Cuma gün boyunca ekranlarda birbirinden harika Çanakkale belgeselleri izledim. Uluslararası belgesel kanalı National Geographic, Titanic batığını bulan ünlü deniz araştırmacısı Robert Ballard'ın Çanakkale Boğazı'nın derinliklerinde yaptığı müthiş araştırmayı yayınladı. 15 metrelik Nusret mayın gemisinin döşediği mayınların, dev muhriplerin gövdesinde açtığı kocaman yaraları izledim hayretle. Çoğu yüzme bilmeyen Anzak askerlerini karaya ulaştıramadan alabora olup batan çıkartma sandallarının halatları hâlâ duruyordu üzerlerinde.
Sonra NTV'ye geçtim. Yüzüklerin Efendisi ve Hobbit gibi filmlerin yönetmeni Peter Jackson meğer Çanakkale'ye gelmiş. Programcı Gökhan Tarkan Karaman ile Çanakkale Savaşı'nın geçtiği yerlerde günlerce araştırma yapmış. Bir Çanakkale filmi yapmak için malzeme topluyormuş. Meğer dedesi William Jackson, Anzak askeri olarak geldiği Gelibolu'da ölmüş.
Jackson saatler boyu aradıktan sonra bulduğu bir Yeni Zelanda askerine ait kayadan oyulmuş mezar taşının üzerine eğildi. Yanında getirdiği malzemelerle yine saatlerce uğraşıp onun kalıbını çıkarttı. Avustralya'daki müzede sergilemek için kopyasını yapacakmış. Sonra o müzenin görüntüleri geldi ekrana. Aklım durdu... Conk Bayırı muharebesini 150 metrekarelik bir alanda yeniden canlandırmışlar. Bunun için tam 5 bin asker figürü yapılmış ve hepsi 150 sanatçı tarafından birer birer oyulup boyanmış. Kitaplarda, haritalarda yüzlerce sayfada anlatılamayacak savaşın o dehşet anlarını 'bir bakışta' anlatmışlar.
Derken gözüme bir tanıtım çarptı. Turkcell muhteşem bir iş yapmış. Bundan 101 yıl önce hem Anadolu'nun dört bir köşesinden, hem de okyanuslar ötesinden gelerek Çanakkale'de savaşan tüm askerlerin kayıp mektuplarına 'cevap yazma' imkanı yaratmış.
İster, 'Neden bana yazmıyorsunuz? Sizi çok merak ediyorum' diyen 15 yaşındaki Yeni Zelandalı John'a, ister hasta anasından mektup beklerken şehit düşen Merzifonlu Mustafa'ya...
www.canakkaleyemektuplar. com sitesine giriyorsunuz, bekledikleri mektupları bir asır öteye, onların 'ruhlarına' gönderiyorsunuz. Bu şahane organizasyonu görünce, zihnimde bugüne kadar yazılmış en asil, en duygulu, en vicdanlı savaş mektubu canlandı. Mustafa Kemal Atatürk'ün Çanakkale'de toprak olan yabancı askerlerin annelerine yazdığı o mektup:
"Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır."
Yıl 1934... Henüz 'empati' kelimesinin icat edilmediği günler. Bir dünya lideri, ülkesini istila etmek için gelen, hatta ne için orada olduğunu bile bilemeden ölüp giden gencecik askerlerin annelerinin yerine koymuş kendisini. Onların yüreklerinde yanan ateşi söndürecek, biraz olsun teselli edecek, kendilerini bir nebze olsun iyi hissetmelerini sağlayacak en samimi, en vicdanlı, en bağışlayıcı cümlelerle hitap etmiş kalplerine...
Karşı siperlerden birbirlerine sigara ve yiyecek atan, birbirlerinin cenazelerini sırtlayıp kilometrelerce taşıdıktan sonra usulünce toprağa veren gerçek kahramanların 'savaşı mağlup ettikleri' savaştı Çanakkale... Onlar, Ata'mızın dediği gibi huzur içinde, koyun koyuna yatıyorlar şimdi... Peki 18 Mart 2016'da, vicdan ve insanlığın galip geldiği o savaşın 101'inci yıldönümünden bir gün sonra Beyoğlu'nda, 2.5 yaşındaki Asya bebeğin pusetinin yanında bomba patlatanlar?
İşte onların yatacak yerleri yok. Asla da olmayacak...
Unutmayın... Ölüm de var...