Antalya Film Festivali'nde 'ulusal' yarışma bölümünün iptal edilip sadece 'uluslararası' filmlerin yarıştırılma kararı büyük tartışma yarattı. Hamlenin, Antalya'yı tıpkı Berlin, Venedik, Cannes gibi bir 'film festivali kentine' dönüştürmek ve organizasyonu dünyanın konuşacağı bir seviyeye taşımak için yapıldığı belirtiliyor. Film sektörünün ileri gelenleri ise bu kararı eleştirip festivalin ulusal bölümünün tanıtım için feda edilmemesi gerektiğini savunuyorlar.
Ben olaya farklı bir pencere açmak istiyorum ve soruyorum: Antalya Film Festivali son yıllarda ne kadar 'ulusal' idi?
Yıllardır Antalya Film Festivali'ni yerinde izleyip görüş ve yorumlarımı bu köşede aktarırım. Son yıllarda içimden festivale gitmek gelmiyor. Çünkü 'festival filmi' diye adlandırılan ve küçücük bir zümrenin kendini tatmin yöntemi haline gelen garip bir anlayış festivale hakim oldu. Kimsenin bilmediği, görmediği, ne yönetmenini ne oyuncusunu tanıdığı filmler, adeta 'kapalı devre bir yayınla' yılların festivalini halktan kopardı. Milletin sevdiği, ayıla bayıla izlediği filmler 'ticari' bulunarak festivale dahil edilmeyince, ortalık vatandaşa üstten bakmayı sanat sayanlara kaldı. Peki böyle garip bir organizasyonun 'ulusal' olduğunu kim savunabilir?
Eskiden festivalin en renkli anları, halkın ünlülerle buluştuğu kortej bölümüydü. Birbirinden ünlü oyuncular, yönetmenler, yapımcılar otomobillere doluşup şehri turlayarak sevenleriyle tek vücut olurdu. Birkaç yıl önce ısrarlara dayanamayıp otomobillerden birine ben de binmiştim. Aynı zamanda 'kortej havasını' soluyup izlenim yazmak istiyordum. Ama kortejde öyle bir 'ünlü fukaralığı' yaşanıyordu ki, benim arabanın önünü kesip benden imza almak ve fotoğraf çektirmek isteyenleri görünce hem şaşırdım, hem de fena halde utandım. Diyeceğim o ki; son yıllarda festival oyuncularını halk otobüsüyle korteje dahil etseniz, kimse uyanmaz!
Ve son söz: 'Ulusallık' böyle olacaksa, ben 'uluslararası' olmayı tercih ederim.