Engin Hepileri ve Deniz Işın Bi' Başka Youtube kanalında Melis Güvenç'in konuğu oldu. Anka filminde başrolleri paylaşan ikili programda sabun köpüğü işlerde olmak istemediklerini söyledi. Hepileri ve Işın bundan sonra yer almak istedikleri projeleri, "Estetik, önümüzü açacak, derinlikli ve daha anlamlı, bizi ve hayatımızı renklendirecek bütünleyici işlerin içerisinde olan herkesle proje yapmak istiyoruz" sözleriyle anlattı. En mutlu oldukları dönemlerini anlatan ikiliden Engin Hepileri "Beyza'yla (Şekerci) tanışıp, Can'ın doğmasıyla mükemmelleşen mutluluğa ulaştım" derken, Deniz Işın ise "27 yıldır savrularak yaşamışım. Ama son 1,5 yıldır üzüntümü, sıkıntımı, işimi, aşkımı her şeyimi çok farkında olarak yaşıyorum. Kendimi yeni yeni tanıyorum. Ama sanırım 30'lar iyi geçecek gibi" ifadelerini kullandı.
İlk hız ve aksiyon filmi olan Anka'da rol almak ve adrenalin dolu bir sette bulunmak nasıl bir deneyimdi?
Engin Hepileri: Set çok heyecanlı geçti. Çünkü beklemediğimiz ama provalarda hep hayal ettiğimiz sahnelerin gerçekleşmesi bizi çok heyecanlandırdı. Biz filmde rol aldık ama aslında arabalar daha çok başroldeydi.
Deniz Işın: Senaryoda okuduğun şeyin gerçekleşebiliyor olduğunu görebilmek çok değişik bir deneyimdi. Araba düşkünü biri değildim ama izlerken çok hoşuma gitti.
Bu film, Hızlı ve Öfkeli filmine benzetildi. Neden bu filmde olmak istediniz?
D. I: Bu filmin böyle bir benzetmeye ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. İçinde hem aksiyonu hem de arabeski almasıyla daha güzel ve farklı bir kombinasyon. Bu yüzden bu filmde olmak istedim. Benim için de oynayabileceğim farklı bir karakterdi. Bu yüzden oynamak istedim ve bu projenin içinde olduğum için çok mutluyum.
E.H: Araba ve aksiyon sahneleri için bu benzetmeyi yapıyorlar ama bizim filmimiz sadece bir aksiyon üzerine kurulu değil. Çok güzel bir hayat hikâyesi ve ilginç bir aile dramı ve o ailenin o dramdan kurtulma hikâyesi var. Bu süre içinde karşılaştıkları zorluklar ve kötülükler var. Bütün bunların içerisinde de kendilerini ayakta tutmaya çalışan bizden içimizden, sokakta gördüğümüz insanların hikâyesi bu. Dolayısıyla uzak bir hikâye değil. Bir taraftan da aslına Türk sinemasının aslında özünde var olan bir hikâyenin biraz daha aksiyonu bol bir şekilde işlenmiş hali. Tutkularını ve sevdalarını araba üzerinde kuran insanların gerçek hikâyelerinin arka odalarına doğru gidiyoruz bu filmde. Bu yüzden çok keyifli.
D.I: Bazen geceleri sokakta yarış yapan arabaları duymuyor muyuz? Aslında çok bildiğimiz bir hikâye. Sadece biraz daha içine girip, ne hayatlar yaşanıyor onu görüyoruz.
"Hız ve aksiyon sevmem"
Bu kadar çok hız ve aksiyon deneyimi yaşadıktan sonra sizin otomobillerle aranız ne durumda şu an?
D.I: Ben normalde hız ve aksiyon sevmem. Bu anlamda kendime güvenmem. Ama izlerken bile bunu yapmanın adrenalinini ve yüreğinin ağzına gelmesini anlayabiliyorum. Mesela artık araba sesleri artık rahatsız etmiyor beni. Bu konuda çok ilerleme var.
E.H: Ben arabalara oldum olası hep çok meraklıydım. Senaryoyu görünce çok sevindim. Film vesilesiyle ileri sürüş teknikleri dersleri de aldık ve kendime ekstra bir şey katmış oldum. Bu dünyanın içinde olmak, o kadar güçlü arabaları kullanmış olmak benim için tarif edilmez bir deneyimdi.
