Gelin size bir SBS yapayım. Bizim sınavın açılımı Sporseverlik Belirleme Sınavı...
Soru 1: Son olimpiyatlar hangi şehirde yapılmıştı?
Soru 2: Şu anda erkekler 100 metrede dünya rekoru kimin elinde?
Soru 3: Üç adım atlamada harekete başlanan ayak ile çizgiye basılan ayak aynı mı, yoksa farklı mı olmalı?
Soru 4: Kürek sporunda 'tek' ve 'çifte' tanımlamaları neyi ifade eder?
Ne oldu? Çoğunuz hemen internetteki arama motorlarına sarıldınız değil mi? Oysa yukarıdakiler, 'ortalama sporseverlerin' şıp diye yanıtlamaları gereken basit sorulardı.
U20 GÜME GİTTİ
Problemin adını hemen koyayım; biz Doğan görünümlü Şahin gibi, sporsever görünümlü futbolseverleriz.
100 metre rekortmeninin adını bilemeyiz ama gönül verdiğimiz takımın yöneticilerinin şu anda Avrupa'nın hangi kentinde, hangi futbolcunun menajeriyle görüştüğünü söyleyiveririz.
Neden? Medya bize spor diye sürekli futbolu pompalıyor da ondan.
Spor medyasını yönetenlerin gerekçeleri ise hazır: "Millet futboldan başka bir şey okumuyor/izlemiyor ki kardeşim!"
Ee, sen vermezsen, nasıl görecek ki?
Sorarım size; jeneriğinde tüm amatör spor branşlarının görüntülerine yer veren, ancak içeriğinde futboldaki balon transfer haberleri dışında hiçbir şey bulunmayan televizyonların spor bültenleri, olimpiyatlara talip olan bir ülkeye yakışıyor mu?
Peki futbolu ne kadar izliyoruz?
Daha doğrusu kulüp fanatizminden arınmış, henüz kapitalizmin esiri olmamış 'olimpik' ya da 'amatör' futbolu?
Cevap: Hiç!
U20 yani 20 Yaş Altı Dünya Futbol Şampiyonası'na ev sahipliği yaptık.
Kimin umrunda oldu? Bizim milli takım elenip gittikten sonra hangimiz bu şampiyona ile ilgilendik?
Oysa U20, Dünya Kupası'ndan sonra FIFA'nın en büyük ikinci organizasyonudur. Pek çok futbol yıldızı, bu turnuvalarda şöhrete göz kırpar. Gelin görün ki, bu satırları okuyanlar arasında U20 şampiyonasını hangi ülkenin kazandığını bilenlerin sayısının çok az olduğunu tahmin ediyorum.
RUH ÇAĞIRMAK GEREK
Belli ki; spor kültürü şöyle dursun, daha futbol kültürünü bile benimseyememişiz.
U20 finalinin oynanacağı cumartesi günü bizim gazetenin spor sayfasına baktım; final maçının anonsu sadece 1.5 sütuna 5 santimlik yazı olarak sayfanın eteklerinde kendine zor yer bulabilmişti. Finalde pek çok seyircinin penaltı atışlarını bile beklemeden stadı terk ettiğine şahit oldum.
Peki biz nasıl olimpiyat düzenleyeceğiz?
Teknik altyapımız, hazinemizde biriken altınlarımız, dövizlerimizle olimpiyat düzenlemek Türkiye için artık çocuk oyuncağı ama düzenlemekle iş bitmiyor ki...
'Olimpik ruhun' bu coğrafyaya egemen olması lazım. Medyanın da, halkın da, siyasetçinin de heyecan duyması gerek. Zira 'Olimpiyatın hakkını vermek' sadece taş üstüne taş, göz üstüne kaş koymakla olmaz.
Yıllar önce, spor muhabirliğimin ilk günlerinde Burhan Felek'te düzenlenen Dünya Gençler Okçuluk Şampiyonası'nı takip etmekle görevlendirilmiştim. Çektiğim fotoğraf manşete çıktı. 'Okçuluk' bir hafta süreyle bizim ülkede 'olay' oldu. Nedeni, tribündeki 'tek' seyirciyi fotoğraflamamdı!
Acaba olimpiyat düzenlemekte acele etmesek mi? Zira olaya önce 'seyirci kalmamamız' gerekiyor da, o yüzden diyorum...
NOT: Sırf 'ev ödevi' olsun diye yukarıdaki SBS'de sorduğum soruların doğru yanıtlarını vermedim. Çalışalım, araştıralım, öğrenelim ve olimpiyatları kazanalım!