Müzikle arasında bir aşknefret ilişki bulunan Teoman, 'Koyu Antoloji' adlı yeni albümünde eski şarkılarını daha 'koyu' bir tarzda yeniden yorumladı. Bunu '21 yıllık kariyerinde öne çıkan parçaları temize çekmek' olarak yorumlayan ünlü şarkıcı; Lacivert Dergi'den Gülenay Börekçi'ye, müzikten edebiyata uzanan bir çerçevede hayata bakışını anlattı...
Niçin 'Koyu Antoloji'? Eksik parçaları tamamlamak için mi?
Bir derleme, toplama takıntısına kapıldım ben. 21 yıllık kariyerimi, gelecekteki dinleyiciler için hızlıca düzenlemek istiyorum. Beni başka şarkı yazarlarından en çok ayıran şarkıları bir araya getirdim 'Koyu Antoloji'de. Sadece yan yana dizmek değil; yeni düzenlemelerle hepsini şimdiki zevkime göre temize çektim.
Geriye baktığınızda ne görüyorsunuz? Neyi başarmışsınız 50 yıllık hayatınızda?
Valla hayal ettiğim bir sürü şeyi başardım ama artık pek bir önemi yok hiçbirinin. Ne görüyorum dönüp baktığımda? Bir çocukluk hayalimi gerçekleştirdim. Hem rock yıldızı olarak tanınacaktım, hem de kendine has stili olan bir şarkı yazarı olacaktım. Bugün ticari olarak da, artistik olarak da başarılı bir kariyerim var; birbirinden çok farklı insanlara sesleniyorum.
Hayatınızın bir döneminde hiç 'Kimse beni anlamıyor, çekip gideyim bu piyasadan' dediniz mi?
Dedim ama palavra sıkıyormuşum meğer; içi boşmuş! Daha doğrusu, derdim müzikle değilmiş. Hayattaki bir sürü şey artık ilgimi çekmemeye başlamış ve ben müziği suçlamışım. Kolay bir işim var aslında. Sırf eski ürettiklerim sayesinde bile az çalışarak, fıstık gibi bir hayat sürebilirim ama işte öyle olmuyor. Eski duyguları özleyip duruyor insan. Sen değişiyorsun, etrafı suçluyorsun.
TEMBELLEŞTİM, İRADESİZİM
Daha sakin biri oldunuz bir yandan da, en azından görünüşte...
Ortaya nasıl çıkacağımı, ilk albümümü yapmadan planlamıştım. Canımın istediği gibi yaşayacak, hoşuma gitmeyen hiçbir şeyi söylemeyecek ve hayatımı müziğimi yaparak kazanacaktım. Fakat ismim büyüdükçe sorunlar patlak verdi. Her sözüm, hareketim dikkat çekmeye başladı. Ama asıl rahatsız edici olan, bir hissi kaybetmekti. Artık hiçbir şeyin umrumda olmadığını kabul etme faslı... Hal böyle olunca, insan hiçbir şeye odaklanamıyor, motive olamıyor. Tembelleşiyor, önemsemiyor. Eskiden çok özendiğim sanatçılar vardı; hayatlarının sonuna kadar hevesleri, şevkleri azalmazdı. Hayata dair bütün planlarımı, o çok hevesli halimle yaptım. Sonra işler değişti. O sanatçılara imrenmemeye başladım. Hayat boyu şarkı yazmak, turnelere çıkmak falan istemiyorum; çalışmak da istemiyorum.
Şimdiki planınız ne?
Hayatıma dair bir sürü karar alıyorum ama uygulayamıyorum, birçok konuda iradesizim. Eskiden sevdiğim şeylere karşı ilgimi kaybettim. Gün boyu canım sıkılıyor, boş boş düşünüyorum. Geleceğe dair, sadece sakin sakin kitap okuma hayalleri kuruyorum.
O zaman kitaplara geçebiliriz. Hâlâ çok okuyor musunuz?
Çok okuyorum. Hele eskiden, tıkış tıkış otobüslerde falan hep okurdum. Ayaktayken bile gözümü elimdeki kitaptan ayırmazdım. Şimdiyse konforuma düşkünüm; ya üçlü koltuğumda okuyorum ya da rahat bir şezlongta... Her gün kitapçıya gidiyorum; bazen sadece bir dergiyle, bazen de bir torba kitapla dönüyorum eve. Popüler romanlar pek bana göre değil. Edebiyatta da, hayatta da kırık dökük şeyleri seviyorum. Artık daha çok edebiyat dışı kitaplar alıyorum; psikoterapi, felsefe, medya analizleri, sosyolojik tartışmalar...
Yine de Milan Kundera, John Fante'yi sevmeye devam ediyorsunuz...
Onlar eski aşklarım. 'Kayıtsızlık Şenliği'ni okudum ve eleştirmenlerin aksine çok beğendim. Gençlik yıllarımda Kundera'dan çok etkilenmiştim. Zekiye Antakyalıoğlu'nun 'Bir Düşün Sonu' adlı Kundera incelemesini okudum ama Paul Auster'ın '4-3-2-1'ini beğenmeme rağmen bitiremeden bıraktım. John Cheever ve Raymond Carver'ın öykülerini okuyorum ara sıra yeniden. Sam Shepard'ın 'İçimdeki Kişi'sine başladım en son; şiir gibi yazmış yine...
Kızdığınız yazarlar var mı?
Bana sorarsan edebiyat yorulmuş bir sanat dalı; şaşırtıcı ya da büyüleyici olması zor. Bir ara bir sürü yazara kızıyordum. Esas problemi sonradan anladım ve kızgınlığım bitti. Beni artık büyülemiyorlardı çünkü değişmiştim.
Çocukken neler okuyordunuz?
Çocukken 'Teksas-Tommiks'çiydim. Kılıçlı-pelerinli romanları da, casusluk, dedektiflik romanlarını da severdim. Jules Verne romanlarına bayılıyordum.
EN YOĞUN DUYGULARIMI BİLE DİDİKLERİM
Aşkta yalan bir hal olduğunu düşündüğünüzü biliyorum ama yine de en güzel aşk şarkıları sizinkiler...
Aşkın çok bahsi geçiyor ama bence yokluğundan daha fazla söz ediliyor. Doğuştan şüpheci bir karakterim olduğu için, hissettiğim en yoğun duyguları bile didiklerim. Vardığım sonuç şu: Hayatımızda ihtiyaç duyduğumuz rolleri, hiç de o rollerin insanı olmayan kişilere dağıtabiliyoruz kolayca. Kim bilir; belki de gençliğimize, o yıllarda hissettiğimiz duygulara özlemi aşkla karıştırıyoruz. Belki de o eski 'aşık' halimizi arıyoruz.
Peki sizi nasıl hatırlasınlar?
Teoman olarak... Nasıl Barış Manço'yu, Cem Karaca'yı, Fikret Kızılok'u hatırladığımızda içimiz ısınıyor, ben de insanlara aynı hissi vermek isterim.
YALNIZ İNSANLAR İLGİMİ ÇEKİYOR
"Yalnızlık sık sık hissettiğim, üzerine düşündüğüm, şarkılarımda kullandığım bir tema. 'Güzel Bir Gün'de olduğu gibi... Yalnız insanlar çok ilgimi çekiyor. Bazen koca dünyada tek başına kalmış gibi hissediyorsun kendini. Korkutucu bir şey. Yalnızlığı severim diye afra tafra yapıyorum ama eş-dosta yakın olmadığım zamanlarda da boğuluyorum. İnsanın insana ihtiyacı ilginç. Yalnızlık hissi de, insana en çok keyfi kaçmışken koyuyor."