FATİH Sultan Mehmet'in derdi, Bizans'ı çevreleyen surları aşmaktı. Fatih dizisi ise Muhteşem Yüzyıl'ın yükselttiği çıtanın üzerinden atlamak zorundaydı.
Sultan başardı ama dizisi, çıtanın altından geçmek zorunda kaldı...
Dizinin önünde iki büyük handikap vardı.
Birincisi, Türk dizi tarihinde milat oluşturan Muhteşem Yüzyıl gibi bir prodüksiyonun ardından reyting tartısına çıkmasıydı. İkincisi ise Fatih'in sadece bir Osmanlı padişahı değil; özellikle milliyetçi-muhafazakar kesime idol, simge oluşturan, bir hayat görüşünün, bir idealin adı olmasıydı.
Her iki güçlük de diziye ayrı bir özen gösterilmesini zorunlu kılıyordu.
Diziyi izleyen herkes gibi ben de ister istemez Fatih'i, Muhteşem Yüzyıl ile kıyasladım. Çünkü dizinin yapısı, konusu, kurgusu, ekrana getiriliş tarzı 'Ne olur bizi kıyaslayın' diyecek kadar benzerlikler içeriyordu. İki kadının düşmanca iktidar kavgası, şehzadelerin çekişmesi ve sırtlarını dayayacak birer paşa bulma yarışı, komik olmaya çalışan bir harem ağası, asık suratlı bir kalfa başı, sürekli suikast girişimleri, Sultan'ı zehirleme yarışı, ormanda ahu gözlü dilber görüp aşık olan şehzadeler v.s... Bütün bu olup bitenler, insana "Eee, biz zaten bunların âlâsını Muhteşem Yüzyıl'da izliyorduk" dedirtti. Hatta, zehirli yastık kılıfı suikastına uyanan Fatih'in yakın koruması Murat yetişip de "Durun Sultanım, döşeğe yaklaşmayın" diyerek Fatih'in hayatını kurtarınca, içimden "Hah; işte bu da Kare Murat" deyip gülümsedim...
EMEĞE SAYGILIYIM AMA...
Dizi için harcanan 2 milyon liranın her kuruşuna, bu işe parasından önce yüreğini koyan Fatih Aksoy'a, gecesini gündüzünü bu projeye adayan Armağan Çağlayan'a, dekorcusundan ışıkçısına kadar diziye emek veren herkesin işine saygım sonsuz. Ama ilk bölümü izledikten sonra ağzımda kalan yavan keçiboynuzu tadını da inkar edemeyeceğim doğrusu. Kullanılan dilin dönemi yansıtmamasına mı, kostümlerin Harem dizisinin kalitesine bile yetişememesine mi, uğraşıp da bir türlü Hürrem olamayan Gamze Özçelik'in 'Cadde kızı' görüntüsüne mi kızsam, bilemedim. Dizideki tüm kadınların estetikli burunlarının, botokslu elmacık kemikleri ve dudaklarının, French manikürlü tırnaklarının Topkapı Sarayı'ndaki hangi estetik merkezinde yapıldığını ise düşünüp düşünüp bulamadım!
Fatih'i canlandıran Mehmet Akif Alakurt'un oyunculuğu ise bana 'fazla teatral' geldi. Alakurt, oyunculuğunun üstüne koymakta güçlük çekiyor gibi. Bence işe önce kendi sesini kullanmakla başlamalı.
YAN SANAYİ GİBİ...
Dizinin yapımcıları, "Reyting adına haremi ve entrikaları kullanmayacağız" demişlerdi ama sadece zehirleme ve raks eden kadın görüntülerinden oluşan jenerik bunu yalanlar gibiydi.
Zaten dizinin ilk bölümünde de sadece suikastları ve entrikaları izledik.
Tamam, bunlar bir diziyi 'drama' haline getiren, onu belgeselden ayıran cazibe oltaları.
Ama Osmanlı tarihinin sadece fitne, fesat, harem, yatak, ayak kaydırma, katakulli ve ayak oyunundan ibaret olduğu hissine kapılmıyor muyuz cümleten?
Oysa bir dizinin ismi 'Fatih' olunca; insan ister istemez kahramanlık, ileri görüşlülük, başta azınlıklar olmak üzere insan haklarına saygı, adalet, askeri deha, üstün devlet adamlığı yetenekleri ve bilgelik de bekliyor doğrusu. İnşallah onlara da sıra gelir ama Fatih şu haliyle Muhteşem Yüzyıl'ın 'yan sanayisi' gibi duruyor.
Bir de... Gelecek yıl Kültür Bakanlığı, hayatı diziye çevrilecek Osmanlı padişahları için yayın ihalesi mi açsa acaba?