Yıllardır dilim döndüğünce anlatmaya çalışırım: "Önemli olan reyting puanları değil. Onlar sadece kelle hesabı. Önemli olan o kellelerin içinden, o programı izlerken ne geçtiği" diye...
Hatta reyting puanlarından çok daha önemli olanın 'hissedilen reyting' olduğunu da iddia ederim. (Hissedilen reyting:
Tıpkı hava sıcaklığı gibi, termometrede görülen değil; insanın hissettiği reyting oranı.
Yani ertesi gün sokakta, iş yerinde, ev toplantılarında hangi program daha çok konuşuluyor, tartışılıyorsa; reytingin gerçek galibi odur.) Şimdi bu 'hissedilen reyting' diye üfürdüğümüz gerçek nabız atışını ölçmenin çok daha sağlıklı bir yöntemi var: Twitter...
Her ne kadar bendeniz, üyesi değilsem de sosyal paylaşım sitelerindeki yansımaları yakından takip etmeye çalışıyorum. Zira televizyonun etkilerinin anlık geri dönüşleri hemen o mecralarda beliriveriyor.
Ayşe Arman'ın sunuculuk performansı, Ezel'in finali, Balıkçı'nın vurulması, Pişşti'nin geyikleri vs. halk nezdinde hemen gerçek karşılığını buluyor.
İşte bu nedenledir ki, popüler ve izlenir olma durumu artık beylik reyting şirketlerinin klasik puanlamalarından ziyade, sanal alemdeki reaksiyonlardan ölçülmeli. Çünkü oradaki reflekslerin daha gerçek ve hızlı olduğu aşikar.
Zaten son zamanlarda sosyal medya ölçümleri de raporlandırılmaya başlandı. 'Bu hafta hangi konu sosyal mecrada daha çok tartışıldı?' konulu değerlendirmeler elektronik posta kutuma daha çok düşer oldu.
Özellikle televizyon sektöründeki reklam pastasının dilimlendirilmesinde sanal alemdeki yansımaların çok daha fazla önemsendiği yeni bir döneme giriyoruz. Eskiden pastayı bölen bıçağın sahibi tek bir ölçüm şirketiydi. Twitter ve Facebook sayesinde bıçağı tutan eller çoğaldı. Hâlâ uyuyan reklamveren varsa, uyandırayım dedim...