Vaktiyle onun için, "Bizim Frank Sinatra'mız", "Türkçe sözlü hafif Batı müziğinin kadife sesli prensi" diyorlardı. Ömür Göksel'den bahsediyoruz elbette. Konuşurken bile şarkı söylüyormuş hissi veren pırıl pırıl sesten, renkli kişilikten, bir İstanbul beyefendisinden... Yakında 20'nci yüzyılın en güzel yabancı aşk şarkılarını yorumladığı, A Touch of Class albümü plak olarak yeniden basılacak. Diğer yandan Göksel, her cumartesi TRT Radyo 1'de Müzikle Bir Ömür, her Salı TRT Radyo 3'te ise Akdeniz Melodileri adlı programlarıyla dinleyiciyle buluşuyor. Sanatçı bir de yazar Pınar Çekirge'nin yaptığı nehir söyleşi kitabı Cebimde Saklı Şarkılar'da hayatını anlattı. Biz de efsane ismin kapısını çaldık ve hayatına dair ayrıntıları dinledik.
ZORLUKLAR ÇEKTİM
Beni bir gün bile sakallı göremezsiniz. Ancak o zamanlarda Türkçe sözlü hafif Batı müziği diye adlandırılan, bugünkü Türk pop müziği, ülkemizde sevdirebilmek ve tanıtabilmek için çıktığımız ve en az 90 gün süren konser turnelerimizde, Anadolu insanı bıyık sever diye düşünüp bıyık bırakmıştım. Ama 1972'de yılın şarkıcısı olarak katıldığım turnelerden birinde, eşim sürpriz yapıp, 16 aylık olan kızımız Serenad'ı getirmişti. Konser sonunda kucağıma aldığım kızım bıyığımdan ve uzun süre evden ayrı kaldığımdan dolayı beni tanıyamamış, ağlayarak annesinin kucağına dönmek istemişti. Üzülmüştüm ama ekmek parası da mühimdi. Şimdi düşünüyorum da maddi manevi ne zorluklar yaşamışız! Düşünün televizyon yok. Nasıl duyurup tanıtacaksın kendini? Bugün televizyon kanalları sayesinde çok kolay. Çık televizyona, gazeteler senin için iyi şeyler yazsın, ertesi gün ünlüsün. Şairin dediği gibi "Neler yaptık bu vatan için, kimimiz öldük, kimimiz Nutuk söyledik!" Aslında siyasetçiler için yazılmış bu cümle ama bizim jenerasyona çok uyar.
RADYODA SESİMİ DUYUNCA GÖZLERİM DOLMUŞTU
■ Ülkemizde henüz televizyon yayını başlamamıştı. 1967 yılıydı. Radyoda Frank Sinatra'nın bir parçası çalındı. Sıradaki şarkının anonsu ise şöyleydi: 'Şimdi de bizim Frank Sinatra'mız, kadife sesli romantik prensimiz Ömür Göksel söylüyor.' Radyonun başındaydım, ünlenmem için ilk adımdı bu. Gözlerim dolmuştu. Unutulmaz bir andı benim için. Adeta radyonun içine girmiş, yorumumu dinlemeye başlamıştım. İçerideki odada kendi radyosunu dinleyen annem, 'Ömür'cüğüm radyoda az önce seni anons ettiler, sen söylüyorsun' diye seslenmişti.
ANNEM BENİ HEP DESTEKLEDİ
Benim odama doğru koşarak gelmişti. Sesi titriyordu, heyecanlanmıştı, benim gibi onun da gözleri dolmuştu. Anneciğimin gözlerindeki heyecan unutulur gibi değildi, o da başarmıştı. Çünkü şarkı söylememi en az benim kadar o da istiyordu. Üstelik o güne kadar hep bana destek olmuştu. Galiba başarı zincirinin ilk halkasını yakalamıştım. Çocukluğumdan beri yıllarca başkalarının plaklarını biriktirip çalarken artık radyolar benim plağımı çalıyordu. Bundan böyle sadece sanat hayatım değil, tüm hayatım en ufak bir hatayı, seviyesizliği, şımarıklığı kabul etmeyecekti.
ZEKİ MÜREN BANA DEDİ Kİ...
