'Aşk, kaçanı kovalamaktır.
Sevda, ona sahip olana kadar geçen süreye denir." Ne demiş 4. Murat?
'Bağdat'ın kendisi mi, yoksa onu fethetmeye çalışmak mı daha güzel?' Öyle mi gerçekten? Tartışılır...
Ama tartışılmayacak bir şey varsa, o da teknolojinin, aşka maya olan 'özlem'i giderek törpülediği...
Artık aradaki mesafe ne olursa olsun, kimse kimseyi özleyecek zaman ve fırsatı bulamıyor.
Çünkü insanlar sosyal ağlar yardımıyla birbirlerinin her anından haberdar.
Birol Güven'in The School of Mandıra Filozofu kitabında yazdığı gibi 'Aaa!
Ne kadar da büyümüşsün görmeyeli' sözü tarih olmak üzere. Görüntülü telefonlar, sosyal paylaşım siteleri ve diğer dijital haberleşme imkanları sayesinde insanlar artık sürekli dip dibe, yan yana, yüz yüze...
Ne dersiniz? Özlemeyi özlemiş olabilir miyiz acaba?
Aynı teknoloji bizi hayatın keyifli sürprizlerinden de mahrum ediyor. Artık hiçbir şeye şaşıramıyoruz. İnternet sayesinde tatile çıkacağımız yöreyi önceden ezberliyoruz. 360 derece görüntüleme tekniğiyle kalacağımız otelin odasını, hatta yatak çarşaflarının rengini bile hafızamıza alıyoruz.
Gidince keşfedecek, şaşıracak, keyif alacak o kadar az şey kalıyor ki...
Bunu en son bebeğimizin doğumunda biz de eşimle birlikte deneyimledik. Ultrason görüntüsüyle elimize her hafta bebeğimizin anne karnındaki görüntüsünü tutuşturmuşlardı. dokuz ay sonra kucağımıza 'fotoğraflardakinin aynısını' verdiler. Sanki dokuz aydır çocuk sahibiymişiz gibi hissettik.
Oysa eskiden bırakın çocuğun neye benzeyeceği, cinsiyeti bile büyük merak konusuydu.
Her anne 'sürprize' gebeydi. Her ne kadar bu tür teknolojiler bebeklerin sağlıklı dünyaya gelmelerini 'garanti' altına alıp ebeveynleri rahatlatsa da, insan biraz 'şaşırmayı' da özlemiyor değil.
Unutmamalı ki; gülmek, insan duygularının beklenmedik şekilde yön değiştirmesinin bir sonucudur. Teknoloji bize durmadan filmin sonunu fısıldıyor.
Bizi, bildiğimiz fıkralara gülümsemek zorunda bırakıyor.