Show TV'nin perşembe akşamı ilk kez seyirciyle buluşan dizisi 'Yüz Yüze'yi ilgiyle izlemeye başladım. Entrikadan, aşk üçgenlerinden, romantik komedi diye yutturulmaya çalışılan ergen dizilerinden bezmiş bir izleyici olarak farklı bir konu, yeni yüzler ve iyi bir reji ile karşılaşmış olmanın keyfini çıkarmaya başladım. Ta ki. o banka soygunu sahnesine gelinceye kadar...
Düşünün, İstanbul'un orta yerinde, Gayrettepe gibi emniyetin kalbi olan bir muhitte, güpegündüz banka şubesinin camından içeriye minibüs ile giriyorlar. Bankanın alarmları çalmaya başlıyor. Beş kişilik soyguncu ekibi dakikalarca bankanın içinde kalıyor. Kasa bölmesinde uzun süre bir kasayı kırmak için çekiç sallıyorlar. O sırada bankada tesadüfen bulunan bir polis memuru, onlarla çatışmaya giriyor. Dışarıdaki kadın polis arkadaşı koşup yetişiyor. İçeride kalan bir soyguncuyla dakikalarca çatışıyor. Ama... Aradan neredeyse 10-15 dakika geçmesine rağmen, soygunun yapıldığı banka şubesine bir tek polis ekibi gelemiyor!
Diyelim ki polise 'kal' geldi, peki çalıntı minibüsle Gayrettepe'den çıkıp ta Surdibi'ne giden soyguncuların peşine bir tek polis aracı nasıl takılmaz? Kaçan aracın güzergahı MOBESE görüntülerinden nasıl belirlenmez?
Ya soyguncuların çatışmada ölen arkadaşlarını toprağa verme usullerine ne demeli... Güpegündüz, bahçesinin yanından araçların vızır vızır geçtiği hurdalıkta, Mustafa'yı, halının altına süpürür gibi 'kemençe eşliğinde' gömüyorlar. Baş ucuna da mezar taşı niyetine bir direksiyon simidi dikiyorlar. İyi de; bu gencin bir ailesi, mahallede arkadaşları vs. yok mu? Bir anda buhar olup ortadan kaybolduğunu onlara nasıl açıklayacaksınız?
Sizi bilmem ama ben dizi izlerken 'Allah'ım sen aklıma mukayyet ol' diye dua etmekten yoruldum...