Seda Sayan'ın son halini gören herkes "Ne olmuş bu kadına böyle?" dedi. Sonunda Seda Bacımız açıklama yapmak zorunda kaldı: "Burnumla üst dudağım arasındaki mesafeyi kısalttırdım." Anlamıyorum, bir insan, burnu ile dudağı arasındaki mesafeyi niye kısaltır? Bıyık epilasyonuna daha az para vermek için mi? Tövbe estağfurullah..
Yahu güzel bacım, sen her halinle güzel değil miydin sanki bizim gözümüzde? Gözlerini çektirdin, sürekli şaşkın bakar hale geldin, elmacık kemiklerini pörtlettin de ne geçti eline? Hele şu Fransız askısı yaptırırken paylaştığın videoya ne söylemeli, onu hiç bilemiyorum.
Şimdi diyeceklerdir ki, "Kadının parası da var, vakti de, cesareti de. Hep göz önünde olan bir insan. Varsın yaptırsın, sana ne?.." Haklı olabilirsiniz ama kazın ayağı öyle değil. (Hale bakın, yazının ortasından bile 'kaz ayağı' sorunu fışkırıyor) Benim derdim Seda Bacım'la değil, ona özenip perişan olanlarla...
Gün geçmiyor ki, haber bültenlerinde bir estetik operasyon kurbanıyla karşılaşmayalım. Merdivenaltı estetik 'dükkanlarında' botoks ve dolgu yaptıran, klinik yerine 'sanayide' burun düzelttirmeye çalışan, cilt sorununu halletme işini mahalle kuaförüne bırakanların mağduriyetinde, sürekli dış görünüşleriyle uğraşan ünlülerimizin vebali yok mu?
Leonardo DaVinci, 'Altın oranı' bulduğuna kim bilir ne kadar pişmandır!..
En güzel filtre
Bu aralar ekranda sıkça dönen bir gözlükçü reklamında rastladığım cümle ilgimi çekti. Kadın diyor ki, "Benim en güzel filtrem, gözlüğüm..." İlk duyduğumda bir anlam verememiştim. Biraz düşününce olayı kavradım.
Malum, sosyal medyada paylaşılan fotoğraflara 'filtre uygulamak' icat oldu, mertlik bozuldu. Özellikle hanımlar artık doğal fotoğraflarını paylaşmaz oldular. Çeşitli tekniklerle görüntülerini filtreleyip, güzelleştirmeye çabalıyorlar. İşte reklamdaki kadın da buna atıfta bulunuyor, "Benim en güzel filtrem, gözlüğüm" diyerek... Yani gözlüğü; kaz ayağını, göz torbasını, göz çevresi halkalarını görünmez kılmak için takarmış meğer...
Güneş gözlüğünün sadece UV ışınlarını filtre ettiğini sanırdım. Erkek saflığı işte...
Firmaların iyilik savaşı
Ekranda iki reklam hem ilgimi çekti, hem de beni çok mutlu etti. Total reklamında işitme engelli kadın, pompacı arkadaşın yanına gelince, elindeki telefona işaret diliyle ne istediğini anlatıyor. Telefon ekranındaki canlı tercüme ile benzinci, kadının ne istediğini anlıyor. Meğer firma, canlı tercüme programı için işaret dili bilenlerin görev aldığı bir özel servis kurmuş. Ne güzel...
A 101'in yeni reklamında ise engelli bir gencimiz, yıllardır bu firmada çalıştığını, müşterilerle ilişkisinin çok iyi olduğunu anlatıp, kendilerine her şubesinde bu imkanı tanıyan firmaya teşekkür ediyor. Eskiden sadece şube sayısıyla övünen A 101'e bu reklam daha çok yakışmış bence.
Bir firmayı tercih etmenizde sadece ucuzluk ve kalite yeterli midir? Yoksa 'insana duyarlılığı' da sizi etkiler mi? Karar sizin... Ama gönlümden geçen, bu 'iyilik rekabetinin' artarak sürmesi...
Ne demiş?
Değerli okurumuz Ali Aktulga, Doğduğun Ev Kaderindir dizisinde Savaş'ın eski arkadaşı kafe sahibi kadının ilginç sözünü not etmiş: "Savaş basgitar gibidir, kendini belli etmez ama müziğe ruhunu verir."
Gaf kürsüsü
Okurumuz Mesut Eryılmaz, Teşkilat'ta gözüne batanları sıralamış: Sözde Suriye sahnelerinde zeytin ağaçları yerine Ankara'nın çamları, uzaktan flu görünen 06 plakalar vardı. Ya Hakkı'nın, içinde elektronik takip cihazı olan koca valizle havaalanındaki X-Ray cihazından geçmesine ne demeli?
Zap'tiye
Çukur'da her hafta aileden bir kişi öldüğü için Sultan Ana (Perihan Savaş) helva kavurmaktan helak oldu. Bari bir tatlıcıyla sponsorluk anlaşması yapsalar...