Bandırma Füze Kulübü'nün başrol oyuncuları Deniz Can Aktaş ile Atay Yıldız, uzaya roket gönderme hayalini gerçekleştiren iki Türk gencin hikayesini konu edinen filmi anlattı. İkili, "büyük bir başarı hikayesi, inanması biraz zor aslında herkes için, izleyince çok şaşıracaklar" ifadelerini kullandı. Filmde hayalleri için aşklarından vazgeçmek zorunda kalan karakterlere hayat veren oyuncular, "aşk vazgeçmesi kolay bir duygu değil" diyerek ilişkiler hakkında da konuştu. İşte tüm detaylar…
-"Bandırma Füze Kulübü" filmi vizyona giriyor. Neler hissediyorsunuz? Neler bekliyor bizi?
Deniz Can Aktaş: Atay'ın da benim de ilk sinema filmim. O yüzden ilkleri yaşadığımız ve büyük heyecan duyduğumuz organizasyondayız şuan. Bandırma Füze Kulübü; Bandırma'da yaşayan iki tane liseli gencin hayallerinden, umutlarından ve hedeflerinden yola çıkarak bir başarı hikayesi yazdıkları, gerçek hayattan esinlenilen bir film. Bu hikayelerden aslında çok fazla var, ama bizler fazla haberdar değiliz. Büyük bir başarı hikayesi, inanması biraz zor aslında herkes için, izleyince çok şaşıracaklar. Biz de senaryoyu okuduktan sonra araştırma fırsatı bulduk ve öğrendik.
-Gerçek bir hikayeden alınan hikayeler beni her zaman çok etkilemiştir. Böyle ilham verici işleri izlemek benim tüylerimi diken diken ediyor, siz senaryoyu ilk okuduğunuzda neler hissettiniz?
Atay Yıldız: Ben çok heyecanlandım. Senaryoyu ilk okuduğumda gözlerim doldu. Bir kere Mustafa Uslu filmi olması benim için güzel bir şey. Benim ilk filmim, Hasan karakterini canlandırıyorum.
-Fragmanın ilk başında şöyle bir anekdot var; "otur oturduğun yerde, icat çıkarma." Sizin de hayatınızın bir bölümünde böyle söylemlerde bulunanlar, yaptığınız bir şey için engel olmaya çalışanlar oldu mu?
D.C.A.: Mutlaka oluyor ama bu hepimizin aşina olduğu bir söylem. Çünkü nedense çevremizde veya millet olarak böyle bir alışkanlık var. Başarı hikayelerini hep Hollywood filmlerinde, yabancılarda gördüğümüz için kendimize bir şekilde yakıştıramıyor muyuz öyle bir psikolojiye giriyoruz sanırım. O yüzden bir şekilde, ilkokulda, lisede böyle söylemlere hepimiz maruz kalıyoruz. Ama ben inanıyorum ki bu gibi filmler bu gibi hikayeler insanlarda artık bu tabuları yıkmak için vesile olacak.
HERKES KÖSTEK OLMAYA ÇALIŞIYOR
-Aklına koyduğunu yapan karakterler, aynı zamanda tarihte yeri olan insanlar var karşımızda. Peki siz, aklınıza koyduğunuz şeyleri başarma konusunda siz ne kadar başarılısınız?
A.Y.: Ben yaparım aslında. Benim oyunculuk serüvenim de öyle oldu aslında. Kafama koydum, çok fazla çalıştım ve sonucunda bir neticeye ulaştım. Aslında yapılıyor fakat herkes köstek olmaya çalışıyor. Bandırma Füze Kulübü'nde çok fazla "yapamazsın" duyuyoruz. Gençleri başına gelen hadise gibi. Oyuncuların hayatlarında da böyle şeyler başına geliyor. Hemen hemen herkesin geliyordur diye düşünüyorum ben. Ama önemli olanın yılmadan istikrarlı bir şekilde başarıyı, azmi sürdürmek olduğuna inanıyorum ben.
O ZAMANLAR HER ŞEYİN TADI BİR BAŞKAYMIŞ…
-1950-1960'lı yıllarda geçen bir hikayenin kahramanlarısınız. O yıllarda yaşamak ister miydiniz? Çekerken neler hissettiniz?
Bendeki ilk hissiyatı açıkçası şöyleydi; herkesin evinde aile albümü olur ve dedelerinin, onların dedelerinin babalarının fotoğraflarını görürsün… Kendimi o kostümü giydiğimde ve o dünyanın içine girdiğimde biraz o fotoğraflardaki insanlar gibi hissettim. Bu enteresan bir deneyim. Özellikle o zamanın şartlarını düşündüğünüzde, bir de filmde özellikle bunu işlediğimiz için bu durumlara çokça şahit olduk. Geçmişinle empati kurmayı öğreniyorsun bir noktada, o insanların neler yaşadığını öğreniyorsun. Bugüne zaman zaman şükrediyorsun, zaman zaman 'o zamanlar ne kadar güzelmiş, her şeyin tadı başkaymış' diyorsun. Böyle duygudan duyguya geçtiğin bir durum aslında. 50'ler tabii ki güzelmiş. Gerek doğasıyla, gerek insanıyla. Daha az kalabalıkmış. Biz İstanbul'da yaşayan insanlar olduğumuz için (gülüyor). Her şey daha içten ve temiz duygularla yaşanıyormuş. En azından biz sette öyle hissettik. Bu gibi duygular.
