Önceki gece Van depremzedeleri için düzenlenen, televizyonlardaki yardım programında, 62 milyon lira topladık... 62 ile ne yapılır? Bildiniz; tavşan...
Necip Türk milleti her zorlukta olduğu gibi bir kez daha kenetlendi ve şapkasından 'tavşan' çıkartarak yine tüm dünyayı şaşırttı...
Dün demiştim ki, "Allah göstermesin ama bir daha felaket olursa, istisnasız tüm kanalların ortak yayınlayacağı bir yardım kampanyası yapılmasını arzu ediyorum..." Neredeyse öyle oldu.
Kanal D ve atv'nin ortaklaşa düzenlediği organizasyon; kartopundan, çığa dönüştü. TRT, Show TV, tv8 ve TNT dışında neredeyse tüm önemli kanallar ortak yayına geçti.
Samanyolu TV ve Kanal 7 ise zaten bir gece önce benzer bir kampanya gerçekleştirmişlerdi.
Biz Günaydın'cılar; yazılarımızı en geç 11.30'da teslim etmek zorunda olduğumuz için, gün içinde giderek gelişen bu şahane birlikteliği sizlere yeterince duyuramadık.
Ama benim bugün, bu harika geceyle ilgili söyleyeceğim çok şey var...
"BİR BEBEĞİ EMZİREBİLİRİM"
Herkes el ele, gönül gönüleydi. Sanatçısından gazetecisine, sporcusundan bürokratına ve işadamına kimi ararsanız oradaydı. Sunucular; Beyazıt Öztürk, Şebnem Küçük Sunar, Cem Öğretir ve İrfan Değirmenci hem formdaydılar, hem de samimi... Ama geceye damgasını vuran bir anneydi... Telefonda "Depremzede bir çocuğu emzirebilirim" deyince, gözyaşları sel oldu. Bana göre gecenin en anlamlı, en değerli bağışıydı. Aklıma hemen, o gün televizyonda izlediklerim geldi. 14 günlük Azra bebek nasıl kurtulmuştu? Enkaz altında annesinin sütü bitince, yavrucağın dudakları kurumuş, çatlamıştı. Su lazımdı. Peki, annesi ne yaptı? Yavrusunun dudaklarını tükürüğüyle ıslattı... 24 saat boyunca, belki de Azra bebeğin yaşamasını sağlayan, annesinin bu can suyuydu... Belgesellerde kuşları izleriz ya, hani yuvaya dönüşte yediklerini çıkartıp yavrularını beslerler... Gördük ki aslında her anne bir kuştur... Zümrüd-ü Anka kuşu... Zaten o yüzden cennetin nehirleri onların ayaklarının altına serilmemiş midir?
Yardımın büyüğü küçüğü olmaz... Bizler ekran başında hep milyon dolarlık bağışlara alkış tuttuk. Ama ekranın altından; sıradan vatandaşların 50 liralık, 100 dolarlık, 200 Euro'luk bağışları geçip duruyordu. Aslında bir milyon dolar, belki de bir büyük holdingin sadece bir günlük cirosuydu. Ama Antalyalı garson Fehmi'nin yolladığı 400 lira, belki de bir aylık maaşına denkti...
O yüzden benim gözümde bir milyon dolardan çok daha değerliydi.
JAPON ALÇAKGÖNÜLLÜLÜĞÜ
Ortak yayın sırasında gözümün buğulandığı öyle çok an vardı ki... İrfan Değirmenci bildirdi: Mart ayında yaşadıkları deprem ve tsunami felaketi nedeniyle yardımda bulunduğumuz Japon halkı bizi unutmamış. Türk Büyükelçiliği'nin bahçesindeki kutuya hem taziye ve geçmiş olsun mesajları, hem de para dolu zarflar bırakıp hızla uzaklaşıyorlarmış. Kaçarcasına... Neden? Yardımda bulundukları görülmesin diye... Tevazuya bakar mısınız... Japonların bu tavrının yanında, bizim koca koca şirketlerin isimlerinin ekranlarda dakikalarca yer alması bana biraz fazla 'gösterişli' geldi doğrusu... Trakyalı bir vatandaş arayıp not bırakmış. Demiş ki, "Ne olur Van'a gitmem için yol parası gönderin. Gidip aylarca depremzedeler için boğaz tokluğuna çalışmak istiyorum..."
Erciş'ten aramış biri. Demiş ki, "Evim yıkıldı. Cebimde 100 liram var. 50 lirasını hemşerilerime göndermek isterim..."
BÖLÜCÜLERE TOKAT
Hakkari Emniyet Müdürlüğü'nde görevli polisler, aralarında topladıkları 10 bin lirayı bağışladılar. Van'daki sınır karakolunda görev yapan Mehmetçikler'den 400 lira geldi. Bursa Asker Hastanesi'nde görev yapan erler, ayda 20 lira maaş alıyorlarmış. Hepsini göndermişler... Bu ülkeyi bölmek, insanlarımızın arasına nifak tohumları serpmek için her fırsatı değerlendirmeye çalışanlara, bunlardan daha güzel cevap olabilir mi?
Gecede en büyük alkışı alanlardan biri de Oya Başar'dı. Dedi ki, "Böyle bir geceyi şehitlerimiz için de bekliyorum..." Aylardır bu sütunlarda 'Her Mehmetçiğe Bir Çelik Yelek ve Şehit Ailelerine Yardım' gecesi için bıkmadan usanmadan ortak yayın öneren ben, Başar'ın sözleri üzerine stüdyoda dakikalarca süren alkışlarla, yalnız olmadığımı anlayıp mutlu oldum.
Ne mutlu 'Türk'üm' diyene... Ne mutlu kendini 'Türk gibi' hissedene... Ne mutlu etnik kökeninin ne olduğuna aldırmadan 'Türkiyeli olmaktan' gurur duyanlara... Ne mutlu 'millet olmanın' dili, dini, mezhebi, kökeni olmadığını idrak edebilene...
İster yer altındaki bölünmüş plakalardan gelsin, ister yer üstündeki bölücü yalakalarından... Hiçbir deprem bizi yıkamayacak!.
Çarşamba gecesi işte bunu anladım...