Dünyada yaşam süresinin en uzun olduğu beş bölge var. Mavi Bölge olarak anılan bu bölgeler; Yunanistan'da Ikaria Adası, Japonya'da Okinawa Adası, İtalya'da Sardinya Adası, ABD'de Loma Linda kasabası ve Kosta Rika'da Nicoya Yarımadası.
İşin ilginci; Mavi Bölge sakinlerinin 'Uzun yaşayayım' diye bir dertleri yok. Buna rağmen, 100 yaşını geçiyorlar, bir de üstüne sağlıklı ve güçlü yaşıyorlar.
National Geographic uzmanlarından Dan Buettner, bu bölgelerde yaşayan insanların uzun yaşam sırrını bulmak için önemli araştırmalar yapmış.
Ne kadar uzun yaşayacağımızın sadece yüzde 10'u genler tarafından belirleniyormuş; geri kalan yüzde 90 yaşam tarzına bağlıymış.
İYİ YAŞIYORLAR
Peki neyi farklı yapıyorlar Mavi Bölge'de yaşayanlar?
Mesela; kahvaltıda yumurta beyazı yiyemiyorlarsa, yeşil içecek içemiyorlarsa bütün günleri ters gitmiyor.
Ömürlerini spor salonlarında geçirmiyorlar. Attıkları adımdan terleme oranına, her türlü spor aktivitelerinin grafiğini telefonlarına indirmiyorlar. Kalori hesaplarına kafayı takmıyorlar.
Onların Dr .Öz'leri de yok. Her gün yeni bir vitamin kürü ya da sürekli değişen beslenme trendlerini empoze eden beslenme guruları da yok.
Hatta belki de, mükemmel bir vücut ve sağlık takıntıları olmadığı için bu kadar uzun yaşayabiliyorlar.
Uzun yaşama endişeleri yok ama iyi yaşıyorlar. Değerleri olan, daha az riskli ve inançlı bir hayat yaşıyorlar.
Bitkisel besleniyorlar; sofralarında pahalı ve egzotik gıdalar yok. Herkesin pazardan alabileceği en basit, bildiğimiz sebze ve meyveler, yani fasulye, bezelye, bakla, tatlı patates, mercimek temel gıdaları. Onlar için ne yedikleri o kadar önemli değil. Ama nasıl yedikleri ve kiminle yedikleri önemli... Tıka basa yemiyorlar; midelerini yüzde 80 dolduruyorlar. Keyif aldıkları aile ve arkadaş ortamlarında yiyip içiyorlar. Şarap ve kahve içenler, içmeyenlerden daha uzun yaşıyor.
Doğal olarak hareket ettikleri bir yaşam tarzları var. 100 yaşına gelmiş kadınlar bile günde defalarca oturup kalkıyor, bir aşağı bir yukarı merdiven inip çıkıyor.
Bahçeleri ile uğraşıyorlar. Markete, okula, arkadaş ziyaretine yürüyerek gidiyorlar. Organik yaşıyorlar. Et yemeyi sevmiyorlar. Ayda maksimum beş kez et yiyorlar.
Emeklilik diye bir kelime yok lügatlarında. Yani onlar için üretken yaşam ve sonrasında emeklilik gibi bir ayrım yok.
Hayatları boyunca her sabah uyanmaları için bir sebepleri var. Torununun torununun torununu görmek gibi mesela...
Bizler ise büyük şehirlerde sosyal jet-lag ile yaşıyoruz. Vücudumuzun nasıl göründüğüne kafayı takmaktan, nasıl hissettiğine vakit ayıramıyoruz.
Tatlı bir akıntı içinde yaşamak yerine rafting yapar gibi sürekli çalkalanarak, debelenerek yaşamayı seçiyoruz. Sürekli bir hız, rekabet, gösteriş...
Hani bütün bu uğraşın sonucundan memnun kalsak, tatmin olsak bir lafım yok ama genelde geldiğimiz nokta tükenmişlik sendromu...
Bu noktaya gelmemek için yaşantınızda ne tür değişiklikler yapmanız gerektiğini tekrar gözden geçirin; erken yaşlanıp geç akıllanmadan...