Usta oyuncu Şebnem Dilligil, sadece oyunculuğuyla değil, hayatın içindeki duruşuyla da hep farklı bir yerde. Kolay kolay her işte görmediğimiz usta sanatçı 'Karakter olarak da çok seçici biriyimdir. Yediğim yemekten giydiğim kıyafetlere dek kendimden bir parça arar, bulamadığımda ekler bazen de çıkartırım. Yani rolün bana uygun olması gerekir proje içinde hikayesi içime sinmeli. İşimde çok daha titizimdir bu yüzden içime sinene dek "Evet" diyemem hiç bir projeye' diyor. Şebnem Dilligil'le hayatına dair Günaydın okuyucuları için çok özel bir sohbet gerçekleştirdik. İşte samimi açıklamalarıyla Şebnem Dilligil…
Pandemi psikolojisinden nasıl etkilendiniz? Bazıları çok kötü etkilendi ama "Bana iyi geldi, meğer durmaya ihtiyacım varmış" diyen de çok…
Tabii ki yaşadıklarımız hiç kolay değil. Her günümüzü corona stresiyle idam ettirmek, ölüm haberleri; ülkenin ve hatta dünyanın bu süreçte durumu gözler önünde bunlarda madden ve manen hepimizi çok yordu ancak bunları bir kenara koyarak benimde çıkardığım güzel dersler oldu… Ben bu süreçte Eskişehir'deydim malum dizi çekimleri çalışıyorum orada herkesten uzak ancak dizideki arkadaşlarımızla beraber oluyoruz. Düzenli testlerimiz yaptırılıyor ve güvenle uzakta izole oluyorum. Büyükşehirlerde yaşamak, bulunmak çok daha riskli. İstanbul'a ailemi görmek için gittim, onlarsız olmak çok zor. İşte bu pandemi sürecinde de bu konuda çok iyi dersler, öğütler çıkardım kendime. Özlemle İstanbul'a ailemin yanına, evime gittiğimde onlarla geçirdiğim zamanın önemini değerini çok daha iyi anladım. Hepimiz bir arada, kahvaltıdan akşam yemeğine dek birlikteydik. Hep beraber kahvaltı hazırlamak, sohbetlerimiz, izlediğimiz filmler, oynadığımız oyunlar saymakla bitiremem aslında paylaşacak ne çok şeyimiz varmış… Tabii ki evimde özgürce yapmak istediklerimden de ayrıca keyif aldım. Kitap okuyabilmek, kendi kişisel bakımlarım, uzakta olup da özlediğim pastaları, zeytinyağlı yemekleri yaptım her gelişimde zevkle. Meditasyonlar, içsel yolculuk da cabası… Bolca zamanım oldu bunların kıymetini anlamam için.
Sizi kolay kolay her işin içinde göremiyoruz. Bunun bir sebebi var mı?
Benim kariyerim iki bölüme ayrılıyor. Ankara ve İstanbul… Ankara'da uzun yıllar tiyatro yaptım, kariyerimin ilk dönemi hikâyem orada başlıyor… Anne olmayı, aile kurmayı, tiyatroculuğu ve tabii ki kimliğimi o dönemde inşaa etmeye başladım. Çok sayıda oyunda yer aldım, hepsi birer hayat ve iş tecrübesidir benim için. Daha sonra "Şöhret" dizisinden teklif aldım ve İstanbul'a geldim… Ankara'da yaşadığım yıllarda yani kariyerimin ilk döneminde kendimi ve işimi tanıdım dediğim gibi. Tabii ki İstanbul ve yeni dönem çok farklı, her şey çok değişti ama o yıllarda edindiğim tecrübelerim; iş ahlakım bana bugünlerde de ışık oluyor. Karakter olarak da çok seçici biriyimdir. Yediğim yemekten giydiğim kıyafetlere dek kendimden bir parça arar, bulamadığımda ekler bazen de çıkartırım. Yani rolün bana uygun olması gerekir proje içinde hikâyesi içime sinmeli. İşimde çok daha titizimdir bu yüzden içime sinene dek "Evet" diyemem hiç bir projeye.
Sizi genel olarak "Cefakâr anne" rollerinde izledik. Öyle mi denk geldi?
Ekranda insanlar sizi belli bir rolle benimseyip seviyorlar. Sanırım bende bu rollerde sevildiğim için genelde "Cefakâr anne" oluyorum. Tiyatro sahnelerinde çok çeşitli rollerde oynadım, tabii ki şimdi yaş faktörü de etki ediyor. Zıt bir karakter canlandırmayı da çok isterim ama anneliğin kutsal değeri tartışılmaz; bu yüzden hayat verdiğim karakterleri de çok severek oynadım. Severek oynadığım için de hep beni buluyor galiba bu güzel sevgi dolu anneler...
