Atv, geçtiğimiz günlerde Cannes'da gerçekleşen, dünyanın en büyük TV içerik fuarı MIPCOM'da fırtına gibi eserken, fuara damga vuran dizi 'Sen Anlat Karadeniz' oldu. Reyting rekortmeni dizinin iki yıldızı İrem Helvacıoğlu ile Ulaş Tuna Astepe, fuara dizinin yapımcısı ve yönetmeni Osman Sınav ile birlikte katıldı. Fuar boyunca uluslararası kanal temsilcilerinin ilgi odağı olan Helvacıoğlu ve Astepe, Cannes'da GÜNAYDIN'ın sorularını yanıtladı. Dizinin 'Nefes' ile 'Tahir'i, MIPCOM deneyimlerini ve rekortmen yapımın ikinci sezonunu anlattı...
- İrem Hanım, dizide şiddete maruz kalan bir kadını canlandırıyorsunuz. Oynadığınız rol, ruhsal açıdan oldukça yıpratıcı. Nasıl hazırlandınız rolünüze?
İREM HELVACIOĞLU: 'Nefes', gerçekten çok zor bir karakter. Ben şiddete maruz kalmadım, çocuğum yok. 'Nefes'i algılayabilmek için önce bir psikologla derin bir çalışma yaptık. Şiddete maruz kalmış bir kadının, başkalarıyla ve çocuğuyla diyaloglarıyla ilgili çalışmalar yaptık. Osman Hoca'yla birlikte "Ben böyle düşünüyorum, siz nasıl düşünüyorsunuz?" şeklinde ilerleyen, sonra da bu hale getirdiğimiz bir karakter oldu.
HALK KAHRAMANI 'TAHİR'
- 'Tahir' çok cesur, tutkulu ve coşkulu bir karakter. Siz nasıl bakıyorsunuz karakterinize?
ULAŞ TUNA ASTEPE: 'Tahir', yerel bir halk kahramanı galiba; öyle oldu bir yılın sonunda... Bizim hikayelerimizde; Hollywood'un tersine, süper güçleri olan, uçabilen kahramanlar yok. Cesaretiyle, yüreğiyle, tutkusuyla, doğruluğuyla nam salmış, gerçek olabilecek karakterler var Anadolu edebiyatında, destanlarda... 'Sen Anlat Karadeniz' de galiba bunların sonuncusu. Karadeniz'de de böyle karşılandı dizi. Bir gün merkezde çekim yapıyorduk, insanlar etrafımızda seti izliyordu. Bir baba beni göstererek, "Oğlum, bak bu Karadeniz" dedi. 'Tahir'le gurur duydum. 'Tahir'; bana da ilham ve güç veren bir karakter. Destanlarımızın böyle bir faydası oluyor topluma; insanlara gayret veriyor. Aile içi şiddette ilk refleksimiz, 'Bu onların özel hayatı, müdahale etmeyelim' şeklinde oluyor. Ama 'Tahir' bunu yapmadı, 'Nefes'in bileğindeki morlukları gördüğünde, 'Bu evli bir kadın, onların özel hayatı' falan demeden, "Bu ne?" diye sordu. Yani müdahale etti ve elini bir daha hiç bırakmadı.
- Dizi, 'Nefes' ile 'Tahir'in destansı aşkını da anlatıyor. İki aşık, tüm zorluklara beraber göğüs geriyor. Günümüzde böyle aşklar kaldı mı sizce?
U.T.A.: Tabii ki kaldı, bu hikayeler hâlâ yaşanıyor. Bize gelen mesajlardan da bunu görüyoruz; çok tanıdık öyküler anlatıyorlar. Ama bu kadar destansı bir aşk var mıdır, bunu bilmiyorum. Zaten bu kıyaslanamaz; her ilişki kendine hastır ve anlatılmaya değerdir. Bir aşkı seçip hikayesinin peşinden koşuyoruz ama hepsi kıymetli.
- Şiddet sahneleri de izledik. Bunları çekerken zorlandınız mı?
