atv'de Müge Anlı'nın sunduğu Güven Bana, sadece bir yarışma olmanın ötesine geçip her bölümünde önemli 'hayat dersleri' veriyor.
Öncelikle, henüz izlememiş olanlar için yarışmanın kurallarını anlatayım:
Stüdyoya girene kadar birbirlerini daha önce hiç tanımamış iki ortak, 1 milyon liralık para ödülü için yarışıyor.
İki kez yanlış yanıt verme hakları var, üçüncüde para alamadan eleniyorlar. Doğru bildikleri her soruda ödülleri artıyor. Ancak diledikleri anda önlerindeki butona basarak, ortaklığı tek taraflı bitirip kasada biriken parayı tek başlarına alma hakları da bulunuyor. İşte burada devreye 'karşılıklı güven' giriyor.
Bu nedenle karşınızdaki insana güvenip büyük ödüle de koşabilirsiniz ya da ortağınız (ya da rakibiniz mi demeli?) tarafından yarı yolda 'satılarak' yaya da kalabilirsiniz.
Perşembe günkü bölümde semt pazarlarında kumaş satarak hayatını kazanan dört çocuk babası Mevlüt Akın ile avukat Burak Büyüksökmen'in ortaklığını izledik. Burak, ortağına büyük sempati duydu. Hatta butona asla basmayacağını ama Mevlüt'ün istediği an basabileceğini, onun kazanmasını istediğini açıkladı.
Mevlüt de defalarca söz verip "Bizde söz namustur" diyerek ortağını asla yarı yolda bırakmayacağını söyledi. Kasada 88 bin 500 lira birikmişti. Sırada son soru vardı. Mevlüt 45 bin lira sınırında butona bastı ve son soruyu beklemeden ortağını aldatıp parayı tek başına almayı tercih etti.
Avukat Burak, zerre üzülmedi.
Hatta ödülü Mevlüt aldığı için sevindi bile. Ama Mevlüt 45 bin liralık ödülü kazanmasına rağmen, mahcubiyetinden hüngür hüngür ağladı. Seyirciler ise 'helal olsun' tezahüratlarıyla Avukat Burak Bey'i takdir ettiler.
Hayatımda ilk kez bir yarışmada kazananın kaybettiğine, kaybedenin ise kazandığına şahit oldum.
Ama kimse Mevlüt'ü suçlamasın sakın.
Dört çocuklu o pazarcı genç için 45 bin lira kaç yılda kazanılabilir ki? Bir avukatın o parayı bir davada kazanması ise işten değildir. Hayat da zaten 'önceliklerin yarıştığı' bir yarışma değil midir?
Güven Bana, 'hayatın iki saatlik özeti' sıfatıyla bu yaza damgasını vuracağa benziyor. Bu arada yarışmayı sunmak için insanda çelik gibi sinir ve Hazreti Eyyub sabrı olması gerek. Ben Müge'nin yerinde olsaydım, koyunun yavrusuna 'keçi', sığırın yavrusuna 'sıpa' demekte ısrar eden yarışmacıların üzerine uçmuştum çoktan...