Sizi bilmem ama ben yaşam standardımın gün be gün düştüğüne tanıklık ediyorum. Sömestir tatili boyunca çocuğumu alıp bir eğlence parkına, sinemaya, tiyatroya, etkinliğe gidemedim. Sebebi, ne idüğü belirsiz salgınlar. Çocuk bir hafta iyi, bir hafta hasta... Okuluna tonla para ödüyoruz ama garibim bir türlü gidemiyor ki... Ne o çocukluğunu yaşayabiliyor, ne ben babalık keyfimi.
Bu deprem sağanağında insan sürekli evinde oturmaya da çekiniyor.
Eviniz ne kadar korunaklı olsa da, önlemlerinizi ne denli almış olsanız da içinizde sürekli bir kaygı ve tedirginlik. Yaz gelince grip derdi bitecek belki ama başka bir tehlike kapıda bekleyecek. Sivrisinekler... Geçen yaz, o insanı delik deşik eden, açtığı yaralar günlerce geçmeyen minicik sivrisinekler yüzünden yine burnumuzu dışarı çıkaramamıştık. Havamız berbat, suyumuz kirli, besinler ve oyuncaklar zehirli... Çocuğun sevdiği tek sebze ıspanak ama gel de gönül rahatlığı ile yedir bakalım... Temel Reis bile utanç içindedir eminim...
Aman çocuk eve tıkılmasın, bilgisayar bağımlısı olmasın deyip sokağa salsanız, o ayrı bir tehlike.
Çünkü her köşe başında bir sapık, her caddede bir trafik magandası adeta fırsat kolluyor. Ne yazık ki servislerin okul bahçesinde çocuk ezdiği bir coğrafya burası... Zavallı sokak kedilerini kuyruğundan tutup defalarca yere çalan insafsızların, imansızların arasına nasıl salayım ben çocuğumu?
Kuruyan göller, kuruyan vicdanlar ve bir türlü kurumayan kan gölleri... Olan biteni görmesin diye gözlerini kapatıp sürekli "Ce-ee" yapmaktan yoruldum çocuğuma... Peki nasıl yaşayacağız bu dünyada?
'Yerleştirmenin' gücü
Geçenlerde bir eczanede sıramı beklerken, önümdeki kadın, eczacıya ilginç bir soru sordu: "Dünkü Eşkıya dizisinde gösterilen ağrı kreminden var mı?" Eczacı hanım şaşırdı. Biraz da tepkisel bir tonda "Ben dizileri ve dolayısıyla reklamlarını izlemiyorum. Hangi ilaçtan söz ettiğinizi anlamadım..." Mesleki bir refleksle hemen olaya müdahil oldum. "Sanırım dün gece Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinde Hayriye Hanım'ın tutulan omuzlarına sürdürdüğü kremden söz ediyorsunuz" deyince bizimki "Hah, tamam onu diyorum" diye sevindi. Eczacı hanıma kremin kutusunu tarif edip hatırladığım kadarıyla ismini söyledim. Müşteri, doğrusu çok şanslıydı. Çünkü hemen arkasında bir televizyon yazarı duruyordu...
Hep yazar, söylerim; reklam veren için tüketiciye ulaşmanın en etkili ve kestirme yolu yerli dizilerdir diye. Yapımların içine 'yerleştirilen' reklamların gücünü bizzat yaşayıp test etmek de bana nasip oldu.
Kardan adam standardı
Bir İngiliz matematikçi üşenmemiş ve kardan adam yapmanın ölçü standartlarını belirlemiş. Buna göre, kardan adam yapmak için gerekli üç büyük kar kütlesinin çapları 80, 60 ve 50 santim olmalıymış. Boyu mutlaka 1.62 santimetre, burnundaki havuç 13 santimetre olmalı, üzerinde üç tane kömürden düğme bulunmalıymış... Kardan adam ancak o zaman 'güzel ve estetik' olabilirmiş.
İşte 'şekilciliğin', hayata 'üniforma' giydirmenin, 'tek tip' yaşamanın ve hâşâ 'güzele tapmanın' gelip dayandığı son nokta... Şimdilerde güzellik konusunda 'kalıp belirlemek' fena halde moda oldu. İnsanların kafasına 'altın oranı' soktular. 'Sıfır bedene' övgüler düzdüler. Estetik müdahaleler sonucu herkes aynı buruna, aynı elmacık kemiklerine sahip oldu. Bari kardan adamı rahat bıraksaydınız da, çocuklar gönüllerince eğlenebilselerdi...
Gaf kürsüsü
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun baldızı Ceren Kaya'nın, ablasının da bulunduğu fotoğrafı, "Deprem olmuş bize ne?" ifadeleriyle paylaşması tepkilere neden oldu.
Zap'tiye
Yunan vekil unutmuş olmalı. Bayrağımıza yan bakana, "AY" demeye fırsat vermeden "YILDIZ" saydırdığımızı...
Ne demiş?
Elazığ depremine düğününde yakalanan damat Halil, haber bülteninde olayı tek cümle ile özetledi: "Benim düğünüm Elazığ'ı sallayacak demiştim, gerçekten sallandık..."