İ.H.: Gerçekten çok zorlandım. İlk bölümdeki şiddet içerikli sahneleri bir günde çektik. Hep 'Sekiz yıl şiddet görmüş bir kadın nasıl bir yorgunluktadır?' diye sorguluyordum. O sahneleri çektikten sonra o kadar yoruldum ki, Osman Hoca'ya "Bir günde yoruldum" dedim. Bir gün çekimlerde dizlerim morarmıştı, Osman Hoca'ya "Bunların da görünmesini istiyorum" dedim. Suda boğma ve kemer sahnesini çekerken de çok zorlandım. Kemer sahnesi de beni çok etkiledi. Bazı sahnelerde sinirlerim çok bozuldu; "Bunlar gerçek, hayatın bir yerinde birilerinin yaşadığı şeyler" deyip ağladığım yerler var. 'Nefes'i oynamak zor.
- Kadına şiddet tüm dünyada büyük bir sorun... Siz nasıl tepkiler alıyorsunuz?
İ.H.: Sosyal medyada, 'Ben de bunu yaşadım, umut oldun bize.
Şimdi boşanıyorum' ya da 'Ailemle yeniden bir araya gelip mücadele ediyorum. Yaşamama umut oldun' diyen insanlar var. Bunları duymak, bir kadının güçlü bir şekilde durabildiğini, bununla mücadele edilebildiğini göstermek, 'Başka çarem yok, bu şiddete maruz kalmak zorundayım, bir yere gidemem' fikrini ortadan kaldırabileceğimi düşünmek çok güzel. Hep birlikte buna sebep oluyoruz.
- 'Nefes'in cesareti ve kararlılığı, şiddet gören kadınlara örnek oluyor diyebilir miyiz?
İ.H.: Bence evet... 'Nefes', bir bölümünde psikoloğa "23 kez kaçmaya çalıştım" diyor. Defalarca kaçmayı denemiş ve hiç vazgeçmemiş. "Kaçacağım, yakalanacağım. Belki bedelini ağır ödeyeceğim ama yine de çocuğumu ve kendimi bu hayattan kurtaracağım" diyor. Sokaktaki herkesin bir karşılığı var dizide. 'Tahir', 'Nefes'e destek oluyor, 'Asiye' hiç şiddet görmemiş olmasına rağmen hemcinsine destek oluyor. 'Saniye', sadece kendi çocuklarını düşünüyor. Bunlar, aslında gerçek hayatta da gördüğümüz profiller. Biri, 'Sana ne el âlemden? Nasıl evli kadını alıp getirebildin?' diyor. 'Tahir' ise 'Bu hayattan kurtulabilirsin' diye ona umut oluyor.
UMUDUNUZU KAYBETMEYİN
- 'Sen Anlat Karadeniz'in yurt dışında da bu kadar beğenilmesini siz nasıl karşılıyorsunuz?
U.T.A.: Bu reaksiyon, hikayemizin evrensel olduğunu gösteriyor. Diziyi ilk önce Karadeniz insanı sahiplendi, sonra Türkiye... Şimdi de bu hikaye dünyanın birçok ülkesine yayılıyor. İnsanın özüne dair bir şey anlattığımızı ve bunu gerçekçi bir şekilde yaptığımızı gösteriyor tepkiler.
- Dizinin Youtube'daki izleyici profilinin yüzde 60'ı kadın. Şiddet kurbanı kadınlara neler söylemek istersiniz?
İ.H.: Hiç kimse bu hayatı ağır şartlarda yaşamak zorunda değil. Bence herkesin içinde 'Nefes' gibi güçlü bir kadın var. Kadınların aslında bir tarafının savaşçı olduğunu düşünüyorum. Şiddet gören kadınların umudunu kaybetmemesini istiyorum. Tek söyleyebileceğim; güçlü olsunlar.
- Siz oynadığınız karakteri nasıl buluyorsunuz?
U.T.A.: 'Tahir'; mert, cesur, yiğit bir Karadeniz delikanlısı. Oraların deyimiyle has uşak ama bununla beraber aşkını, sevdasını yaşamaktan ve bunu göstermekten çekinmeyen bir karakter.
