Galatasaray'ı diğer spor kulüplerinden ayıran en önemli özelliği Galatasaray Lisesi ile bütünleşmiş olması. 'Liseliler', bazı kulüplerde olduğu gibi tek adamlığa izin vermez. Her kriz döneminde demokrasi kültürü devreye girer ve Galatasaray için en doğru karar alınır. Tıpkı bu son seçimde Burak Elmas'ın seçilmesi gibi.
★
Elmas'ın yaşının genç olmasını dezavantaj olarak gösterenler oldu. Evet, 47 yaşında ama üç dönem yöneticilik deneyimi var. Aynı zamanda 1994'te Manchester United'a 'Welcome to hell' pankartı açmış sağlam bir taraftar. Yani kulübün birçok kademesinde çalışmış, çekirdekten yetişmiş bir Galatasaraylı. Geleceğe dair etkileyici planları ve vizyoner bir kişiliği var.
Elmas, seçim sonrası ilk röportajını GÜNAYDIN yazarı Tuba Kalçık'a verince bazıları kıyameti kopardı. Elmas'ın röportajda "Devletimiz çok büyük yatırımlar yaptı futbola. O kadar güzel tesisler yapıldı ki... Cumhurbaşkanı Erdoğan futbola çok önem veriyor ve sorunlarıyla da ilgileniyor. Tesis, altyapı açısından çok önemli yatırımlar yapıldı. Anadolu'nun her yerine son derece modern stadlar yapıldı. Futbolumuz da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu yatırımlarına yakışır şekilde olmalı" demesine kızdılar. Sosyal medyada, çiçeği burnunda Galatasaray başkanına 'Welcome to hell' der gibi linç ettiler. Elmas daha ilk röportajında bazılarının kara listesine girdi!
★
Siyasi fikriniz farklı olabilir ama gerçekleri söylemek ne zamandan beri yağcılık oldu! Anadolu kulüpleri hangi gelirle o modern stadyumları ve tesisleri yapabilirdi? Borç içindeki kulüplere, vergi indirimleri, kamu kuruluşlarının sponsor desteği ve kamu bankalarının borç yapılandırmaları olmasaydı birçok kulüp batardı. Erdoğan'ın futbola ilgisini, desteğini herkes biliyor. Elmas da 'Bu desteğe layık olacak başarılar elde etmeliyiz' diyor. Ne var bunda?
Her olaya siyasi açıdan yaklaşanlar hep unutuyor; Cumhurbaşkanlığı makamı hepimizin ortak değeridir. Erdoğan, Türk halkını temsil ediyor. Elmas da bu ortak değer için başarılı olmalıyız diyor, nokta!
***
HOCAM BİZİ İKNA ET
Genç ve yetenekli bir jenerasyon yakaladık diye sevindiğimiz A Milli Futbol Takımı, Avrupa Futbol Şampiyonası'nda 0 puan ve -7 averaj ile tarihinin en kötü turnuva sonucunu aldı.
Turnuva öncesi 'Futbolun filozofu' diye methiyeler düzdüğümüz Şenol Güneş'in şimdi istifası isteniyor.
Güneş'ten önce takımın durumu çok kötüydü. Güneş, Dünya Kupası Elemeleri'ne de iyi başlamıştı.
Peki, Güneş giderse yerine kim gelecek? Kariyeri yükselişte olan, milli takımı emanet edebileceğimiz yerli bir teknik direktör yok. Kariyerli bir yabancı hoca macera mı olur? Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var!
Bence Güneş ile devam edilmeli ama hocamızın da bu hezimet hakkında bir açıklaması olmalı. Dünya Şampiyonu Fransa'yı, Hollanda'yı, Norveç'i yenen bir takım nasıl bir ayda bu hale geldi?
"Üzgünüz, olmadı, sorumluluk bende" demekle olmuyor bu işler. Dünya Kupası'na da gidemezsek Güneş yine "Sorumluluk bende" mi diyecek? Güneş, önce başarısızlığın nedenlerini tespit edip, çözüm önerilerini sunup kamuoyunu ikna etmeli.