-Filmin konusunu okurken şöyle bir cümle dikkatimi çekti; "Umut, hayallerine giden yolda büyük aşkı Leyla'yı kaybederken, dünyanın öbür ucu NASA'ya uzanan bir yolculuğa çıkar." Peki siz, hayallerinize giden yolda aşkınızdan vazgeçer miydiniz?
KEŞKE TERCİH YAPMAK ZORUNDA KALMASAK
D.C.A.: Aslında ikisi de bir aşk. Keşke öyle tercihler yapmak zorunda kalmasak. Ben henüz kalmadım öyle bir durumda. Büyük konuşmayayım vazgeçer miyim, vazgeçmez miyim, tabii ki duruma çok bağlı ama. O biraz zor bir soru. Ben yaşamadan cevap vermeyeceğim sanırım (gülüyor).
A.Y.: Ben de hemfikirim Deniz ile. Öyle bir ikilemde kalmak gerçekten çok zor bir durum olsa gerek. İş ile aşk, hangisi diye sorduğunuzda ben de işin içinden çıkamam. Çünkü ikisi de bir nevi aşk benim için. Onun için yaşamadan bilemeyiz.
AŞK VAZGEÇMESİ KOLAY BİR DUYGU DEĞİL!
-Aşk vazgeçmesi kolay bir duygu mu sizce?
A.Y.: Aşk vazgeçmesi kolay bir duygu hiç değil. Çünkü bir şeye tutkuyla bağlı olduğunuzda ve onu gerçekten kalpten sevdiğinizde ondan vazgeçebilmeniz imkansıza yakın gibi bir şey oluyor. Bence insan kendini belirli bir psikolojiye sokuyor ve o psikoloji içinde bir şeye bağlı kalması, bağımlılık bir nevi bu bahsettiğimiz şey. Zor, zor (gülüyor).
-Peki aşka değinmişken biraz da filmdeki aşktan bahsedelim. Partnerlerinizle aranız nasıldı, mesela Deniz bey Alina ile nasıl bir uyum yakaladınız?
D.C.A.: İki karakter de hatta hepimiz, tek bir hedefe koşan karakterlere can verdiğimiz için tabii ki işimiz biraz daha kolaydı. O noktada hepimiz iyi anlaştık. Çünkü bütün karakterlerin motivasyonu bir işi başarmak idi. O yüzden ben iyi anlaştığımızı ve uyumu yakaladığımıza inanıyorum. Ben kendi adıma söyleyebilirim ki çok rahat ettim ve keyif aldım.
A.Y.: Bizim Deniz Can ile uyumumuzun sahneye çok güzel taşındığına inanıyorum ben. İki kafadarın uzay macerası çok güzel oldu. Enerjimizin çok tuttuğuna inanıyorum. Keza Zehra karakterini oynayan Aslı ile (Bekiroğlu) de öyle. Aslı'yla gerçekten çok güzel bir dostluğumuz ve ilişkimiz oldu. Bu da karaktere yansıdı. İyi bir şekilde altından kalktığımıza inanıyorum.
-Biraz da sektörden bahsedelim istiyorum. Son dönemde oyuncuların takipçi sayısına bakarak seçildiği söyleniyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
D.C.A.: Bence bu soru oyunculardan ziyade projeyi üreten insanlara sorulmalı.
OYUNCULAR TAKİPÇİ SAYISINA GÖRE SEÇİLEBİLİR
-Başınıza geldi mi hiç böyle bir durum?
D.C.A.: Geldiyse de bilmiyorum farkında olmayız herhalde. Takipçimize bakılıyorsa ve ona göre tercih ediliyorsak, biz tercih edildikten sonra öğrenen taraftayız. Nasıl bir iş yaptığınızla alakalı, nasıl bir kitleye hitap ettiğinizle alakalı, öyle de olabilir. Sonuçta sosyal medyada takip edilen insanın yaptığı işi, başarmaya çalıştığı uğraştığı işi izlemek isteyen bir sürü insan olacaktır diye düşünüyorum. Bu bir tercih. Yanlış veya doğru olarak değerlendirmenin pek doğru olmadığını düşünüyorum.
-Peki oyunculukta kuralları olan biri misinizdir? Oynamayı tercih etmeyeceğiniz roller var mı, yoksa her rolü oynarım diyen bir oyuncu musunuz?
D.C.A.: Bugüne kadar denk geldi mi diye düşünüyorum, hayır gelmedi. Ama bir gün sahneden çok o karakteri canlandırmak istemeyebiliriz. Yani senaryoları bu yüzden okuyoruz. O yüzden önümüze gelen işleri eliyoruz. Böyle maddelerimiz var kendi içimizde. Ama benim öyle bir kırmızı çizgim yok açıkçası.
A.Y.: Benim de öyle bir kırmızı çizgim yok. Açıkçası bence oyuncu her şeyi oynamalı ve oynayabilmeli. Biz eğitimler alırken ilk eğitimlerde hep şunu öğrettiler; bir oyuncu taşı da oynar, bir oyuncu ağacı da oynar, onun için bu konuda kırmızı çizgileri çok doğru bulmuyorum.