ÇOK GENÇ BİR SEYİRCİMİZ VAR
- Dizi, sosyal medyada da uluslararası başarıya sahip. İlk bölüm, Twitter'da 45 bin yorum almıştı.
U.T.A.: Bunun sebebi, genç seyirciyi ikna etmemiz ve onlara söyleyecek bir sözümüzün olması. Gençler sosyal medyada çok aktif. Diziyi izlerken bir yandan da birbirleriyle haberleşiyorlar, beğendikleri ya da beğenmedikleri şeyleri beyan ediyorlar. Çok genç bir seyircimiz var. Aslında ağır bir hikaye anlatıyoruz ama bunu keyfini çıkararak, insanların içini karartmadan yapıyoruz. Komedi ve dramı iyi bir şekilde harmanladığımızı düşünüyorum, bu da insanların hikayeye dahil olmasını sağlıyor.
'GEL GÖĞSÜME SIĞ YARİM'
- 'Nefes' ile 'Tahir' arasında büyük bir aşk yaşanıyor, hem de tüm engellere rağmen... Acıyı olduğu kadar, aşkı da çok gerçekçi anlatıyorsunuz dizide...
İ.H.: Senaryoyu okuduğumda, o kadar çok etkilendiğim cümle oldu ki... Bir yanı Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi efsane geliyor, bir yanı da çok gerçek... İmkansızlığın destansı tarafı beni çok heyecanlandırıyor. Ulaş'la "Bu cümle çok güzel" dediğimiz şeyler seyirciden çok güzel tepki alıyor. En sevdiğim cümlelerden biri; 'Gel göğsüme sığ yarim desem gelir misin?' Bu hem gerçekte hiç duymayacağımız bir şey, hem de çok imkansız ve aşk dolu bir cümle. İnsanın içini titretiyor, 'Var mı böyle bir şey?' diyorsun. Biz çok heyecanlanıyoruz. Bu tarz sahneler bizi motive ediyor.
- 'Nefes', zorluklara rağmen oğlu için güçlü kalan ama çok kırılgan bir karakter ve hızlı iniş-çıkışları var. Bu geçişleri doğallaştırmak için neler yapıyorsunuz?
İ.H.: Bu çok zordu benim için... Oğlumu oynayan Demir, 6 yaşındaydı ilk başladığımızda... Çocukla sahne çekebilmek çok zor çünkü bir anda dağılabiliyor. Bir anne olarak her şeyi çocuğuna belli etmemen lazım; bunda çok zorlandım. Galiba annelik kadınlar için içgüdüsel bir şey; Demir'le iletişimi kurduktan sonra, önüne atılıverdim. Ormanda yoldaki çalı çırpı, dikenler ona gelmesin diye Demir'in önüne atladığım o kadar sahne var ki... Anne içgüdüsüyle yaklaşıyorsun; 'O bana ait ve onu korumam' lazım diyorsun. 'Nefes'in bir yandan da öyle büyük bir yorgunluğu ve içinde kalan duyguları var ki; onları da 'Tahir'e gösteriyor. 'Tahir', o kırılgan halini gösterebildiği tek kişi. 'Asiye' karşısında gardını düşürebiliyor ama 'Saniye'nin ya da başka birinin karşısında 'Ben güçlüyüm, anneyim ve çocuğumu korumam gerekli' diyebilmeli. Bunlar gün geçtikçe, pekişe pekişe geçişleri yumuşatmaya başladı. Önce bana da sert gelen şeyler kırıldı, cümleler arasında geçişler sağlandı.
TÜM DÜNYANIN KANAYAN YARASI
- Atv'nin en yüksek reytingli dramasında rol almak nasıl bir his?
İ.H.: Çok heyecan verici. Anlattığımız şeyin, dünyanın kanayan yarası olduğunu düşünüyorum. Bunun içinde yer almak ve böyle bir reytinge ulaşmak çok güzel.
U.T.A.: Ne kadar kalabalık olduğumuzu gösteriyor, bu yüzden çok umut verici. Çok kalabalık yürüdüğümüzü, dizide mücadele etmeye çalıştığımız kadın şiddetine karşı umudu yeşerttiğimizi görüyoruz.
