80'li yılların ortaları... Türk Haberler Ajansı'ndaki stajım bitmiş. Şefim Bilal Meşe beni 'Beşiktaş muhabiri' olarak görevlendirmiş. Beni sınamak için "Git, Başkan Süleyman Seba ile röportaj yap getir" demiş.
Ben ve Süleyman Seba... Fotoğrafı, hayalimde bile bir araya getiremiyorum. Bir yanda bıyıkları yeni terlemeye başlamış, tıfıl muhabir adayı, diğer yanda kimseye röportaj vermeyen, verse de ağzından kelimelerin 'kerpetenle' çıkartılması gereken koca Süleyman Seba...
Kendimi ispatlayacağım ya; allem ettim, kallem ettim, bir ev röportajı randevusu kaptım.
Akaretler Yokuşu'ndaki evin tokmağını vurmaya hazırlanan elim tir tir titriyor. İçeri güç bela girdim. Betim benzim atmış, dizlerim birbirine çarpıyor... Halimi gören Süleyman Seba; o çatık kaşlı, ciddi, ketum adam gitti, yerine Hulusi Kentmen'vari, yumuşacık, pamuk gibi bir adam geldi. Bana önce evi gezdirdi, dedesinin kılıcının hikayesini anlattı... Ben de soru soracak mecal yok. Başladı kendi kendine soru sorup yanıt vermeye... Hem de ne yanıtlar... Her bir cümlesi; bizim ajanstan, abone gazetelere ayrı manşet olarak geçildi. Bana sadece kayıt yaptığım teybin düğmesini açıp kapatmak kaldı...
PERSONEL DEĞİL, EVLAT
O gün Süleyman Seba, mesleğe bir gazeteci kazandırdı. Eğer bana yardımcı olmasaydı, kendime güvenimi kazanmamı sağlamak yerine beni ezip büzseydi, meslekten vazgeçecek ve bugün bu köşeyi yazma onuruna erişemeyecektim...
'Onursal Başkan' lafının 'onur' kısmının bu denli yakıştığı bir başka spor adamı daha tanımadım. Yıllarca ağzından rakip takımların yöneticilerine, başkanlarına, futbolcularına ve taraftarına yönelik tek bir kötü söz çıkmadı. O da soyunma odasına inerdi. Ama fırça atmak, hakaret etmek, taktik vermek için değil. Ceketinin yakasından eksik etmediği beyaz mendiliyle, maçı kaybettiği için ağlayan futbolcularının gözyaşını silmek için...
Kulüpteki malzemeciden yıldız futbolcusuna kadar hepsi onun için 'evlat' idi; 'personel' değil...
Bugün başka takımları tutanlar bile Beşiktaş'a karşı yüreklerinin köşesinde bir tutam sempati besliyorlarsa, bu tamamen Süleyman Seba'nın asil, beyefendi ve müşfik kişiliği sayesindedir.
Hayata veda ettiği akşam, Fenerbahçe Televizyonu ve Galatasaray Televizyonu'nun normal yayınlarını keserek özel yayına geçmeleri de bu yüzdendir. Kim bilir ezeli rakipler bir daha ne zaman böyle el ele, yürek yüreğe tutuşur...
Her Nisan ayı geldiğinde Süleyman Seba birkaç günlüğüne ortadan kaybolurdu. Bilirdik ki, Adapazarı'ndaki köyüne gitmiş. Hiç rahatsız etmezdik. Bir gün ATV'deki Bizim Stadyum programına konuk olacaktı.
O günlerde Beşiktaş kameramanı olarak çalışan, şimdilerde Sabah'ın Özel Haber Servisi'nin başında bulunan değerli mesai arkadaşım Abdurrahman Şimşek ile beraber Seba için özel bir klip hazırladık. Romantik görüntülerinin sonuna da 'Beni Köyümün Yağmurlarında Yıkasınlar' şarkısını bağladık. Seba'yı ilk ve son kez ağlarken o programda gördüm...
Allah, rahmetini senden esirgemeyecektir sevgili Süleyman Ağabey... Bugün bizim gözyaşlarımızla, yarın köyünün yağmurlarıyla, ıslan ıslanabildiğin kadar...