Edebiyatımızın usta ismi İskender Pala, GÜNAYDIN'a özel açıklamalarda bulundu.
Günümüzde kültür ve sanat çevrelerinin ayrışmış durumda olduğuna dikkat çeken Pala, "Aynı ülkeyi, aynı gökkubbeyi paylaşırken kavga etmek yerine omuz omuza vermeliyiz" diyor.
■ "Kaç romanlık ömrüm kaldı diye yaşıyorum" şeklinde bir cümleniz var...
Benim işim edebiyat. Kalemimi kullanarak bir şeyler üretebiliyor, insanlara yararlı olabiliyorsam ne büyük bahtiyarlık. Yazarak görevimi yapıyorum. Bundan bana sevap geleceğini de düşünüyorum. Allah'a karşı sorumluluklarımı, namazda niyazda yapacaklarımı yerine getiremezsem onun affedici ismine sığınıp ondan af dilerim. Ama onun bana fazladan verdiği, başka kullardan ayrı verdiği yazma yeteneğinin gereğini yapamazsam bunun hesabını veremem.
Bu yüzden kalemimle yaptığım her şeyi ibadet hazzı ile yapıyorum. Kaç kitaplık ömrüm kaldı sorusu biraz da bunun cevabı. Bu yüzden her yıl bir kitap çıkarmaya gayret ediyorum.
SANAT TOPLUM İÇİNDİR
■ Ama geçen yıl 'Kalp' ve 'Akşam Yıldızı' isimlerinde iki kitap yayınladınız...
Bana göre bir roman ancak 250 günde yazılabilir. Sayısız sorunlarla boğuşan bir ülkede yaşıyorsanız, aydın sorumluluğunuz bazen bu mesaiyi artırıp ikinci kitabı yazmaya sizi mecbur eder. Demem o ki, her kitabımın bir meselesi, bir sancısı vardır ve okuyucumu o konuda uyandırmak üzere yazılır. Yani sanat toplum içindir diye düşünürüm.
■ Bu durumda sanat ile siyaseti nasıl ayırt ediyorsunuz?
Sanat eserinin kendine özgü estetik kuralları, siyasetin estetikle çelişen bir yanı vardır. Eğer bir fikri insanlara boca etmek için üretim yaparsanız, yazdıklarınız sanat eseri olmaktan çıkıverir. Ayar çeken bir kitap, film ya da tiyatro oyunu, sanatın peşindeki insanlarda karşılık bulmaz. Gerçek sanatçı bu yüzden ürettiklerinde siyasetten uzak durur. Elbette eserinin içinde bir anlayışı ya da görüşü okuyucusuyla tartışabilir ama bu, okuyucuya bir aydınlanma ya da uyanma olarak yansıyorsa mümkündür, dayatma olarak değil...
Sanatçı kimliğinizle siyasi kimliğinizi ayrı tutarsanız, ürettiğiniz şey eser olur, değilse eser olmaktan çıkar, propaganda kitabına dönüşür. Benim muhafazakar kimliğim eserlerimde belki hissedilebilir ama bu asla okuyucuyu yönlendirmek veya bir fikri dayatmak şeklinde olamaz. Siyasi bir figür gibi davranıp herhangi bir eserimde, tercih ettiğimi okuyucuya dayatma hakkım olduğunu düşünmüyorum.
Aydınlar ve sanatçılar yalnızca aydınlatma için vardır; uyuyanı uyandırmaktır görevleri. Bunu da tartışarak, teklif ederek yapmalıdırlar.
Belki sanatın birleştirici rolü de o vakit kendini gösterir.
İNAT, BU ÜLKEYE ZARAR VERİYOR
■ Sanatın en büyük özelliklerinden biri de bu değil midir zaten; birleştiricilik?
Aslında bu konu Türkiye'de biraz sorunlu alan. O kadar ki, kültür ve sanat çevreleri ayrışmış durumda.
Bunda inatlaşmak da artık ülkeye zarar vermeye başladı. Bu ayrışmanın ortadan kalkması, makasın uçlarının birleşmesi için hepimize sorumluluk düşüyor. Benim bunun için çabaladığıma her kesimden kültür ve sanat insanları şahittir. Aynı ülkeyi, aynı gökkubbeyi paylaşırken kavga etmek yerine omuz omuza vermeliyiz.
Kavga ederken harcayacağımız enerjiyi birlikte üretmeye harcasak ne kadar çok şeyin değişeceğini bir düşünün. Bunun için, ayrışmayı, kavgayı bitirmek adına hepimize çırpınmak düşüyor.
Bu yolda defalarca adım attım ve atmaya da hazırım. Ne var ki pek çok seferinde 'Hocam seninle yol yürürüm' diye başlayan sayısız cümle duydum ve maalesef ardından bir 'Ama...' geldi.
Bu 'ama'lar ülkemizin hak ettiği bir bakış açısı değil bence. Tüm dünyanın gözü Türkiye'deyken üstelik.
Belki hatırlayan olacaktır; bir TV kanalında Ahmet Ümit, Mario Levi ve ben, bir masanın etrafında program yapardık. Üçümüz de ayrı siyasi kimliğe sahip edebiyatçılarız. Bizim derdimiz farklı kimlik ve düşünce yapısına sahip entelektüeller olarak bir masanın çevresinde kavga etmeden oturulabileceğini göstermekti. Kavga etmeden ve birbirini yok saymadan...