***
GAZETECİLİK ÖĞRENCİLERİ HABER OKUMUYOR!
Medya odaklı haber sitesi Journo'nun 20 üniversitenin iletişim bölümünde okuyan öğrenciler ile yaptığı ankete katılan öğrencilerinin yüzde 55.6'sının telefonunda herhangi bir haber uygulaması olmadığı ortaya çıktı...
■ Gazetecilik öğrencilerinin yüzde 75.6'sı herhangi bir ebültene de abone değil.
■ Öğrencilerin yüzde 72'si herhangi bir podcast'i de takip etmiyor.
■ Öğrencilerin para verip indirdiği uygulamalar ise büyük oranda eğlence odaklı, dizi, sinema ve müzik platformları.
■ Ankete katılanların çoğunun herhangi bir gazete veya dergi aboneliği de yok.
Anketin sonuçlarını okurken dehşete düştüm. Mesele siyasi görüş farkı da değil! Birçok muhalif haber uygulaması var ama ücretsiz haber uygulaması bile indirmemiş genç meslektaşlarımız!
O zaman bu gençler iletişim bölümünü neden okuyorlar?
***
OBEZ OLDUK!
TBMM Obezite ile Mücadele Komisyonu'nun raporuna göre, ülkemizde her üç kişiden biri obez. Nüfusun yüzde 34'ü aşırı kilolu.
Fast food ve ekmek tüketimi kiloyu artırıyor ama asıl neden hareketsizlik. Akıllı cep telefonları hayatımıza girdiğinden beri daha az hareket ediyoruz. Boş vakitlerimizi oturup sosyal medyayı takip ederek geçirmeye başladık.
Obezite birçok hastalığın da tetikleyicisi. "Oturmayın, hareket edin" demekle de olmuyor! Günlük hayatın akışı, şehir planlamaları bile hareket etmeyi yönlendirecek şekilde planlanmalı.
***
KARANTİNANIN ÖĞRETTİKLERİ...
Ünlü Fransız ekonomi profesörü Gilles Raveaud şöyle diyor;
"Karantina 3 şeyi ispatladı:
1. Ekonomimiz aşırı borçlanmış insanlara faydasız ürünler satmayı kestiği an çöküyor.
2. Çevre kirliliğini radikal şekilde azaltmak pekala mümkün.
3. Memleketimizin en az maaş alan çalışanları toplum için en hayati işleri yapıyor." Raveaud'ın tespitleri doğru.
Salgın bize gıda, sağlık, enerji, güvenlik, dağıtım gibi hayatta kalmanın temel ihtiyaçlarının her şeyden daha önemli olduğunu hatırlattı.
Bu temel ihtiyaçları sağlayanlar da genelde düşük maaşlı çalışanlar.
Salgın hayatta kalma içgüdüsünü harekete geçirince önce lüks ve gereksiz ürünleri almaktan vazgeçtik.
Bu durum küresel ekonominin, insanları gereksiz ürünler almaya teşvik edip, sürekli borçlandırarak geliştiğini daha iyi anlamamızı sağladı.
Biz evde oturunca doğa da kendine geldi. Hava kirliliği azalınca İstanbul'dan Uludağ'ı gördük.
Denizlerde yunuslar yüzmeye, sokaklara domuzlar inmeye başladı vs.
Peki, bundan sonra ne olacak? Yine eskiye mi döneceğiz? İşe yaramaz ürünler alıp kredi kartlarının kölesi mi olacağız? Hep daha fazla üreterek doğayı kirletmeye devam mı edeceğiz? Hatalardan ders çıkarmazsak, doğayla uyumlu, sömürüden uzak sürdürülebilir gelişmeyi ve ekonomiyi ana hedef seçmezsek daha kötü salgınlarla karşılaşabiliriz. Kimse unutmasın; bir virüs tüm dünyaya diz çöktürdü!
***
Altyazı
"Siz gerçeği bilmek değil, kandırılmak istiyorsunuz." (The Prestige)