THY'nin son dönemlerde yaptığı işleri ilgiyle izliyoruz. Yeni uçuş noktaları art arda açılıyor, dünyaca ünlü markalarla sponsorluk anlaşmaları imzalıyor, uluslararası arenada ses getirecek reklam kampanyalarına imza atıyor. Yani bir anlamda THY kanatlandı, uçuyor!
Ocak ayında, önce Vietnam sonra Los Angeles seferlerini başlatan THY, geçtiğimiz hafta da İspanya-Valencia uçuşlarının startını verdi.
Ve bugüne kadar Valencia'ya, Barcelona ya da Madrid aktarmalı gidenler için mesafeler kısaldı.
Bu yeni hattın açılışı dolayısıyla biz de Valencia'daydık.
İlk uçuşlar önemliymiş.
Bu nedenle kırmızı halılar seriliyor, kurdeleler kesiliyor. Ardından bir basın toplantısı düzenleniyor, bu direkt uçuşların Türkiye ile Valencia arasındaki ticaret köprüsünde nasıl etkin bir rol oynayacağından söz ediliyor.
Seramik konusunda dünyanın en ünlü fuarı bu şehirde yapılıyormuş. Bir de mobilya fuarı var.
Yani her yıl yüzlerce Türk işadamı, fuarlar için oraya seyahat ediyor.
Turizmi ve Atatürk Havalimanı bağlantısıyla yolculuk eden yabancı yolcuları (özellikle Araplar) da düşünülünce; THY'nin ulaşabileceği potansiyel açıkça görülüyor.
VALENCIA'YA YAZ GELMİŞ
Gelelim Valencia notlarına...
Güzel bir şehir Valencia. Biraz Avrupalı, biraz Akdenizli... Sakin, huzurlu. Hava sıcak, insanlar rahat. Deniz mevsimi açılmış. Uzayıp giden bir sahilde kimi güneşleniyor, kimi denize giriyor.
Katamaranla yapılan geziye, turistler büyük ilgi gösteriyor.
Ama beni pek cezbetmiyor. Neden mi? İstanbul Boğazı'nı her gün gören birine öyle 'açık denizde şahane bir akşamüstü gezisi' masalı biraz hafif kalıyor. Ama onlar için önemli.
SANAT VE BİLİM ŞEHRİ
Şehre değer katan unsurları bıkmadan usanmadan anlatıyorlar, her şeyi göstermek istiyorlar.
Peki neler var görülecek!
Öncelikle eski şehir.
Sonra, Unesco Kültür Mirası listesine alınan Lonca binası, büyük katedral ve dış cephesiyle büyüleyen seramik müzesi...
Ama Valencia'ya asıl büyük değer katan şey, Santiago Calatrava imzasını taşıyan Sanat ve Bilim Şehri adlı avant-garde kompleks.
Şehri özel ve özgün kılan da bu binalar ve bir köprü...
Bu arada şehri ikiye bölen nehrin taşmasından sonra nehir yatağının değiştirildiğini ve eski nehir yatağının adım adım işlenerek şehre nasıl kazandırıldığını görmek ilginç.
Her Akdenizli gibi burada da insanlar rahatına düşkün. Saat 2 ile 4 arası siesta'larını yapıyorlar. Restoranlar saat 22.00 civarında dolmaya başlıyor. Benim merak ettiğim ise her yerde olduğu gibi gece hayatı...
SABAHA KADAR GECE HAYATI
Valencia'da yaşayan Selda Asan'dan bütün ayrıntıları alırken; gece kulüplerinin sabaha karşı 03.00 gibi hareketlendiğini, asıl kalabalığın 04.00 civarı geldiğini ve eğlencenin sabah 07.00'de bittiğini öğreniyoruz.
"Haydi o zaman eğlenceyi yerinde görelim" diyerek şehrin en popüler kulüplerinden birinin yolunu tutuyoruz.
Selda, "İstanbul'un Reina'sı gibi bir yer burası da. Herkes hafta sonu buraya gelmek ister. Girişler 50 Euro. Pahalı biraz ama ayakta duracak yer bile bulamazsınız" diyor.
Kulübün önüne geldiğimde anlıyorum... Açık havadaki merdivenler gençlerle dolu. İçkilerini alıp gelmişler.
Merdivenler açık hava barı gibi. Orada içip sarhoş olup ondan sonra kulübe giriyorlar. (İçerideki içki pahalı olduğu için böyle bir çözüm bulmuşlar.)
HAKKINI VERİYORLAR
Özel bir bölümden kulübe giriyoruz. Yine bütün mekana tepeden bakan özel bir bölüme geçiyoruz. Ve gerçekten de sabah 4'te kulüp inanılmaz kalabalık oluyor.
Tabii ki bizim Reina'ya benzemiyor ama şunu görüyorum; bizde genelde insanlar dans etmez, eğlenemez. Ama burada herkes müziğin de, dansın da hakkını veriyor.
Tabii böyle bir eğlenceden çıkıp pazar gününe erken uyanmak pek mümkün değil. Nitekim pazar günü Valencia, hayalet bir şehir gibiydi.
Yaşlılar dışında sokaklarda kimse yoktu. Bu da bizim pek alışık olmadığımız bir durum. (Pazar trafiğimizi bir düşünsenize.)