Geçen hafta TRT'nin EURO 2020 yayınlarını bu köşede sıkça eleştirdim. Okurumuz Tarık Bordanaca da pek çok okurum gibi bana destek verenlerden:
"Aynen Yüksel bey, bir tanıdığımı aradım, dedi ki: 'Turnuvayı sesi kapatarak izliyorum. Spikerler çok berbat. Maçlar zaten zevksiz, spikerler heyecanı öldürdü diye böyle yapıyorum. Maçları çoğunlukla yabancı kanaldan izliyorum. (İngilizce, Almanca, Fransızca olanı var) Daha zevkli maç anlatanlar zaten stattan anlatıyor. Bizim TRT gibi spikerler evden çalışmıyor. Onlar bol bol boş dizi çekip TRT'yi gereksiz personelle doldursun.' Yüksel bey, gerçekten çok haklısınız. Yazık, nerede o İlker Yasin, Ümit Aktan, Ercan Taner gibi ciğerden maç anlatanlar?.."
Ruhuma yelpaze niyetine...
Bazı okur mektupları var ki, kesip çerçeveleterek evdeki mütevazı ödül büfeme koymak istediklerimden. Sevgili okurum Mustafa Begeç de bana "İyi ki bu mesleği yapıyorum" dedirten, dahası, gözümden iki damla yaş indiren bir yorum göndermiş. Sakın ola ki, bu yazıyı övünme vesilesiyle yayınladığımı sanmayın. Hatta pek çok övgü satırını utangaçlığımdan sansür ettiğim için de okurumdan özür dilerim. Ama biz yazarların da yılda bir kez kendi ruhlarına yelpaze sallama hakları olsun. Affınıza sığınarak paylaşıyorum:
"İyi günler sayın Yüksel Aytuğ... 'Sayın' dememin sebebi, daha mesafeli ve resmi olmak için değil, hakikaten saygın duruşu olan bir gazeteci olmanızdandır. Ne yalan söyleyeyim, sizi ilk başlarda takip etmemin sebebi ünlüler dünyasındaki dedikoduları (kim kimleymiş, kim kimi aldatmış, kim kime laf sokmuş, kim kiminle kavgalıymış gibi) yazacağınızı düşündüğüm içindi. Fakat baktım ki çok daha yapıcı, olumlu, insanı rahatlatan bir üslubunuz var. Sonrası malum. Düzenli olarak takip ettiğim 6-7 yazardan birisiniz.
'Fatih gemisi yerine Fatih Ürek'i mi yazaydım?' şeklindeki yazınızı okudum. Magazine dokunmak istemeyen, mutlaka dokunulacaksa soft magazin yazıları yazan, daha çok toplum bilinci oluşturma maksatlı ve odaklı yazılarınıza rağmen birileri sizde eksik, kusur arıyorsa yansın bu dünya. Hani her yazınızda Müge Anlı'yı övüyorsunuz ya, aslında yazdığınız yazılarla teknik olarak değilse de içerik ve maksat olarak siz de bir Müge Anlı'sınız. O da, siz de daha iyi bir toplum için mesajlar vermeye çalışıyorsunuz. O televizyondan, siz köşenizden.
Ben sizi müzik yarışmasında jüriliğinizden de hatırlıyorum. Öyle sivri sivri, göze batan, ertesi gün gazetelerde manşet olacak yıpratıcı yorumlar yerine daha hakkı olan, daha yapıcı, daha bir Hulusi Kentmen babacanlığıyla yorumlar yapıyordunuz. Bu kadar yapıcı biri dahi eleştiriliyorsa, o zaman bu durum diğer tüm olumlu yapıcı şeyler yapmak isteyenlerin umudunu da kırar ve dünya olumsuz düşüncelilerin eline geçer. Bence sıkmayın canınızı. Çünkü siz nesli tükenmekte olan son İstanbul beyefendilerindensiniz. Hem kibar, hem görgülü, hem kültürlü. Her zaman size gönderdiğimiz yorumları bize jest yapıp köşenizde yer vermenizden dolayı mutlu oluyoruz, hatta ele güne hava olsun diye gösteriyoruz, 'Bakın Sabah gazetesinde Yüksel Aytuğ'un köşe yazısında ismim geçmiş' diye. Ama bu öyle yazılardan biri değil. Seviliyorsunuz. Kalın sağlıcakla..."
Hem Gaf'let hem de Şeref Kürsüsü
Bugün bizim kürsüleri birleştirdim. Çünkü aynı haberin içinden hem Gaf Kürsüsü'ne hem de Şeref Kürsüsü'ne çıkanlar var.
Eskişehir'de yıllardır topladıkları mavi plastik kapaklarla bugüne kadar 500 engelliyi tekerlekli sandalye sahibi yapan Halit Aydoğan ile torunu Melike Sarıtaş, bizim Şeref Kürsüsü'nün konuğu oldular. Onların topladığı çuvallar dolusu kapağı evlerinin bahçesinden çalan ve her ikisini de hüngür hüngür ağlatan hırsız ise Gaf'let Kürsüsü'nün en tepesinde. Bu arada onlarca güvenlik kamerasını izleyerek, 24 saat geçmeden hırsızı yakalayarak, kapakları sahiplerine teslim eden Eskişehir Emniyeti de Şeref Kürsüsü'nün ikinci konuğu oldu.
Ne demiş?
"Güneş vurunca mayıştım. Mayışınca da böyle oldu..." (Kuzey Marmara Otoyolu'nda direksiyon hakimiyetini kaybedip koca vinci deviren gafil şoförün sözleri)
Zap'tiye
Meğer "Aldatma" diyeceğine, sinirlenince "Tecavüz" demiş Bacım. İftira değil, yanlışlıkmış. Bir Seda Peker'imiz eksikti...