-Öncelikle nasılsınız, her şey yolunda mı? Oldukça uzun süren pandemi dönemi sizin için nasıl geçti?
Çok teşekkür ederim, çok iyiyim. Her şey yolunda gidiyor.
Pandemi dönemi benim için tabi ki başta sıkıcı geçti, ama sağlık açısından bir zorunluluk olduğu için bir süre sonra alışmaya çalıştık. Ben bu süreci, bol bol kitap okuyarak, film-dizi seyrederek ve spor yaparak geçirdim. Ve online oyunculuk eğitimi verdim. Pandemi patlak verdiğinde 'Malazgirt 1071' filminin galası vardı ama malum sebepten iptal oldu, bu yıl vizyona girecek. Umarım yakın zamanda bu dertten tüm dünya kurtulur.
-Büyük bir merakla beklenen ve sizin de Bizans İmparatoru Romen Diyojen'i canlandırdığınız 'Malazgirt 1071' filmi yakın tarihte vizyona girecek. Tarihi bir yapımda yer almak size nasıl hissettirdi?
Çok derin bir tarihi olan iki taraf var, o yüzden 'Malazgirt 1071' filminde çalışmak çok keyifliydi. Türkler ve Romalılar karşı karşıya… Öncelikle menajerim Hasan Güngör ve yapımcım Bilal Kalyoncu çok destek oldu, her konuda. Çok rahat bir set süreci geçirdik. Yaşamış bir tarihi karakteri oynamak çok keyifli ve öğretici bir oyuncu için.
-En başa dönersek doğma-büyüme İstanbullu olan Caner Kurtaran nasıl bir çocukluk geçirdi?
Ben Kadıköy'de doğdum, Kalamış'ta büyüdüm. Daha sonra Üsküdar'a geldim. Zaten ailenin çoğu bu iki yerde. Bence İstanbul'un en güzel zamanlarıydı… Çocukluğum… 80'ler ve 90'lar… O yılları aramıyor değilim. Çocukluğumda kalabalık yaşıyordu insanlar ve güven vardı. Şimdi soğuk ve uzak bir ortam var gibi… O yüzden sanatla daha çok ilgilenilmesi gerekiyor bence...
-Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezunsunuz. Oyuncu olmak hayalleriniz arasında var mıydı? Tiyatro okumaya nasıl karar verdiniz?
Açıkçası oyuncu olmak gibi bir hayalim yoktu. Lise de amatör bir grubun provasına gittim ve ben burada olmalıyım dedim. Çok mutlu ve çok büyülü bir dünyada hissettim kendimi. Özgürlük vardı aynı zamanda da ciddi bir disiplin… Ve sahnede olmak. Bunun okulunu o zaman okumaya karar verdim. O günden itibaren de devam. Çünkü bu bir yaşam biçimi, siz sahneye çıkıp aslında diyorsunuz ki insanlara "ben hepinizi oynamaya geldim."
-Türk dizi tarihine adını yazdıran ve tekrarları ile hala büyük bir izleyici kitlesi olan 'Yaprak Dökümü'nde Şevket karakteri ile adeta hafızalara kazındınız. Dizinin bu kadar çok sevilmesini siz neye bağlıyorsunuz?
Yaprak Dökümü Türk dizi tarihinde kendine bir yer edindi. Evet, hala izleniyor. Ben bunu çok değerli olan Reşat Nuri Güntekin'in bir aile üzerinden, çok katmanlı şekilde ahlak, para, insan, adalet ve sınıfsal sorunları çok iyi deşifre edip, iyi bir eser sunmasına bağlıyorum. Bize gelirsek tabi ki başta Halil Ergün ve Güven Hokna olmak üzere çok başarılı bir oyuncu kadrosu vardı. Ayrıca 5 sezon, aynı heyecanla seyirciyi ayakta tutan, iyi bir senaryo vardı.
-Hayat verdiğiniz karakterlerden, kendinize benzettiğiniz oldu mu?
