Kim derdi ki bir görünmez virüs çıkıp, koca televizyon sektörünü tuş edecek diye?.. Birkaçı dışında dizi çekilemiyor. Gündüze damga vuran reality şov programları, magazin masaları zorunlu tatilde. Yarışmalar sessiz, soluksuz.
Televizyon sektörünün önünde şimdi sadece iki yol kaldı. Ya iflas eden bakkalın eski defterlere sarıldığı gibi arşivlerine saldırıp, eskileri yeniden görücüye çıkarmak ya da 'vatandaşın yolladıklarına' bel bağlamak. Bu ikincisi önemli. Çünkü vatandaş bir anda televizyonların en değerli 'içerik sağlayıcısı' haline geldi. 23 Nisan yayınlarını miniklerin evde çekip gönderdikleri şahane videolar kurtardı mesela. Haber bültenlerini ise uzun süredir vatandaşların muhabirlik ve kameramanlık becerilerini sergiledikleri Whatsapp haber hatları sırtlıyor. Bülten sonlarına eklenen 'Dünyadan ilginç haberler' neredeyse tamamen insanların amatör kameraları ile tespit ettikleri görüntülerden oluşuyor. Gündüz kuşağının yeni programları izleyici videolarına bel bağlamış durumda. Geçenlerde bir pet firmasının reklamına rastladım.
Evdeki genç kızlardan birbirleriyle dedikodu yaptıkları video konferans kayıtlarını göndermeleri isteniyordu... Eskiden televizyon, hayatın evlerimize açılan penceresiydi. Şimdilerde evlerimiz, boğulmakta olan televizyonun soluklanacağı pencereler haline geldi.
Elvan yüzünden Tarzan oldu
İyi ki belgeseller var. Televizyon ikliminin şu en kurak döneminde belgesel izleyerek hayat buluyorum. Hem ufkum genişliyor, hem dünyanın dört bir yanından haberdar oluyor, hem de ruhumu dingin hale getiriyorum sayelerinde.
Her gün düzenli olarak en az iki saat belgesel izlememin sebeplerinden biri de müthiş sürprizlerle karşılaşıyor olmam. Sonuncusuna BBC Earth kanalındaki Ben Fogle ile Vahşilerin Yaşam Alanları belgeselinde rastladım.
Ben Fogle, dünyanın dört bir yanında şehir yaşamından kopup, kendilerini doğada yaşamaya adayan 'modern vahşilerin' hayatını odalarımıza taşıyor.
Onlarla bir hafta geçirip, izlenimlerini aktarıyor. Ne yalan söyleyeyim, insan o hayatlara imrenmiyor da değil.
Fogle'ın son durağı Hırvatistan'ın medeniyetten uzak dağlarıydı. Dünyanın en gözde spor antrenörlerinden biri olan Nicola Boriç'in kendini modern yaşamdan izole ederek kerpiçten inşa ettiği, elektriği, suyu olmayan kulübede inzivaya çekildiğini duyunca hemen onu ziyarete gitti.
Fogle, neden bol paralı şehir hayatını terk edip bu kuş uçmaz kervan geçmez dağlarda yaşamaya başladığını sorunca, Boriç'in gözlerinden yaşlar süzüldü. Hikayesini anlatırken bizim milli atlet Elvan Abeylegesse'nin sırtına Türk bayrağını alıp, birincilik turu attığı görüntüler ekrana düştü. Meğer Nicola Boriç, Elvan'ı ilk keşfeden antrenörmüş.
Uzun süre onu çalıştırmış. Kendisinden sonra Elvan'ın doping kullandığının ortaya çıkması üzerine Boriç, insanlara olan inanç ve güvenini yitirip, kendini dağlara vurmuş...
Bol bol belgesel izleyin.Bazen 10 haber bültenine bedel oluyorlar...
Nur'lar içinde yat...
Neredeyse her programı sonrasında arayıp, "Nasıldım?" diye benden yorum alırdı. "Mutlaka ekranda olmalısınız. Televizyonun sizin gibi renkli ve sürprizli karakterlere ihtiyacı var" diye yüreklendirirdim onu.
"Yerli taş değil, çetin kaya" diye başlık atmıştım onun jüri üyeliğiyle ilgili bir yazıya. Duygulanıp, ağlamıştı.
Eşime diktiği muhteşem gelinliği kızım büyüyünce giyecek inşallah... O göremedi. Ben görür müyüm bilmem. Ama Nur Yerlitaş bizde hep yaşayacak belli ki. Nur'lar içinde yat güzel kalpli kadın...
Gaf kürsüsü
TRT Haber spikeri Baysal Ata, Dr. Ayça Kaya'ya "Demir eksikliği konusunda tencere, tava gibi demir döküm malzemeler kullanmak faydalı olur mu?" diye sordu. Doktor ise soğukkanlılığını koruyarak, son derece nazikçe "Hayır olmaz, pekmez de faydalı olmaz" yanıtını verdi.
Zap'tiye
"Nerede o eski Ramazanlar?" diye hayıflanırken, geçen seneki Ramazan'ı bile özleyeceğimiz kimin aklına gelirdi ki?
Ne demiş?
"Biri tuz yerine koronavirüs uzatabilir. Kalabalık iftarları gelecek yıla bırakalım." (Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca'nın sosyal medyadan paylaştığı mesajı)