Dün, güne yine bir felaket haberiyle uyandık. Ankara'daki tren kazası yüreğimizi yaktı. Her felaket günü, haber merkezlerinin performanslarının ölçüldüğü birer sınav günüdür.
Bana soracak olursanız, haber kanalları bir kez daha sınıfta kaldı.
Bu satırları saat 09.00 sularında yazıyorum.
Yani kazanın üzerinden tam 2.5 saat geçmiş.
Ama ekrana baktığımda hep 'kısıtlı' görüntüler ve bilgiler var. Muhabirler, "Güvenlik nedeniyle olay yerine sokulmuyoruz.
Bu nedenle size ancak bu kısıtlı görüntüleri verebiliyoruz" diyor. İyi güzel de artık 'drone' diye bir icat var. Ankara'nın göbeğindeki kazadan eğer 2.5 saat sonra bile bir tek kameralı drone kaldıramıyorsanız, icra ettiğiniz 'habercilik' mesleğini yeniden gözden geçirin derim. Ekranda AA, İHA ve DHA'nın ilk dakikalarda çektiği görüntüler dönüp duruyor.
Ama kim kime çarpmış, hangi vagonlar zarar görmüş, üst geçit niye yıkılmış; ne görmek ne bilmek mümkün.
Oysa oyuncakçılarda 500 liraya satılan bir kameralı drone uçurup kaza yerini kuş bakışı göstermek, izleyiciyi en net şekilde bilgilendirmek mümkündü. Ne yazık ki ya kimsenin aklına gelmedi ya da kimsenin umurunda olmadı.
Bu arada trenleri raylar üzerinde tutma konusunda ciddi bir zaafımız olduğunu söylemeliyim.
Çorlu'daki kazada, neden yol kontrolü yapılmadığını sorgulamıştık. Bu kez 'Karlı havada acaba tren seferleri yapılabilir mi?' diye yol denetimi yapan kılavuz tren ile Yüksek Hızlı Tren'i kafa kafaya çarpıştırdık. Galiba bu işi beceremiyoruz...
Aslında bu kazaların önlenmesi için de kameralı drone'lardan yardım alabilirdik.
Yoğun trafiği bulunan demiryolları üzerinde denetim için koca lokomotifleri raylara çıkarmak yerine drone'larla havadan denetim yapılabilirdi.
Eh, 'Durun' diyen olmayınca, 'Drone' diyen de olmuyor tabii...