Film hayatta kalma mücadelesi veren insanların hikâyesini anlatıyor. Peki ya siz bu günlerde neyin mücadelesini verdiğiniz bir dönemdesiniz?
E.H: Eşimle birlikle yeni bir sanat merkezi açtık. Bundan iki ay önce açılışını yaptık. Kendimizi ifade edebileceğimiz, alanında uzman isimleri davet edip bilgi ve tecrübe aktarımında bulunabileceğimiz bir sanat merkezi burası. Benim için bu ara her şey bu yer üzerine kurulu. Bunun yanında yeni bir tiyatro oyununa hazırlanıyorum. Eşim bale çalışmalarını orada yapıyor. Sabah 09.00'dan akşam 21.00'e kadar sürekli sanatın ve üretimin konuşulduğu bir yer olmasını hayal ediyorduk ve oluyor da… Hayatımıza bu yer girdiğinden beri daha farklı uyanıyorum. Bu vücuduma da, enerjime de yansıyor.
D.I: Oyunculuk yapmaya başladığım günden beri sanırım en yoğun çalıştığım dönemdeyim. Yoruluyorum ama her zaman şükretmeyi de unutmuyorum. Çünkü çok farklı bir yerden hayatım oyunculuk yapmaya evrildiği için çok yoğun ama keyifli bir dönemdeyim.
Bu günlerde ne tarafa dönse her yerde Deniz Işın'ı görmeye başladık. Kariyerinin yükselişe geçtiğini düşünüyor musun?
D.I: Bunlar belli zaman aralıklarıyla içinde bulunduğum projelerdi ama hepsinin aynı anda hazır olmasıyla hepsi peş peşe çıkıyorlar. Elimden geleni yapıyorum. Umarım böyle devam eder.
"Sabun köpüğü işlere kapımız kapalı"
Engin Bey sanat merkezinizle ilgili "Bizim gibi düşünen herkese kapımız açık" demişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?
E.H: Oraya gelip sohbet etmiyoruz ya da başka şeylerden konuşmuyoruz. Sadece proje üretmeye ve bunu konuşmaya çalışıyoruz. Yeni işler yapmaya çalışıyoruz ve bu işleri daha estetik, önümüzü açacak, bizi ve hayatımızı renklendirecek hale nasıl getirebileceğini düşünen insanlarla bir arada olmak istiyoruz. Zaman kaybetmek, oyalanmak yerinde üreten, çalışan yeni projeleri ve hayalleri olan, bu hayallere ulaşmak için bize değil ama mekânımıza ulaşmak isteyen insanlara kapımız açık şeklinde bu durumu açabilirim. Çünkü sabun köpüğü işler yapmıyoruz. Böyle işlere de kapımız kapalı. Derinlikli ve daha anlamlı, bütünleyici işlerin içerisinde olmak isteyen herkesle proje yapmak istiyoruz. Çünkü kendimizi böyle geliştirebildiğimizi anladık. Çok yalnızlaştığımızı ve paylaşımlarımızın azaldığını görüyoruz. Bu paylaşımlar azaldıkça bizim yaratıcı gücümüz de azalıyor. Çünkü düşünen ve yaratan insanlar olarak bizim kendimizi geliştirmeye ve daha fazla düşünmeye ihtiyacımız var. Bunları ümit ediyoruz, derdimiz bu.
Peki sizin gibi böyle düşünen kişilerin sayısı azalıyor mu çoğalıyor mu?
E.H: Çoğalıyor… Ben bu konuda her zaman pozitif bakarım. Çünkü çok güzel bir nesil geliyor ve bu neslin kafası yeniliğe dair her şeye çok açık. Bence çoğalıyor ama azalan varsa da kendi tercihi.
"Sanal evrenler olsa da insan insandır ve bence hiçbir şey değişmeyecek"
Sanat üzerine bir dijital bir değişim ve dönüşüm de söz konusu. Yeni çıkan sanal evrenlerin sanatın ve sanatçının tanımını değiştirdiğini düşünüyor musunuz ve bu durum sizi endişelendiriyor mu?
