AMACIM Haşmet Babaoğlu'nun karasularını ihlal etmek değil ama perşembe akşamı haber bültenlerinde "kelebeklerin ölüm dansını" izleyince, dayanamadım... Geçen haftaydı. Sabahleyin gazetedeki odamın kapısını açtığımda bal rengi bir kelebek karşıladı beni. Gidip gidip cama çarpıyordu. Belli ki aklı dışarıda kalmıştı. Pek çok plazada olduğu gibi benim odamda da açılıp, kapanabilen bir pencere yok. Bu nedenle yavaşça avucumun içine aldığım kelebek dostumu özgürlüğüne kavuşturmak için bir kaç oda ve koridor dolaşmak zorunda kaldım. Sonra asansörde karşılaştım bir başkasıyla ve akşam da lobide bir diğerinin uçuştuğunu gördüm... Kelebekler basmıştı binayı. Bazılarımız bunu "deprem alameti" olarak yorumladı. Ne yalan söyleyeyim, deprem aklımın ucundan bile geçmedi. Bence kelebek dostlar "basın açıklaması için" gelmişlerdi gazeteye. "Hayat"ın, gri duvarların kuşattığı, insanların penceresiz odalara hapsolduğu kasvetli, stresli metropollerden ibaret olmadığını anlatmak için girmişlerdi içeri. "Durmayın" diyorlardı sanki, "Haydi siz de çırpın kanatlarınızı..." Ve perşembe akşamı... Tüm ana haber bültenleri aynı dakikada girmişlerdi "kelebeklerin dansı" haberini. Eminim bunu da "kelebek dostlar" sağlamışlardı, bilerek. Herkes "mesajı" alsın, kimse ıskalamasın diye... Her yıl Sakarya'da ortaya çıkan söğüt kelebekleri kaplamıştı köprünün üzerini yine... Her yıl aynı tarihte, aynı yerde buluşuyor, muhteşem danslarıyla insanları büyülüyor, sonra köprünün üzerinde bembeyaz, kadife bir örtü olup, ölüme yatıyorlardı. İnsanlara verdikleri mesaj öyle açık ve netti ki: "Dünyadaki son saniyenize kadar sarılın hayata... Dansınızı yapmaktan geri durmayın. Ucunda ölüm olsa bile, ışığın, aydınlığın peşinden ayrılmayın. Dünyanın bir ucunda kanat çırpan kelebeğin, öte ucunda fırtına yaratacağını unutmayın..."