debiyatımızın en önemli şairlerinden Şükrü Erbaş, GÜNAYDIN'a konuştu. Dünyanın bir hafıza kaybı yaşadığına dikkat çeken Erbaş; "Toplumlar, insanlar kendi kimliğini, kültürünü, geçmişini, varlığını unuttu" dedi.
Şiirlerinizin yayınlanmasından bu yana 40 yıl geçmiş. Yazarken hâlâ aynı heyecanı taşıyor musunuz?
Yazdığım her şiir yeni ve biricik olduğu için, her şiirde aynı heyecanı duyuyorum elbette. Şiir bir seri üretim değil ki; kanıksanmış, ruhsuz işe dönüşsün. Kendime, insana ve dünyaya ilişkin söyleyecek sözlerim var. Beni yazmaya götüren nedenler ortadan kalkmadığı sürece de yazacağım. Heyecan olmadan söze başlayamazsınız. Bunu yitirdiğiniz yerde yazma güdünüzü de yitirirsiniz.
HAFIZA KAYBI YAŞANIYOR
Her konuşmanızda insanların kalbine değmenin önemini dile getiriyor, 'Yabancılaşmayı kırmamız gerekiyor' saptamasında bulunuyorsunuz...
İçinde yaşadığımız zaman aralığında insan, geçmiş zamanlara göre daha büyük bir yalnızlık içinde. Diğer insanlarla temasını kaybetmeye başladı. Bağlar kopuyor. Siyasi, sosyal, kültürel pek çok nedenle her gün biraz daha geri çekilerek yaşıyoruz. Dünyaya karşı bir duvar örüyoruz. Önce ülkemize, sonra şehrimize, sonra mahallemize, sonunda da odalarımıza kadar geri çekilmeye başladık. Gövdelerimizi birer hapishaneye dönüştürdük. Yehudi Menuhin'in sözüdür, "Bizler birbirimize ait olduğumuzu unuttuk." Bu yabancılaşma ve yalnızlaşma bizi, herkesi ötekileştirmeye götürür. Bu yıkıcı yalnızlığı kırmak için birbirimizi tanımamız gerekir. Bütün önyargılarımızı, korkularımızı, hırslarımızı bir kenara bırakıp saygı içinde iletişim kurmanın zamanı. Ben sol düşünceye sahip, devrimci bir gelenekten gelen bir edebiyatçıyım. Son yıllarda muhafazakar diyeceğimiz geniş bir okur kitlem oluştu. Olağanüstü saygılı, sevgili bir güzellik yaşıyoruz onlarla. Sanırım herkese örnek olması gereken, büyülü bir ilişki bu. Bizim hayata ilişkin ortak yaralarımız var. Benimle birlikte onlar da şiirle soluk alıyorlar. Dünya görüşümüz ne kadar farklı olursa olsun edebiyatın paydasında buluşuyoruz. Bu nokta çok kıymetli. Bir toplumun ortak acılarda veya birlikte yaşama hayalinde buluşması önemli. Birbirimizin hayatına, düşüncelerine saygı duyarak ortak bir yaşam tasavvurunda, gelecek düşüncesinde buluşmak çok kolay aslında. Sadece biraz emek ve saygı. Sadece biraz kendini sevmek yetecek. Dünya bir hafıza kaybını yaşıyor nicedir. Toplumlar, insanlar kendi kimliğini, kültürünü, geçmişini, varlığını unuttu. Bu hafıza kaybından bir an önce kurtulmazsak, biyolojik ihtiyaçlara indirgenmiş birer yaratığa dönüşeceğiz. Bu, insanın çürümesidir.
NAZIM'A ULAŞMAK ZORDU
Edebiyatta en çok kimlerden etkilendiniz?
