'Çukur"' dizisinde yadırgadığım, akıl erdiremediğim iki konu vardı. İlki, cep telefonu çağında mahallenin gençlerinin meşale yakarak Kızılderililer gibi 'ateşle' haberleşmesi. ikincisi ise onca kriminal olayın yaşanmasına rağmen mahalleye tek bir polisin uğramaması, ölen bunca insanın adeta halı altına süpürülür gibi buharlaşmasıydı.
Sonunda 'Çukur'da bir polis göründü. Ama ne polis?
Söylenene göre çok üst makamlar tarafından 'sınırsız yetkiyle' donatılıp Güneydoğu'dan İstanbul'a tayin ettirilmiş. Adı, 'Emrah Amir'.
Tam bir psikopat. Çekirdek çitler gibi zevkine adam vuruyor.
Hiçbir hukuki kovuşturmaya gerek görmeden uyuşturucu imalathanelerini benzin döküp yakıyor. Otomobilinin müzik setinde sürekli Mozart'ın Türk Marşı'nı çalıyor. Eserin ne olduğunu bilmeyeni ya dövüyor, ya vuruyor.
Bileni ise alnından öpüyor.
'Emrah Amir'i ilk bölümde koca kırmızı cipiyle akan trafikte ölümüne makas atarken izledik.
Üstelik herhangi bir olaya filan da yetişmiyordu. Sadece zevk için trafikteki diğer insanların hayatını tehlikeye atıyordu.
Sonunda motosikletli bir trafik polisi yetişip önünü kesti.
Bizimki cipinden elinde bir harita ile indi. Haritayı aracın kaputuna serip en doğudaki Digor'u göstererek, "İstersen seni buraya süreyim. Yazları serin ve yağmurlu, kışları buz gibidir. Orada karlar içinde devriye atarsın" dedi. Sonra da görevini yapan zavallı polisi iyice ezmeye başladı: "Ben bu eşek kadar kırmızı ciple niye dolaşıyorum lan? Herkes tanısın, bilsin, öğrensin. Emrah Amir, İstanbul'a gelmiş desin diye... Öğreneceksiniz, hepiniz öğreneceksiniz..." Bir polisin, bir başka polis tarafından bu denli aşağılandığı, bir başka sahne daha izlememiştim.
Bölümün sonlarına doğru öğrendik ki, 'Emrah Amir'in 'Çukur' semtine olan özel ilgisi, İstanbul'a asayiş ve huzur getirmek için değilmiş.
Meğer hem 'Yamaç'ın karısı 'Sena', hem de babası 'İdris' ile arasında özel bir mesele varmış.
Evet, 'Çukur'da polisin özlemi duyuluyordu ama böylesinin değil...