Yeni bir sosyal deney haber bültenlerine yansıdı. Genç kız önce askılı elbise, havalı saçlarıyla Beyoğlu'na çıkıp elindeki pankarta "Tatile gideceğim, para lazım" yazarak para toplamaya başladı. İlgi çok büyüktü. 3 saatte 120 liradan fazla para topladı.
Aynı genç kız daha sonra aynı yerde başı örtülü, basma entari ile pankartına "Çok açım" yazıp beklemeye koyuldu. Dönüp bakan yoktu. Aynı sürede bu kez sadece 40 lira toplayabildi.
Sosyal deneyin 'kaba' sonucu, insanların cazibeli bir genç kızın acil olmayan ihtiyacı için hemen yardımına koştuğu ama açlık çeken mütevazı görünümlü bir kadına ilgi göstermediğiydi.
Neden mi tırnak içinde 'kaba' yazdım? Çünkü bana göre bu sosyal deneyin göz ardı edilen daha önemli bir sonucu var:
Her gün sokakta insanlardan para dilenen pek çok sahtekara rastlıyoruz. "Açım" diye pankart açıp kendisine verilen yiyecek kolilerini bakkallara satanlar mı ararsınız, "Hastaneden yeni çıktık" deyip araçları durdurarak yarım saatte 250 lira toplayanlar mı, sözde simit satarken sara nöbeti geçirmiş numarasına yatarak saf vatandaşları söğüşleyenler mi, her gün aynı yerde dilenip apartman sahibi olanlar mı?..
Bence "Tatile çıkacağım, para lazım" diyen havalı genç kızın cazibesi kadar 'dürüstlüğü' de etkili olmuştu.
Psikiyatrik seans gibi dizi
Bu sezon TV 8'in ekrana sürdüğü tek dizisi Kırmızı Oda'nın ilk bölümünü cuma gecesi büyük bir dikkatle izledim. Dr. Gülseren Budayıcıoğlu'nun gerçek olaylardan derlediği kitabından yola çıkılarak çekilen dizi, bir psikiyatri merkezindeki doktorların danışanlarıyla birlikte başlarından geçenleri anlatıyor. Özellikle de şiddete maruz kalan kadınların iç dünyalarına ışık tutuluyor.
Dizi bu yönüyle önemli bir misyon üstleniyor. Kim bilir ekran başındaki kaç kadın kendini oradaki karakterlerle özdeşleşmiştir. Nasıl etrafına belli etmeden kendi içine dökmüştür biriktirdiği onca kiri, pası, küfü, molozu... Dizi bu yönüyle izleyenlere bedava bir psikiyatri seansı vâdediyor. Hele ki ünlü psikiyatrların bir saatlik seans ücretlerinin 1000 liralara vardığı şu günlerde...
Dizinin en büyük faydalarından biri de çağdaş dünyada psikolog ve psikiyatrlara danışmanın artık yaşamın doğal bir gereği olduğunun anlatılması. Eskiden 'deli doktoru' denilip uzak durulan psikiyatrların nasıl hayat kurtardıklarının gözler önüne serilmesi.
Dizide Dr. Gülseren Budayıcıoğlu'nu canlandıran Binnur Kaya'nın başarılı olacağından zaten adım gibi emindim. Yine beni hayal kırıklığına uğratmadı. Ama intihar eğilimli danışanı müthiş oynayan Evrim Alasya bence pastanın üzerindeki sürpriz çilekti. Hele bir ilahi okuma sahnesi vardı ki, tüylerim hâlâ ayakta...
Çukur'da iklim krizi
Koronavirüsten sonra dünyanın en büyük derdi küresel iklim krizi. İnsanoğlu iklim dengesini olumsuz yönde değiştirdi. Kışlar yaz, yazlar kış gibi yaşanmaya başladı. Baharlar yok oldu.
Belli ki bu kriz Çukur dizisini de etkilemiş. Geçen sezonun son bölümündeki pazar sahnesinde herkes kapüşonlu montlar, paltolarla dolaşıyordu. Yeni sezon yine pazar sahnesiyle açıldı ama bu kez herkes kısa kollu tişörtle geziyordu. Tezgahtaki pırasanın yerini de şeftali almıştı. Üstelik senaryo devamlılığı yüzünden ekrana '3 ay sonra / 6 ay sonra' gibi zaman atlamasını belirten bir yazı da bindirememişlerdi... Velhasıl, Çukur'a bir günde yaz gelmişti!
Bir de GSM şirketlerinden bir ricam var. Şu mahalleye bir baz istasyonu kuruversinler. Belli ki Çukur'da telefonlar çekmiyor. Gençler hâlâ mahalleye giren yabancıyı damlara çıkıp ıslıkla, meşaleyle filan birbirlerine haber veriyorlar..
Gaf kürsüsü
CNN Türk'ün hatalı yansıttığı 3 Eylül'deki günlük koronavirüs tablosu, izleyenlerde panik yarattı. Zira tabloda günlük vefat sayısı 1642 olarak görünüyordu.
Zap'tiye
Halay varken ne gerek var arabaya?.. Halay sizi götürür çabucak Korona'ya...
Ne demiş?
Ünlü Türk düşünürü Aleyna Tilki yine beyin yaktı: "Geçmişte kalan yaralarımı bulup parmak basıyorum ki, daha çok kanasınlar. Hâlâ kanayabilir mi, ne kadar yaralıyım, onu bilmek istiyorum..."