ÇEKİMLERDE AZ KALSIN ŞELALEDEN AŞAĞIYA DÜŞÜYORDUM!
- Dizideki su altı sahnelerini çekerken dublör kullanmamışsınız. Zorlandınız mı?
U.T.A.: Zorlandım tabii ama önce ben inanmazsam, izleyiciyi inandırmakta zorlanırım. İlk zorlandığım yerde işi bir başkasına bırakırsam, onun devamı gelir. İnsanları bu hikayeye, bu karakterlere inandırmamız gerekiyor. Sırf suyun altında yüzeceğim diye dublör kullanmak aklımın ucundan geçmedi. Bunu bir kahramanlık olarak da yapmadım; o karakter ne yaşıyorsa onu yapmak istedim. Çok tehlikeli zamanlar geçirdik. Set ekibi, güvenliğimiz için her türlü tedbiri alsa da, burası Karadeniz... Bir keresinde derede, debinin çok yükseldiği bir yerde çekim yapıyorduk. Başta her şey yolundaydı, çok güvenliydi ama yukarıdan baraj kapaklarını açtılar. O sırada suyun içinde baygın olarak yatıyordum; bir şeyden haberim yoktu. O esnada kaymaya başladım, şelaleden düşmek üzereyken, set amirimiz canı pahasına beni son anda tuttu. Bunun kayıtlarını moral olsun diye arada bir seyrederiz.
- Dizide küçük yaşta anne olmuş bir kadını oynuyorsunuz, hem de istemediği bir adamdan... Bu rol, anneliğe bakışınızı etkiledi mi?
İ.H.: 'Nefes', 16 yaşında anne olmuş, çocukluğunu yaşayamamış. Problem sadece kocası 'Vedat' değil; babası da çocukluğunu yaşamasına engel olmuş. İstemediği bir adamdan bir çocuk dünyaya getirmiş ama çocuk onun umudu olmuş. Oğlunun ona ceza değil, yaşamak için bir sebep olduğuna karar vermiş. Bu belki çok zor ve psikolojiyi etkileyecek bir karar ama umut dolu bir yönü de var. Oğlumu oynayan Demir'le abla-kardeş gibiyiz; arada didişiyoruz, onu çok seviyorum. Çocuk konusuna farklı bakıyorum; kendim doğurmasam bile 'Ona iyi bakmam lazım' gibi bir durum oluyor.
OSMAN SINAV
KARADENİZ YAYLALARINA ŞİLİ'DEN TURİST GELEBİLİR
Dizinin başarısı Türkiye sınırlarını aştı ve 20'den fazla ülkeye satıldı. Sizce diziyi uluslararası alanda ilgi çekici kılan nedir?
Tabii ki hikayenin evrensel oluşu... Dünyanın başına bela olan şey; sadece savaşlar değil, kadına şiddettir, tecavüzlerdir. Kadınlar, Allah'ın yaratıcılık sıfatının tecelli ettiği bedenlerdir. Onlara şiddet uygulamak dünyanın başına bela; her ülkede bu böyle. Tabii ki bu konuyu uygun doğayla ve atmosferle birleştirmek önemli. Karadeniz doğası, çok muhteşem. Karadenizliler'e, "Önümüzdeki yıl yaylalara Şili'den misafir bekleyin" diyorum. Bu yıl Karadeniz'de ciddi bir turist patlaması yaşandı, iç turizm canlandı. Doğayla bütünleşmiş bir hikaye anlatıyoruz ve doğa kameramıza çok güzel yansıyor.
'Sen Anlat Karadeniz'; bölgenin doğası, müzikleri ve hikayesiyle izleyen herkesi büyülüyor. Bu başarıyı bekliyor muydunuz?
Denizin altına iniyoruz, dağa çıkıp iniyoruz, yaylalara çıkıyoruz. Çok çalışıyoruz. Bütün arkadaşlarım, oyuncularım da müthiş zevk aldılar oynarken. Bu da hikayeye samimiyet katıyor. Konseptimiz de dünyada çok ciddi problem olan bir şey. Bizim işimizin bir parçası da trend yaratmak. Bu trend, dünyada da yayılmaya başladı.