Birebir, her şeyiyle benzettiğim olmadı ama bazı benzer özellikleri oldu. Mesela Romen Diyojen... Her şeye rağmen savaşmaktan ve ideallerinin peşinde koşmaktan vazgeçmeyen biri, yenilse dahi. Hayat da böyle... Albert Camus'nün de Sisifos Söyleni'nde dediği gibi "Kayayı tepeye çıkardığında, düşse bile yine çıkaracaksın… yine… yine…" Hayat bu vazgeçmek yok.
-Sinema, dizi, tiyatro… Birçok projede yer aldınız. Oyunculuk serüveninizde sayısız, unutamadığınız anınız vardır. Sizi en çok güldüreni okuyucularımızla da paylaşır mısınız?
Malazgirt 1071 filminin setinde Roma ordusuna imparatorları olarak, motivasyon konuşması yapıyorum, savaş öncesi çok ciddi ve kalabalık bir sahne aynı zamanda uzun. Atın üstünde konuşmam biter bitmez Roma askerlerinden biri öne çıkıp "Allah Allaaah" diye bağırıp 'Ankara türküsü' söylemeye başladı. Ben atın üstünde bir an kalakaldım. Sonra yönetmenimizin gülme sesiyle ve yanımıza gelmesiyle anladım şaka olduğunu, baya bir gülmüştüm:))
-Bugüne kadar sizi hep başarılı işlerde izledik. Sizce iyi oyuncu kadrosu bir işin yüzde kaçı?
Başarılı bir işin formülü bence çözülemez bizim işte. Çünkü organik bir iş olduğu için seyirci faktörü her şeyi bir anda değiştirebilir. Ama işin içine geçersek tabi ki başta senaryo ve hikaye. Oyuncu faktörü ise çok çok önemli, çünkü seyircinin izlediği hikaye ne anlatıyor ise ona inanması için oyuncuya inanması zorunlu. Oyuncu, seyirciyi o aşka, o düşmanlığa, oradaki hal ne ise ona inandırmalı. Seyirci, oyuncuya inanmazsa izlemeyi bırakabilir o işi… Her filmin, dizinin, her işin kimyası farklı ama kesin bir formülü yok. Severek yapmak lazım:)
- Set dışında nasıl bir dünyanız var? Neler yapıyorsunuz, nelerle ilgileniyorsunuz?
Set dışında sevgilimle ve anneannemle vakit geçiriyorum. Oyunculuk dersi veriyorum. Yürüyüş yaparım sahilde, kitap okurum. Çok dışarıda bir yerlere gitmem. Bir şeyler yazmaya başladım, onunla ilgileniyorum şimdilerde.
-Hayattaki en büyük önceliğiniz ne? 'Zaafım' dediğiniz bir şey var mı?
Bu hayattaki en büyük öncelik şu andır. Andaki mutluluğu, sihri kaçırmamak lazım. Zaaf; her an, her zaman değişir bence. 'Zaaf' demek 'kendinle çelişki' demek bence. 'Öz'ün zaafı istemez. İnsan anı gerçekten yaşarsa, zaafının illüzyon olduğunu anlar ve gülüp geçer.
- Aşk, hayatınızın neresinde? İlişkilerde kıskançlık konusuna nasıl bakıyorsunuz?
Aşk tabi ki hayatımın ortasında, kalbimde. Aşksız bir hayat, ne kadar da sıkıcı olurdu. Bir insana, işine, evcil hayvanına, güneşe, yıldızlara neye olursa olsun, aşk olacak. Yoksa kalbin söner, o kadar önemli aşk… Kıskancımdır. Çok uzatmayayım :)
-İkili ilişkide tolere edemediğiniz şeyler neler?
İlişki tolere etmek üzerine kurulu bir şey. Sevgili, dost, iş arkadaşın, ailen… Ama benim tolere edemediğim şey, içimi açtığım ve güvendiğim kişinin bunu kötüye kullanması olur herhalde.
-Son olarak, sosyal medya ile aranız nasıl? Mesela, DM'lerinizi okur musunuz?
Sosyal medyayla elimden geldiğince ilgilenmeye çalışıyorum. DM'lere bakıyorum ama hepsine cevap vermek mümkün değil tabi. Samimi ve içten olanlarla konuşuyoruz, çokta mutlu ediyor bu beni. Çünkü biz o insanlar sayesinde izleniyoruz ve beğeniliyoruz. Kıymetli bir şey unutmamak lazım.