Tartıştıklarımızın, sohbetlerimizin, fikirlerimizin ötesinde bu birliktelikti önemli olan. Elbette çok tebrik aldık; biraz da küfredenimiz oldu elbette. Birbirimizle kavga etmenin kimseye faydası yok.
Güzel Türkiyemiz'in en büyük sorunlarından biri bu maalesef.
TÜRKİYE'DEKİ SAĞ DÜŞÜNCE, SOLA GÖRE ORTAK PAYDADA BULUŞMAYA DAHA YAKIN
Türkiye'nin en büyük sorunlarından birinin inatlaşma olduğunu söylüyorsunuz. Bu sorun öyle kolay kolay çözülmeyecek gibi görünüyor...
Çözmek zorundayız. Gözlerimiz kirlendi. Gözlerimizi yıkamalıyız. Herkes içine dönüp bir baca temizliği yapmalı. Kimliklerimizi, duruşlarımızı bir kenara da koyalım demiyorum ama ortak bir noktada buluşmamız elzemdir. Türkiye'deki sağ düşünce sola göre bu buluşmaya daha yakın. Bir taraf 'Ben bir adım atayım sen de at, ortak bir noktada buluşalım' dediğinde karşı tarafın 'Tamam, buluşalım' demesi ve karşılıklı adımları atması gerekir. Ama maalesef iki taraftan biri bu sözü söylediği, 'Buluşalım' dediği halde bu adımı atmıyor, bilakis senden bir adım daha atmanı bekliyor. Böyle kaç adımımın boşa çıktığını bilirim. Bu bir inattır. Bunu bir kenara bırakmak gerekiyor. Birbirimize elimizi uzatmalıyız. Sorun ancak böyle çözülür.
ŞEHİT OLMAK İSTEYEN BİZDEN BAŞKA BİR MİLLET YOKTUR
İdlib'de şehit olan askerlerimiz için ülkece yasa boğulduk. Sizin de duygularınızı almak isterim...
Evet, maalesef ki öyle... Biliyor musunuz, şehit denildiğinde göğsü kabaran, şehit olmayı arzulayan bizden başka bir millet daha yoktur. Bizde ölüm, Allah'a ait olan emaneti sahibine teslim etmek olarak algılanır. Şehitlik ise Allah'a ait olan emaneti, yine onun yolunda, onun için, ona teslim etmektir. Bu yüzdendir ki şehitler için 'Diridirler' buyurulmuştur. Buraya kadar güzel; güzel de... Ateş düşen evler, dul kalan gelinler, yavrusunu yitiren analar, babalar; fidanlarını yitiren bir ülke var geride. Vatan için, her şey vatan için... Elden ne gelir; gazilerimize şifalar, ateş düşen evlere sabırlar dilemekten başka... Allah bu aziz millete tekrar böyle bir acı göstermesin.
GECEKONDUDA OTURUP ALTINDAKİ HAZINEYİ ÇIKARMAYA ÜŞENEN FUKARA GİBİYİZ
■ Bir Akşam Yıldızı-Bir Gökbeklitepe Romanı adlı son kitabınızdan bahseder misiniz biraz...
Anadolu çok zengin bir coğrafya. 18 medeniyetten oluşan koskoca bir mirasa sahip. Gecekonduda oturup altındaki 18 sandık hazineyi kazıp çıkarmaya üşenen fukaralar gibiyiz, maalesef. Dünya kültürüne bunca katman olmuş birikimimizi sanata dönüştürerek sunduğumuzu düşünün. Lidya'dan bir ses, Osmanlı'dan bir desen, Bizans'tan bir renk... Göbeklitepe işte böyle girdi ilgi alanıma. Orası hakkında geliştirilen teorilerin hemen hepsi insanları ateizme, tanrısızlığa, pagan anlayışa yönlendiriyordu. Akşam Yıldızı, bu bakış açısına bir reddiye olarak yazıldı. Yerle gök arasında bir göbek bağı var ise orası Göbeklitepe'dir ve orası varken iddia edildiği gibi yeryüzünde din yeni icat edilen bir şey değildi.
EĞİTİMLİ KADINLARA ÇOK İHTİYAÇ VAR
'Dünya sanatına 200 yıldır bizden bir katkı yok' diye bir açıklamanız vardı...
Ürettiğimiz fikirler, ortaya koyduğumuz eserler uluslararası alanda ne kadar ilgi görüyor, kabulleniliyor. Bunu yapabilmek için çok şeye ihtiyacımız var. Ama en önemlisi eğitimli kadınlara ihtiyacımız var. Son 200 senenin problemlerinden biri de buydu. Annelerimiz eğitimli olursa, çocuklara ideal olanı aşılayabilirler çünkü. Şimdi bu sorunu aştık, kadınlarımız hem hayatın her alanında, hem de eğitimli. Şimdiki gençlerin tek eksiği kendilerine güvenmeyişleri. Atalarımız son 200 yılda öyle badirelerle karşılaştılar ki, yetiştirdikleri aydınlara şükretmemiz gerekir. Aziz Sancar'dan çok daha fazla isim çıkmalı ülkemizden.