■ Zeki Müren vaktiyle bana şöyle demişti: "Ömür'cüğüm şarkıları adeta oya işler gibi tane tane söylüyor, duyguları yüreklere nakşediyorsun. Ayrıca ses tonun da büyüleyici. Şarkılara dilediğin gibi hükmediyorsun. Çok az yorumcuda olan bir tekniğe sahipsin. Hecelere bölünmüş notaları, Türkçeyi çok iyi bildiğinden vurgularına göre dinleyiciye aktarıyorsun. Bu yönün de şarkı söyleyişine bir şahsiyet kazandırıyor."
EN ACILI GÜNÜMDE BİLESAHNEDEYDİM
■ Asla perdemi kapattırmadım. 1983 yılında, babamı kaybettiğim akşam programım vardı, sahneye çıktım. Gözyaşlarımı, matemimi içimde yaşamak mecburiyetindeydim. Bana kıymet vererek dinlemeye gelenlerin keyfini, kendi acımı belli ederek kaçıramazdım. En büyük acım, anne ve babamı yitirmekti. İçimde yangın, yüzümde tebessümle programımı bitirdim. Perde arkasında hıçkırıklarım, avazım çıkabildiği kadardı. Seneler bazen derman, bazen merhem olurlar.
EUROVISİON'A KATILIP MESLEKİ KARİYERİMİ RİSKE ATMADIM
■ Eurovision'a hiçbir zaman katılmamam bilinçliydi elbette. Çünkü profesyonel bir yorumcunun bu tür şarkı yarışmalarında, mesleki kariyerini riske atmasını asla uygun görmüyorum. Eurovision benim gözümde, dünyadaki siyasi gelişmeler göz önüne alınarak yapılan bir müzik yarışmasıdır. Mesela bugüne kadar yarışan en iyi şarkımız Seninle Bir Dakika, 1974'te Kıbrıs'a girdiğimiz yıl diğer ülkelerden tek puan bile alamazken, Irak'a girmediğimiz yıl düzenlenen yarışmada ülkemiz, şu an melodisi aklımızda kalmayan bir şarkıyla birinci olmuştu. Bu açıklama bile biraz düşünebilenlere yeterli olmalı. Fazla söze gerek yok.
KENDİME HEP 'ŞIMARMA ÖMÜR' DEDİM
■ Şöhreti, rüzgara benzetirim hep. Nereden estiği, eseceği belli olmayan bir rüzgara... En şiddetli biçimde eserken, birden diniverir, bırak yaprağı, toz bile kımıldamaz olur. Bazen program sonrası eve gitmeden önce durur, neonlara bakardım. Ömür Göksel ismini hep orada, o ışıkların nasıl tutabileceğini düşünürdüm. Arabamın silecekleri ön camda biriken suları silerken bana "Şımarma Ömür, şımarma Ömür" diye seslenirler. Bu bir iç muhasebedir benim için.
SAHNEYE OLAN SAYGIM, HIÇ DEĞIŞMEDI
■ Yanında oturan eşi ya da sevgilisini, şarkı bitiminde tam beni alkışlayacağı anda, kadeh kaldırarak engelleyen erkeklerden tutun da, o esnada lafa tutanlara kadar pek çok insan gördüm. Ama sarhoş masasına hiç meze olmadım. Her şeye rağmen sahneye olan saygım hiç değişmedi, yüzümdeki tebessüm asla eksilmedi. Gayet tabii bunları hep görmezden gelirdim. Yaşamımda kimi sözcüklere hiç yer olmadı. Mesela keşke gibi... Bugün başka, yarın başka konuşmak, eğilmek, idare etmek, rüzgar gülü olmak gibi... Ödün vermedim ne sanatımdan, ne de kişiliğimden.
DUYULMAMIŞ ILTIFATLAR ALDIM
■ Kadın bir hayranım bana, 'Sesinizi öpmek istiyorum' demişti. Duyulmamış bir iltifattı bu, çok hoşuma gitmişti. Kutlamak için sarılıp beni öpen, sesimi çok beğendiğini söyleyenler olmuştu. Ama o güne kadar sesimi kimse öpmek istememişti.