Gerçek hayatta, canlandırdığınız kadınlara benziyor musunuz?
Canlandırdığım her karaktere kendimden bir parça katıyorum ki gerçek olsun. Bende hissedebilmeliyim o karakteri… Ben bir anneyim "Anne" karakterlerinin içinde de bir parça Uğurtan'ın annesi var tabii… Her insanın içinde binlerce kişilik, duygu var gereğinde benzemediğim yanları da hayal ederek yaratarak bulup çıkartıyorum...
Bir oyuncu için 'hak edilen yer' deyimi ne ifade ediyor? Böyle bakınca, siz hep "Doğru zamanda doğru yerdeydim" diyor musunuz?
Hayat sizi öyle ya da böyle hak ettiğiniz yere getiriyor. Doğru yer sanatla iç içe olduğunuz yerdir zaten. "Biraz şans, çok çalışmak ve işini çok sevmek" benim mottom işte budur. Şu an olduğum yerden ve kendimden memnunum. Bu yüzden "Doğru zamanda doğru yerdeydim" diyebilirim.
Sette değilseniz sıradan bir gününüz nasıl geçiyor? Zamanınızı en çok neler dolduruyor?
Bizim bir köpeğimiz var adı Hayyam. 1 yaşında ve 1 yıldır herkes zamanını ona ayırıyor. Hatta ayırmak değil onun için zaman yaratıyoruz. En sevdiğim şey onunla ve ailemle zaman geçirmek. Eğer yalnızsam (Her zaman setten eve dönmek kolay olmuyor, bazen çok yorgun olabiliyorum.) film izliyorum, online platformlardaki yeni yapımlara bakmayı seviyorum. Tabii takip ettiğim favori dizilerim de var. Sağlıklı yaşam benim kırmızı çizgimdir her boş zamanımda sağlıkla ilgili yazılar okurum, videolar seyrederim bir de onları yakın çevremdekilere anlatmak, paylaşmak en büyük zevk benim için… Tabii her günün aktivitesi farklı ama genel olarak biraz yürümek, evde sevdiğim tatları yapıp yemek, bol bol okumak, izlemek ve ailem diyebilirim.
Dışarıdan hem çok nahif, hem çok güçlü görünüyorsunuz. Sizin için hangi karakter daha baskın?
Çok teşekkür ederim öncelikle beni böyle güzel betimlediğiniz için. Her zaman nazik ve kibar davranmaya dikkat ederim. Bu benim için çok önemlidir. Ben ailemden de öyle gördüm. Bizim çocukluğumuz, gençliğimizde böyleydi aslında aksini bilmiyorum. Aynı zamanda içimde bir aslan yatar. Bilirsiniz, aslan sertliğini gücünü belli etmez, gerektiğinde her şeyi kontrol altına alıp yönetebilirim. Her ikisi de benim için oldukça ölçülü…
İşinizle ilgili ne zaman, neye itiraz edersiniz? Olmazsa olmaz etik kurallarınız neler?
Doğru iletişim çok önemli. İş disiplini, sevgi, saygı, paylaşım, hep işe hizmet ederek doğruyu yapmak, çifte standartsız çalışmak, çalışma koşullarının insanca insana yakışır şekilde olması olmazsa olmazlarım…
Geriye dönüp baktığınızda cebinizde 'İyi ki' ler mi, 'Keşke' ler mi daha çok?
Ne mutlu bana ki iyi kilerim daha çok… İyisiyle kötüsüyle yaşadığım her şeye iyi ki diyorum şimdi… Çünkü yaşanılan her tecrübe (her anlamda) iş anlamında da öğretici ve eğitici… Bugünkü beni yaratan her tecrübeye teşekkür ediyorum.
Zamanla nasıl bir ilişkiniz var? Yaş almak ya da yaşlanmak, dönem dönem kafanızı meşgul eder mi?
