Aylar önce TRT 2'nin bir kültür-sanat kanalı içeriğiyle yayın hayatına yeniden başlayacağını bu köşeden müjdelediğimde herkesten daha çok heyecanlanmıştım.
Nihayet, geçen hafta TRT 2 yeni yüzüyle izleyicilere merhaba dedi.
Cumartesi günü neredeyse tüm günümü Digiturk 66'ıncı kanaldan TRT 2'yi izlemeye ayırdım.
Öncelikle kanalın görselliğine olumlu puan verdim.
Sektörde 'ID' olarak adlandırdığımız, program aralarında ayırıcı olarak kullanılan tema görüntülerinin ebru sanatı örneklerinden oluşması çok hoşuma gitti. Kim düşündüyse tebrik ederim.
'Sinema +' adlı programı sevdim. Sunumu ve içeriği son derece dinamikti.
Ahmet Mümtaz Taylan ile yapılan söyleşi de gerçekten kalburüstüydü. Bana çocukluğumun TRT'de yayınlanan pazar konserlerini anımsatan klasik müzik saati de tatlı bir nostalji yaşattı. Akşam kuşağında Anjelika Akbar'ın sunduğu müzik söyleşisinin de tadı damağımda kaldı.
Ama beni en çok ekrana bağlayan, 'Hülya Koçyiğit'le Film Gibi Hayatlar' programıydı. Hülya Koçyiğit'in, ünlü oyuncu Göksel Arsoy ile sohbetini adeta gözümü kırpmadan izledim.
Bir de o stüdyo her neredeyse, fondaki eşsiz manzarası ve sıra dışı masasıyla bugüne kadar izlediğim en etkileyici mekana sahipti. Bunda, son derece titiz bir şekilde hazırlandığına inandığım ışık tasarımının da etkisi vardı kuşkusuz. Hülya Koçyiğit ise anlatacak çok şeyi olduğu için zaman zaman heyecanına yenik düşüp sürekli sözünü kesen konuğuna karşı o denli hoşgörülü ve saygılıydı ki, bu haliyle pek çok sohbet sunucusuna ders verir nitelikteydi.
Ancak bu program için naçizane bir tavsiyem olacak:
Ekrana gelen eski Yeşilçam filmleri sırasında o yapımın adı, tarihi, oyuncularının isimleri de ekrana alt yazı ile verilirse, program çok daha 'enformatik' bir içerik kazanacak.
Tabii ki bir kültür sanat kanalının içini hak ettiği şekilde doldurmak, biraz süre alacaktır. Ama bu konuda benim kredim geniş. TRT Genel Müdürü İbrahim Eren ve ekibini, kültür sanat sevdalıları adına attıkları bu samimi adım için gönülden kutluyorum.