Yozgat'ta, ulaşabildiğim kadarıyla Türk edebiyatımızın büyük isimlerinin kitaplarını okuyarak büyüdüm. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Sabahattin Ali, Sait Faik, Dağlarca, Külebi, Süreya, Uyar, Ceyhun Atuf, Attila İlhan gibi edebiyatımızın pek çok ustasını okudum. Lise yıllarında dünya edebiyatı, özellikle Rus edebiyatı kalbimi doldurdu. Nazım'ın kitapları yasaklıydı, ulaşmak çok zordu. Yine de elime ne geçtiyse su gibi okuduğum büyük ustamdır Nazım.
Konu Nazım'dan açılmışken geçtiğimiz hafta doğum günüydü. Bu vesileyle size Nazım'ı da sormak istiyorum...
Yunus Emre'den bu yana dilimizin, şiirimizin dört büyük ismi vardır. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve Nazım Hikmet. Bu dörtlü Türkçe'yi şölene çevirmiştir. Yunus'u sevmeyen Nazım'ı da sevemez çünkü Yunus sizi Nazım'ın kurduğu çağdaş şiire götürür. Nazım'ın memleket sevgisi, ölüm ve zaman üzerine, devim düşüncesi üzerine, emekçi halkın gelecek rüyası üzerine yazdığı olağanüstü şiirleri vardır. Sadece 'Memleketimden İnsan Manzaraları' onlarca insanı şair yapmaya yetecek bir başyapıttır. Onu yıllarca yasaklayanlar şimdi meydanlarda şiirlerine sarılıyorlar. Ne güzel ve ne acı...
YILLARCA TEK DİZE BİLE YAZAMADIM
Yazma hevesinizi kaybettiğiniz dönemler oldu mu?
Tabii oldu. Aylarca, hatta birkaç yıl tek dize yazmadığım zamanlar oldu. Söylediğiniz sözün bir değer taşımadığını düşündüğünüzde bir içe kapanma yaşanıyor. Yaşadığınız gerçekle çatışmalarınız ya da huzursuzluklarınız tekrar başladığında, hayata karşı söyleyecek sözlerinizin de biriktiğini hissediyorsunuz. İşte bu durum sizi yeniden yazmaya götürüyor. Mallerme der ki, "İlk dize Allah vergisidir, ondan sonrası çalışma ister."Yani hiç beklemediğiniz bir anda doğuverir ilk dizeler.
OLAĞANÜSTÜ ZENGİN BİR COĞRAFYADA YAŞIYORUZ
Bu toprakların şairi olmak size neler hissettiriyor?
Hem tarihsel ve kültürel, hem de insan çeşitliliği -buna yaşantı çeşitliliği diyelim isterseniz- açısından olağanüstü zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu coğrafyanın insanı; kültürel, etnik ve inanç kimlikleriyle geniş bir çeşitlilik taşıyor. Bu çeşitlilik de bize büyük bir ruhsal zenginlik katıyor. Tek kimlikli toplumlar, yoksul toplumlardır. Hem duyuş, hem yaşantı çeşitliliği yoksuldur, kendisiyle sınırlıdır. Ben, bir insanın duygusal, düşünsel, hatta fiziki varlığının kendi dışındaki tüm varlıklardan oluştuğuna inanırım. Bunun anlamı şudur; beni oluşturan bu varlıklardan herhangi birisine yapılan bir müdahale bana yapılmış demektir. Benim dilim, duygum, kalbim, aklım, yaşadığım coğrafyanın ve zamanın tüm dillerinden, kültürlerinden, acılarından, gelecek rüyalarından oluşur. Bu bilinçle yaşıyorum.
MEHMET AKİF BU ÜLKENİN EN TEMİZ YURTSEVERLERİNDEN BİRİ
Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek'i nasıl buluyorsunuz?
Mehmet Akif, bu ülkenin en temiz yurtseverlerinden biridir. Katıksız inanmış bir şairdir. Onun bütün inandıklarına inanmasam da, hayatına büyük bir saygı duyuyorum. Şiirlerini sevgiyle okurum. Necip Fazıl'ın ilk dönem şiirleri çok güçlüdür; 'Otel Odaları', 'Kaldırımlar'; dilimizin en güzel şiirlerindendir.