Bir yaşıma kadar yaş aldığımı fark etmedim. Yaşam çok hızlı akıyor bir de işiniz varsa, hedefleriniz için çalışıyorsanız nasıl geçtiğini fark etmiyorsunuz. Oğlumun büyüdüğünü gördükçe dönem dönem düşündüm ama öyle fazla kafamı meşgul etmedi. Şimdilerde biraz daha farkındayım. Arada bazen durmak istemek bana yaşlandığımı hissettiriyor. Hiç yerimde duramayan biriyken artık bazen yavaşlamak istiyorum… Hayat, özellikle İstanbul'da yaşamak o tempo; yoğunluk karışıklık yaratabiliyor. Bunların hepsi yine de beni gülümsetiyor. Hayatımı, bu yaşıma dek yaşadıklarımı düşünmekte bir mutluluk benim için. Hatta öyle güzel bir mutluluk ki aileme gençlik, çocukluk yıllarımı anlatıyor, işlerimden bahsediyorum, ne güzel anılar biriktirmişim diyorum. Ayrıca ruhum ne zaman bir şeyleri merak etmekten vazgeçerse gülmeyi unutursam, mizah gücümü yitirirsem, kendimle gırgır geçemezsem, canım sıkılırsa, her şeye boş verirsem işte o zaman yaşlanıyorum demektir korkarım, henüz daha gücümü varlığımı hissettirebiliyorum etrafımdakilere… Hem eğlendirip hem kızdırabiliyorum :) mutluyum bunlardan…
Son yıllarda, kadınlara yönelik en büyük eleştirilerden biri estetik üzerine. Herkes, "Sokak, birbirine benzeyen insanlarla doldu" diyor. Bu konuyla ilgili siz ne düşünüyorsunuz?
Her dönemin güzellik anlayışı var. 60-70'lere baktığımızda daha dolgun vücutlu kadınların "Güzel" kavramına uygun bulunduğunu görüyoruz. Şimdi "Güzel" olmak için anoreksiya olan kızlar var. Moda ne ise sokaklarda o prototipe uygun insanlar görüyoruz zaten. Tabii bunlar modadır, algıdır… Bu dönemin güzellik anlayışı böyle, iyi mi kötü mü bunu ilerleyen yıllarda göreceğiz bence. Sonuçta iğnenin içindeki bir ilaç maddesi veya ameliyata girmek devamlı mutlaka sağlığı bozacak etkileri vardır ama dediğim gibi şu an genele yayılmış bir etkisi yok. Ben doğallıktan yanayım. Eğer sağlık için yapılıyorsa, doktor gerekliliğini savunuyorsa estetiği de onaylıyorum. Ama bir "Şekle" bürünmek için devamlı ameliyata girmek, dolgu yaptırmak bilmiyorum… Herkes çok özel bir yüze ve fiziğe sahip bana göre, herkesin güzellikleri eksikleri onları özel kılan… Sonuçta herkesin kendi seçimi, yapacak bir şey yok...
Gündelik hayatta kafanızı en çok hangi konular yoruyor?
Durum, olaylarla fikirleri harmanlamayı, özdeşleştirmeyi çok severim. Basit gündelik durumları felsefi olarak daha geniş bir çerçeveden yorumlamaya çalışırım. Öylesi daha mantıklı, anlaşılır kılıyor durumları. Yoksa ufak şeyler içinde boğuluyorsunuz, anlam ya da çözüm getiremiyorsunuz. Ben biraz çözümcü yaklaşıyorum her şeye. Nasıl çözebilirim ya da neden böyle söyledi neden böyle davrandı diye genel bir sonuç çıkarmaya çalışırım. Bazen de uzun uzadıya düşünürüm çok basit durumlar gençliğimizde arkadaşlarımızla konuştuğumuz, tartıştığımız Freud'a Kant'a götürür beni… Dedikodu, işlevsiz zaman geçirmek, trafik, gürültü, başka insanlarla özel hayatlarla ilgilenmek ve kalabalık çok yorucu… Eğitim, sağlık, sağlık, sağlık… Kafamdaki deli çıkmazlar…
Çaresizlik hissine kapıldığınızda kendinizi nasıl tamir etmeye çalışıyorsunuz?
Eşim en büyük destekçim böyle zamanlarda. Ben umutsuzluğa kapıldığımda hemen beni motive eder… Aileme çok şey borçluyum bu konuda. Kötü durumlarda ben de hemen paylaşırım güvendiğim insanlarla, konuştukça fikir alışverişi yaptıkça iyiye ulaşırım. Paylaşmayı severim bana mutluluk verir. Bazen de uyuyup uyanınca birden aklıma inanılmaz çözümler gelir. Birde galiba biraz teslimiyet iyi geliyor 'Su akar yolunu bulur' diyorum öylede oluyor. Sonuçta her şey olacağına varıyor…
Bazı deneyimli oyuncular genç oyuncuları zaman zaman çok eleştiriyor. Hatta kendilerini yeterince saymadıklarını düşünenler var. Siz nasıl buluyorsunuz?
