İnandığı yola baş koyanları seviyorum.
Şöyle iştahla ve aşkla fikirlerini savunanları. Gelin görün ki, sabit fikirliliğin kurbanı olmamak elzem. Düşündüklerinin tersine inanıp yola çıkanları kötü sıfatlandıran insanlardan da pek hoşlanmıyorum. Sen öyle yaşa, ben böyle; bu kızgınlık niye?
İşte bizim temel sorunlarımızdan biri bu.
Gelelim en hafif görünen ama pek önemli konuya: Sağlıklı yaşam.
'O ekmek tutan elleriniz kırılsın' çıkışlı Canan Karatay, esasında tam benim durup da izlemek isteyeceğim tipte biri; coşkulu, işine tutkulu, sözünün arkasında.
Velhasıl kendisi de lafının şehvetine kapılanlardan. Bu kez uç bir çıkış yaparak veganlara basmış kalayı.
Şöyle diyor: "Vegan demek, tahıl beyinli demek. Veganlar kısa ömürlüdür. Veganlık hastalıktır." Ben de diyorum ki, "One minute hocam!" Hocamızdan iyi olması mümkün değil ama yıllardır kendi çapımda sağlıklı yaşam ve beslenme üzerine araştırmalar yapıyorum.
Makaleleri okuyor, belgeselleri izliyorum. En önemlisiyse, kendi bedenimi dinlemeyi öğreniyorum.
Şimdilerdeyse sağlıklı yaşam yolculuğumda veganlığın kıyısına gelmiş durumdayım.
Geçenlerde tüm kontrollerimi yaptırıp doktorum Haşmet Pamuk'tan aferinleri kaptım. Et ve tavuk yemediğim için bir problem olup olmayacağını sordum.
Doktorum; sağlığımın çok iyi durumda olduğunu ve ne yapıyorsam aynen devam etmem gerektiğini, et yemeyerek de kendime iyilik yaptığımı söyledi.
Ve ardından bana okumam için makaleler verdi.
Efendim 'Blue Zone' diye bi' şey var. Türkçesi 'Mavi Bölge.' 100 yaşın üzerinde yaşayan insanların çoğunlukta olduğu yerlere deniyor ve dünyada böyle beş yer mevcut: Sardinya/ İtalya, Okinawa/Japonya, İkarya/Yunanistan, Nicoya Peninsula/Costa Rica ve Loma Linda/Kaliforniya.
ET YOK, SEBZE VAR
Araştırmalar yapılmış ve dünyanın en uzun yaşayan insanlarının nasıl yaşayıp beslendikleri tespit edilmiş.
Canan Hocam kızmazsa, kendilerinin et yeme oranlarını söylüyorum:
Yüzde 4, en fazla yüzde 5.
Peki nasıl besleniyorlar? Vegan yaşama en yakın biçimde elbette. Yeşiller, meyveler, tahıllar, kuruyemişler ve baklagiller beslenmelerinin büyük bölümünü oluşturuyor.
Tam tahıllı ekmekler, yulaf, avokado, fasulyeler, zeytinyağı, tatlı patates, siyah pirinç, sarımsak, nohut, yeşil çay ve limon listenin başında...
Alkol bazılarında bir-iki kadeh kırmızı şarap ve sake kadar var, çoğu hiç alkol tüketmiyor. Beyaz şeker zaten yok. Keçi peyniri ve yumurta kontrollü miktarda. İnek sütü ve inek peyniri kullanılmıyor.
Veganlığın yanı başındalar yani.
ADELE'DEN AL GORE'A...
Yani gördüğünüz gibi sabah sucuklar, öğlen döner, akşam kuzu diye bir sistem söz konusu değil.
Gelelim hayatlarının olmazsa olmazlarına... Spor salonlarına üye değiller ama zaten hareketli yaşıyorlar. Tüm işlerini kendileri yapıyor, doğayla/bahçeyle ilgileniyorlar.
Yaşam sevinçleri tavanda. Japonların 'Ikigai' dedikleri hayat amaçlarına tutunuyorlar. Aileleri ve sevdikleriyle vakit geçiriyorlar.
İnançları kuvvetli, dua ediyorlar.
Sofradan doymadan kalkıyorlar.
Gün batmadan hafif bir yemek yiyip yeme işini bitiriyorlar. Bitkisel besleniyorlar. Birbirilerine bağlılar.
Ve bu insanlar 100 yaşını geçiyor; üstelik akılları yerinde, elleri ayakları tutarak, kendi işlerini görebilerek...
Natalie Portman'dan Al Gore'a, Adele'den Paul Mc- Cartney'ye, Ellen'a kadar dünyadaki ünlü ve başarılı vegan ve vejetaryenleri de bir bir sayabilirim. Hangisi tahıl beyinli, hangisi hastalıklı?
Ayrıca vegan yaşam sadece beslenmeyle ilgili de değil; dünyamızın geleceği, çevremiz, doğamızın devamı için de çok çok önemli.
Şu köşeye sığacak gibi değil.
Demem o ki, hocam biraz ayarı kaçırmış.