Hep yazıp, dururum ya, "Hiçbir senarist, hayatın ta kendisinin eline su dökemez" diye... Kader bir kez eline kalem kağıdı almaya görsün, en akla hayale gelmedik öyküleri, en sarsıcı senaryoları sayfa sayfa döktürür. Yine öyle oldu. Şili'de 33 madenci bir aydır toprağın 700 metre altında kabir azabı çekiyor. Sığındıkları 50 metrekarelik oda ile yeryüzü arasındaki tek bağlantı, 12 santim çapında bir delik. Oradan sonda kameralarla görüntü alınıyor, yiyecek ve içecek indiriliyor. İşçilerden 5 tanesi bunalımda. Ne kameralara görüntü veriyorlar ne de diğer arkadaşlarıyla konuşuyorlar. Onlar adeta inzivaya çekilmişler. Uzmanlara göre bu, "ağır depresyon" işareti. Uzay istasyonlarında aylarca tek başına yaşayan astronotları eğiten NASA yetkilileri, tecrübelerini paylaşmak için Şili'de. İki psikiyatr, aşağıya sürekli direktif veriyor. Madenciler, "kafayı dağıtmak ve egzersiz yapmak için" tünellerde futbol oynuyorlar. Çünkü kendilerine iletilen ilk mesaj şöyleydi: "Hayatta olduğunuza çok sevindik. Ama sizi oradan çıkarabilmemiz birkaç ay sürebilir, sabredin!.." Aşağıdakilerin ruh halini düşünebiliyor musunuz? 700 bin ton kayayı delerek kendilerine ulaşacak kurtarıcılarını beklerken insan delirmez de ne yapar? (GMall sinema yangınında itfaiye erlerinin içeri girmesini beklerken neler yaşadığımı bir ben bilirim. Bizimki sadece yarım saatlik bir bekleyişti. Peki ya üç ay?) Söyler misiniz, böyle bir senaryoyu "hayat"tan başka kim yazabilir? Eminim pek çok yapımcı, bu dehşet verici hikayeyi filme çekmek için şimdiden kolları sıvamıştır. Ve umarım film mutlu sonla biter. İnşallah iki yıl sonra bir sinema salonunda izleyeceğimiz filmin son sahnesinde kurtarıcılarıyla sarmaş dolaş olan madencilerin çamura, ise bulanmış ama mutlu yüzlerini görürüz.