Benim sayılmakla sevilmekle ilgili bir sorunum olmadı bugüne kadar. Büyük eleştirilerim de yok aslında, karakterlerini eleştirmek ne bana ne de başkasına düşer. Benim eleştirim ancak oyunculuklarına olabilir. Bazıları çok yetenekli, bazıları ise daha çok çalışmalı kendilerini geliştirmeli. Tecrübe ettikçe, karakter olgunlaştıkça oyunculukta da gelişirsiniz bu süresiz bir yolculuk. En önemlisi oyuncu olmadan iyi insan olmamız gerek galiba saygı, sevgi ve çok çalışmak bu işin olmazsa olmazları…
Gençlere bir nasihat verseniz, ne söylersiniz?
Gülmeye devam edin derim her durumda kulislerimizde olduğu gibi… Daima hedefleriniz olsun çalışmaya ve kendinize inanmaya devam edin, umudunuzu her zaman yüksek tutun yaşam pencereniz hep aydınlık güneşli olsun… Sevgiyi ve saygıyı önce kendinize aynı oranda karşı tarafa gösterin… Paylaşın, paylaşın, paylaşın bütün güzellikleri…
Evlilik nasıl gidiyor? Eşiniz Rahmi Dilligil ile nasıl tanıştınız?
Rahmi'yle birbirimizi okul yıllarından ismen tanıyorduk. Daha sonra çeşitli oyunlarda, tiyatro çalışmalarında yolumuz kesişti. Samimi bir arkadaşlığımız yoktu ama tanışıyorduk. 30'lu yaşların başında arkadaşlığımız başladı daha sonra beraberliğe döndü bu arkadaşlık. Ve sonrasında evlilik… Arkadaşlığımız, dostluğumuz evliyken de devam etti. Uzun yıllardır beraberiz ve bu beraberliğin sırrı dostluk diyebilirim. İlişkinin elle tutulabilmesi için önce saygı sonra güven, dostluk ve ardından sevgi gerekiyor. Bunlar zincirleme birbirini besliyor. Evliliğimi ve ilişkimi ancak böyle anlatabilirim size özetle.
Sizce bir ilişkiyi devam ettiren şey aşk mı yoksa yol arkadaşlığı mı?
Kesinlikle yol arkadaşlığı ve güven.
Eşiniz Rahmi Dilligil ile aynı mesleği yaptığınız için zaman zaman aranızda tatlı bir rekabet oluyor mu?
Rahmi, iyi bir akıl hocasıdır. Rekabetin tersine birbirimizle fikir alışverişi yaparız devamlı. Yer aldığım her projeyi takip eder, dizimin olduğu günlerde mutlaka o akşamı bana ayırır izler ve yorum yapar. Onun yorum ve fikirleri benim için çok önemlidir. Her ikimizin de işi varsa tabii mutluluğumuz katlanır konuşacak tartışacak çok şey olur aramızda meslek anlamında bu da bizi hoş kılar. Mesleğimiz yaşamımızda birinci sırada aaa pardon önce oğlumuz sonra işimiz diyeyim daha doğru olur.
Oğlunuz Uğurtan ile nasıl bir anne, oğul ilişkiniz var?
Uğurtan'la iletişimimizin en iyi olduğu zamanımızdayız. O da büyüdü bende onunla birlikte evrildim değiştim… Anne- oğuldan ziyade arkadaşlığa evrildi ilişkimiz. Birbirimizle her şeyi rahatlıkla paylaşırız. Hayatını, fikirlerini, zorluklarını, sevinçlerini benimle paylaşması bana çok büyük bir mutluluk verir. Tabii yeri gelince otoriter tavrımı da ortaya koyarım, tartışmalarımız da olur elbette… Bahsetmiştim rol aldığım karakterlerde bir parça ben hep var…
Sosyal medya ile aranız nasıl? Takipçilerinizden gelen yorumları takip eder misiniz?
Sosyal medyayla benim kuşağım çok geç tanıştı tabii, benim için uçsuz bucaksız bir okyanus diyebilirim… Oğlumdan, gençlerden hep bir şeyler öğreniyorum. Onlar canavar gibi ne sorsam biliyor nasıl olsa… Takip konusunda kendime güveniyorum. Paylaşım yapmayı, yorumları okumayı kısaca hayatımı paylaşmayı seviyorum o mecralarda. Gittiğim yerleri, okuduğum kitapları, kullandığım ürünleri paylaşıyorum çok güzel geri dönüşler alıyorum. Zaman zaman paylaşımlarıma olan yorumlarla bende fayda sağlıyorum hiç tanımadığım insanların böyle geri dönüşler yapması beni heyecanlandırıyor, bilgilenip fikirler alıyorum. Bunlar çok değerli şeyler. Örneğin oynadığım karakterle ilgili yorumlar bazen işimi doğru yapıp yapmadığım konusunda da fikir veriyor diyebilirim…