D.I: Sanatçının derdi temelde kendini anlatmak ve bunu ulaştırmaksa ve birilerine bir şekilde ulaştırıyorsa ben bundan mutlu olurum. Bu konuda her hangi bir endişe duymuyorum. Sanat zaten buraya evrilmeli. Bence sanat aslında sanatçının kendisi için var. Bu yüzden sanatını ne kadar ulaştırabiliyorsa o kadar iyi. Her sanatçı, her türlü sanatı yapsın. Böyle evrenler sanata ilgisi olmayan birini bile sanata çekebilir ve daha çok kişiye ulaşılır gibi geliyor bana.
E.H: Kişinin derdi sanatını ulaştırabilmekse, kanallar ve alanlar değişebilir. Mesela sinemaya bakalım… 100 yıldır sinema yapıyoruz ve bugün ki teknolojiyle yapılan filmlere baktığımızda "Vay be buralara kadar geldik mi?" diyoruz. Ama aslında özünde aynı şeyi yapıyoruz. Hala insanların kalbinde bir noktaya dokunmaya çalışıyoruz. Sanal evrenler olsa da insan insandır ve bence hiçbir şey değişmeyecek.
Kadir İnanır estetikle ilgili bir açıklama yaptı ve "Estetik yaptırmayacağını yüzümdeki çizgiler bizim mesleğimizde servet. Çünkü bunlar bizi daha gerçek yapıyor" dedi. Siz bu fikre katılıyor musunuz? Estetiğe karşı mesafeniz nedir?
E.H: Bu durumun kişiye göre değiştiğini düşünüyorum. Elbette yaş alıyorsunuz ve bu da vücudunuzda yer buluyor ama ben estetiğe karşıyım demiyorum. İnsan kendi doğasını bozmadığı sürece bir desteğe ihtiyacı varsa yaptırabilir. Bu konularda biraz açık olmak lazım.
D.I: Ben de estetiğe karşı değilim. Yüzümdeki çizgileri çok seviyorum ama isteyen istediğini yaptırsın. Çünkü insanın sevmediği bir kıyafeti giyip dışarı çıkmasıyla aynı şey bu durum.
"Hiçbir rol üzerimize yapışmaz"
Esra Akkaya, Mahallenin Muhtarları dizisinde canlandırdığı Şirin rolüyle yıllarca bitmeyen bir şöhret yaşadığını söyledi. Siz bu bitmeyen ünlü olma halini hiç yaşadınız mı veya aynı rolle yıllarca tanınmak hakkında ne düşünüyorsunuz?
D.I: Şimdi artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Çok fazla iş, çok fazla platform, çok fazla rol ve karakter oynanıyor ve üretiliyor. Bu yüzden eğer aktif olarak çalışıyorsanız artık üzerinize bir şeyin yapışması çok kolay değil. Benim üzerime bir rol yapışmadı, yapışmaz da diye düşünüyorum. Çünkü benim oynamak istediğim ve tercih ettiğim roller genelde farklı kendimde ne yapabilirim diye seçtiğim roller.
E.H: 2006 yılında Emret Komutanım dizisinde oynadığın Sinyor Seyfi çok sevildi. Çok uzun süre beni ailenin oğlu olarak gördüler. Hala da sevenlerim böyle de mesajlar atarlar. Bu çok güzel bir şey ama üzerime yapıştığını düşünmüyorum. Çünkü üstüne çok farklı roller oynama şansım oldu.
Peki size en mutlu olduğunuz dönem hangisiydi desem ne dersiniz?
D.I: 27 yıldır savrularak yaşamışım. Ama son 1,5 yıldır üzüntümü, sıkıntımı, işimi, aşkımı her şeyimi çok farkında olarak yaşıyorum. Bu sürece daha yeni başladım. Daha bir yıldır kendimi yeni yeni tanıyorum. Ama sanırım 30'lar iyi geçecek gibi…
E.H : Benim için farklı bir dönem. Önce eşimle tanışıp sonra oğlumuz Can'ın dünyaya gelmiş olmasıyla anlamı çok farklı bir duyguya ulaşınca mutluluk denen şeyi belki de yaşamamışım dediğim bir yere geldim. Dolayısıyla Beyza'yla (Şekerci) tanışıp, Can'ın doğmasıyla o mükemmelleşen mutluluğu tarif edebilirim.