Okulların, oyun parklarının, çocuk evlerinin kapalı olduğu şu günlerde ebeveynlerin en büyük derdi, evde sıkıntıdan patlayan çocuklarını eğlendirebilmek. Bunun da en kestirme yolu, eve oyuncak doldurmaktan geçiyor. Bunu fırsat bilen merdiven altı oyuncak üreticileri de çocukların fiziksel ve ruhsal sağlığını hiçe sayarak piyasaya sürekli 'tehlikeli' mal pompalıyorlar.
İçlerinde en rezil olanını ise geçen hafta Neler Oluyor Hayatta programında hayret ve dehşetle izledim. Bir plastik klozet, kapağını kaldırınca içinde küçük şekerler buluyor çocuklar. Onları da tuvalet fırçasıyla yiyorlar.
Neresinden baksanız kepazelik. Hijyenin her zamankinden daha fazla önem kazanması gereken şu günlerde çocukların bilinçaltına zerk edilen zehre bakar mısınız? Çocuğun bu oyuncakla oynayarak nasıl bir zihinsel ve duygusal kaosa sürükleneceğini öngörebilmek için uzman pedagog olmaya gerek var mı?
"Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver / Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler" diye yazmıştı Nazım Hikmet, atom bombasıyla hayatını kaybeden çocukların ardından. Yaşasaydı ve 'parça tesirli klozet şekeri bombasını' görseydi, eminim onun da kaleminin mürekkebi donardı...
Yılın hayal kırıklığı
Ali Koç - Erol Bulut - Emre Belözoğlu üçlüsü Fenerbahçe taraftarının yüzünü kızartmaya devam ediyor. Çünkü Fenerbahçe hem teknik hem idari açıdan iyi yönetilemiyor. Boşta olan kim varsa milyonları bastırıp almayı yöneticilik sanan, yedek kulübesindeki tüm futbolcuları 70'inci dakikada oyuna sokmayı teknik direktörlük zanneden iş bilmezler yüzünden Fenerbahçe taraftarı kahroluyor.
Bu taraftar, kupaların hayalini kurarken kendi sahasında 6 kez yenilmeyi, evinde lig sonuncusuna mağlup olmayı hiç mi hiç hak etmiyor. Fenerbahçeli yöneticiler maçların seyircisiz oynanmasına yatıp kalkıp dua etsinler. Yoksa o tribünler sizi çoktan paçavraya çevirmişti.
Türkiye'nin en iyi ortacıları Gökhan Gönül ile Caner Erkin'i alıp, ortalara en iyi vuran futbolcunuz Vedat Muriç'i gönderiyorsunuz.
Siz ön liberoda her hafta ayrı adam oynatıp, bir türlü verim alamazken, yolladığınız Josef de Souza, Beşiktaş'ı şampiyonluğa koşturuyor. Beşiktaş, Rachid Gezzhal, Galatasaray ise Mustafa Muhammed mucizesini yaşatırken siz Mesut Özil'i bile oynatamıyorsunuz.
Eğer bu kulübü biraz olsun seviyorsanız, üçünüz el ele tutuşup evinize gidin...
Teşkilat'a yakışmadı
TRT 1'in yeni dizisi Teşkilat, hepimize iyi geldi. Yıllardır televizyonda, sinemada CIA'yı, FBI'ı, KGB'yi MI6'yı, MOSSAD'ı efsaneleştiren yapımları yutkunarak izlerdik. Oysa bizim istihbarat teşkilatımız MİT'in de onlardan aşağı kalır yanı yoktu. Özellikle son yıllarda yurt içi ve dışındaki muhteşem operasyonlarıyla Türkiye düşmanlarının korkulu rüyası haline gelmişlerdi. FETÖ'nün kalkışma sırasında ilk hedeflerinden birinin MİT olması da boşuna değildi.
Teşkilat'ta MİT'in teknik, taktik ve istihbarat açısından nasıl bir evrim geçirdiğini görmek hepimizi mutlu etti. Özellikle de haber bültenlerinde tek cümlelik "MİT operasyonu sonucunda ele geçirildi" ibaresinin ardındaki büyük emek ve fedakarlığa hep birlikte şahitlik eder olduk. Ancak son bölümde Serdar'ın Kale olarak bilinen MİT'in yüksek güvenlikli binasından, Başkan'ın izni olmadan kendini kaybettirip, elini kolunu sallayarak çıkması, imajı biraz zedeledi gibi geldi bana...
Gaf kürsüsü
Atv'deki Esra Erol'da programında evindeki yemek takımlarını bile toplayıp beş çocuklu adama kaçan kadın, boşanmak isteyen kocasına "Sen de amma hazırmışsın boşanmaya" diye çemkirmesin mi?
Zap'tiye
Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Kötü günler geride kaldı. Önümüzde daha kötü günler var.
Ne demiş?
"Cinayet işledikten sonra 'Pişmanım' diyenlerin cezası ikiyle çarpılsın. Planlayacaksın, o kadar yol kat edecek, kurşun yağdıracaksın, sonra da 'Pişmanım' diyeceksin. Hayır efendim, yalan söylüyorsun." (İbrahim Sadri'nin Atv'deki Kahvaltı Haberleri'nde söylediği ve altına imzamı atmaktan çekinmeyeceğim sözler)