İzmir'deki felakette baş suçlu her depremde olduğu gibi yine aynıydı: Çürük binalar, kesilen taşıyıcı kolonlar...
Sosyal medyada günlerdir bir fotoğraf dolaşıp duruyor. Bir binanın zemin katında lağım borusunun geçebilmesi için kesilmiş bir taşıyıcı kolon. Aslında İzmir depreminin ve daha önce yaşadığımız tüm felaketlerin fotoğrafı bu. Pisliğimizi akıtmak, en büyük önceliğimiz...
Son depremde de öyle olmadı mı? Daha sarsıntı olur olmaz, herkes öncelikle bağırsaklarını temizlemeye davrandı. "Oh olsun gavur İzmir'e" dediler. "Zinanın başkenti İzmir yerine Allah'ım beni seccademe kul etsin" diye video çektiler. Bağnazlığın, yobazlığın siyaseti yoktur. Bir başkası "Bu hükümet başta kalırsa daha çook sallanırız" diye tweet attı.
Enkaz altında insanlar kurtarılmayı beklerken, Cadılar Bayramı kutladılar. Hem de pandemi kurallarının tümünü çiğneyerek. Partiden çıkanlara muhabirler mikrofon uzatıp sordular: "Yaptığınız ayıp değil mi?" Pişkince gülüp, geçtiler...
İzmir'de felaketzedeler için gönderilen gıda maddelerini alıp marketinde, bakkalında satanları gördük. Dağıtılan battaniyeleri paket paket kapıp, sanki alışverişten geliyormuş rahatlığıyla sapasağlam evlerine götüren kadınlara rast geldik. Kul hakkı yemenin zirvesi, arsızlığın 'pik' noktasıydı.
Peki ya siyasetçiler? Böylesi bir zamanda bile acıyı kendi siyasetlerine malzeme yapmaya kalktılar. Biri çıktı dedi ki, "Bizim belediyemiz sayesinde İzmir'in yaraları sarılıyor." Öteki, tüm suçu 'mecburiyetten' çürük binalarda oturanların sırtına yüklemeye kalktı. Bir başkası "Bakanların enkazda ne işi var, dikkatleri dağıtıyorlar" diye çemkirdi.
Birlik, inanç, yardımlaşma, hoşgörü, merhamet... Bir toplumun taşıyıcı kolonları... Belli ki bilerek ya da bilmeden kesmişiz onları. Güçlendirmezsek, daha çook yıkılırız...
Eyvah batıyoruz (!)
Hayır, ekonomiden bahsetmiyorum. Bildiğiniz, ağırlıktan batmak üzereyiz.
Doktor Ender Saraç, pazar günü atv'nin kahvaltı haberlerinde açıkladı. Pandemi döneminde kişi başına ortalama 3 buçuk kilo almışız. Bu da toplamda 250 bin tona karşılık geliyor. Yani topraklarımızın üzerine ekstra 250 bin ton ağırlık binmiş.
Dedim ya, çok şükür, onca kriz atlatan, tüm dünyanın üzerine çullanmasına rağmen dimdik ayakta kalan ekonomimiz batmaz elhamdülillah. Ama böyle kilo almaya devam edersek, istiap haddini aşan göçmen teknesi gibi alabora olabiliriz. Toplum sağlığı açısından tabii ki...
Plastik poşet geri geldi
Pandemi sürecinde beni çok üzen gelişmelerden biri de market ve pazar alışverişlerinde plastik poşet kullanımının yeniden artması.
Oysa ne kadar da fazla mesafe kat etmiştik. Hepimiz bez torbalar, filelerle alışveriş ediyor, çevrenin plastik atıklarıyla zehirlenmesine engel olmaya çalışıyorduk. Ama şimdi bakıyorum da evine bez torba ile dönen yok. Çünkü markete girip-çıkan bez torbaları virüs korkusuyla evimize sokmuyoruz. Onları hemen yıkayıp, temizlemeye de üşendiğimiz için gelsin yeniden plastik poşetler. İçindekini alıyor, kapının önünde paklıyor, poşeti de hemen çöp kutusuna atıveriyoruz.
Bu arada okyanuslarda bulunan ve ekolojik hayatı tehdit eden plastik atıklar, 800 milyar tonu bulmuş. Yakında balık yerine, oltalarımıza takılan pet şişeleri yemek zorunda kalacağız. Bu vesile ile hatırlatayım istedim...
Gaf kürsüsü
Beyaz Futbol'dan yine sansasyon çıktı. Dr. Ahmet Çakar, "Hagi mi, Alex mi daha iyi futbolcu?" tartışmasında "At ile eşek kıyaslanmaz" deyiverdi.
Zap'tiye
Acaba Fransa ekonomisini yıkmak için Kapalıçarşı'da çakma Lacoste ve Louis Vuitton satan esnafa teşvik ve vergi muafiyeti mi tanısak?
Ne demiş?
"Ben taşların arasından önce elimi çıkarttım. Hani böyle zombi filmlerinde olur ya, onun gibi." (Enkaz arasından kurtarılan 8 yaşındaki Kıvanç'ın sözleri)