filmini mutlaka görmelisiniz...
Hayatımda bir filmin final jeneriği akarken, istisnasız tüm seyircilerin ayağa kalkıp alkışladığını ilk kez gördüm...
Koca koca adamlar burunlarını çekip ağlıyorlardı.
Hem hüzün, hem sevinç, hem gurur kol kola girmiş; seyirci âdeta bu muazzam kokteyl ile çakırkeyif olmuştu. Meğer içimizde ne çok şey birikmiş...
Meğer ateş sadece düştüğü yeri yakmamış...
TERÖRÜ BİTİRECEK CÜMLE
Dağ, 'arızalı' bir halk çocuğu ile sırf macera olsun diye bedelli askerlikten vazgeçip kısa dönem askerliği seçen bir muhallebi çocuğunun teröristler tarafından sıkıştırıldıkları bir dağda nasıl kader birliği ettiklerini, nasıl 'kardeş' olduklarını anlatıyor.
Filmi 'hamasi' bulanlar olabilir ama bana göre pek çok savaş karşıtı filmin, dakikalar boyunca anlatamadığını tek bir diyalogla beyinlere, yüreklere kazıdı.
İki asker, öldürdükleri teröristi ne yapacaklarını tartışıyorlardı.
Biri dedi ki, "Az daha seni öldürecekti. Eğer öyle olsaydı, bizim cesedimizi kargaların yemesi için bırakırdı..."
Diğeri yanıt verdi: "İşte onun için bir farkımız olmalı ya..."
Diğeri üsteledi: "Eğer beni öldürseydi, babamın beni taşıdığı o ana dayanamazdım."
Diğer asker de kararlıydı: "Unutma, onun da bir babası vardı..."
Sonra mıh gibi ruhuma çakılan o cümle çıktı ağzından: "Sadece öldüğünde düşmanın bizden bir farkı olmadığını anlıyoruz..."
Bence 30 yıldır akan kanı durduracak sihirli cümle buydu. Anlayana, anlatabilene...
Film, teknik açıdan mükemmel değildi. 1.5 saat boyunca aklımdan hep, "Eğer daha ciddi paralar yatırılıp daha profesyonelce çekilmiş olsaydı, dünya çapında bir film olurdu" cümlesi geçti ama söyleyeceği sözü öyle doğrudan, öyle yalın ve etkili anlatıyordu ki; bu kadarı bile bana yetti...
Hatta son dönem filmlerinde beni çok rahatsız eden ağır küfürler bile bu kez kulağıma batmadı.
Filmin senaryosunu da yazan yönetmen Alper Çağlar'ın isminin yanına zaten Büşra filminden bir işaret koymuştum. Dağ, onun rüştünü ispat ettiği ve ülkenin en iyi yönetmenleri arasında anılmak için ilk adımını attığı film olarak tarihe geçecektir, buna gönülden inanıyorum.
İZLEMEK İNSANLIK GÖREVİ
Ve oyunculuklar... Ufuk Bayraktar'ı ekranda ilk gördüğüm andan itibaren bu sütunlarda yazıp duruyorum. Bu adamda ayrı bir şey var.Yıllardır yeni Yılmaz Güney arayanlar çok beklemeyecek gibi... Genç oyuncu Çağlar Ertuğrul son dönemde piyasayı kaplayan 'baklava desenli plastik delikanlılardan' çok farklı duruyor.
Hem yakışıklı, hem yetenekli, hem de doğal...
Fetih 1453 filmindeki kılıç sahneleri ile bende hayranlık uyandıran Cengiz Coşkun ise kısa ama etkili rolüyle 'Bana artık başrol yakışır' diye bas bas bağırıyor.
Ve Fırat Doğruloğlu... Öyle bir yüzbaşı portresi çizdi ki, askerliğini yapan her Türk vatandaşı onda kendi komutanını buldu...
Bir rol ancak bu kadar 'içten' oynanabilir.
Hayatımda ilk kez bir sinema filmi için bu kadar iddialı bir cümle kuruyorum: Bu film, yılın sinema olayıdır! Yapımcısının, yönetmeninin bile hayal edemeyeceği gişe hasılatı beni hiç de şaşırtmayacaktır. Hele izleyen herkesin tüylerini diken diken eden o final jeneriği...
Bu filme gidin ve 1984'ten bu yana yitirdiğimiz 'dağ gibi' delikanlılara bir alkış da siz tutun, ruhlarına bir Fatiha da siz gönderin...
Bu filmi izlemek hem vatandaşlık, hem insanlık görevidir!